Marge Piercy: Mücadele ve direnişle geçen bir hayat
İlke Kamar, çağdaş edebiyatın güçlü feminist yazarlarından Marge Piercy'nin otobiyografik çalışması Benim Hayatım Benim Bedenim üzerine yazdı: "Kitap yazarın edebiyatla olan ilişkisi, düşünme, okuma, yazma ve yaratıcılığıyla ilgili kapsamlı düşüncelerini sunar. Feministliği, sosyalistliği ve anarşistliği, hak savunuculuğu, hümanistliği, şairliğiyle Marcy Piercy’nin güçlü portresini ortaya koyarken aktif mücadelenin içindeki yaşamını da gösterir bize."
“Ben kadınların bir kadın bedenine sahip olduğu için cezalandırılmadığı, kendilerine ait –tinsel, düşünsel, romantik, cinsel ve yaratıcı– maceralarda, bağımsız birer öncü olarak görüldüğü bir gelecek istiyorum. Spekülatif kurmaca okuyup yazmamın bir nedeni de bu.” Geçtiğimiz günlerde Elif Zeynep Yıldırım çevirisiyle Düşbaz Kitaplar tarafından okurla buluşturulan Marcy Piercy’nin, Benim Hayatım Benim Bedenim kitabında yer alan bu cümle, günümüzde birçok kadının referans almaya devam ettiği, güçlü bir anlam taşıyor.

Yazarı takip edenlerin bildiği gibi Marge Piercy, çağdaş edebiyatın güçlü feminist yazarlardan biri. Ele aldığı konularda eşitlik, özgürlük, sosyal adalet gibi kavramları sorgularken; hayatın zorlu yanlarına, çelişkilerine, sancılarına da değinen bir yazar. 31 Mart 1936 tarihinde Yahudi bir ailenin kızı olarak Michigan Detroit’te doğan yazarın daha küçük bir çocukken işçi sınıfı mahallelerinden birinde geçen yaşamıyla başlayan sorgusu tüm yapıtlarında karşımıza çıkar. Eşitsizlik mücadelesi, sınıf ayrımı ve cinsiyete dayalı normlara ait ne varsa, yazarın gündeme getirdiği temel sorunlar olur.
Piercy’in, 1950’li yılların Amerika’sında cinsiyetçiliğe, ırk ayrımına ve kapitalizme karşı mücadele eden toplumsal hareketin içinde de yer aldığını görürüz. Denemeleri, şiirleri, deneyimleri, anıları ve tanıklıkları sarsıcı olduğu kadar sorular silsilesiyle de karşı karşıya getirir okuru. Çok sayıda konunun tartışıldığı metinlerde, kadın haklarına ilişkin talepler, ezilen kimliklerin mücadeleleri, toplumsal roller öne çıkan konular arasında yer alır. Feminizm, savaş karşıtlığı, ırkçılık, kürtaj hakları gibi sorunları gündeme getiren yazar, lezbiyenleri, göçmenleri ve kadın işçilerin sosyal haklarını ön planda tutan anlatılarla karşımıza çıkar. Tüm bunların yanı sıra silahsızlanma, doğa katliamları gibi konularda hâkim söylemlere karşı tavır aldığını görürüz. Yazarın egemen öznellik anlayışına karşı kolektif bir özgürleşme talebini savunduğu ve taleplerle ilgili çözüm önerileri sunduğunu da söylemek mümkün.
Cinsiyetçilikten arınmış doğa
Daha önce Örülü Hayatlar, Zamanın Kıyısındaki Kadın ve Küçük Değişimler kitapları Türkçeye çevrilen Piercy’nin gerek yaşamında gerek eserlerinde aile, devlet, hapishane, hastane okul gibi kurumları sorgulandığı, ‘reddedilen bir dünyanın çatışmasını’ ortaya koyduğunu görürüz. Örneğin, Zamanın Kıyısındaki Kadın’da, toplumsal cinsiyete dayalı öznenin farklı kavranış biçimini sorgular. Cinsiyetçilikten arınmış bir doğada kurduğu ütopyada kadınlar ve erkekler fiziksel olarak birbirine benzerken üreme tamamen bedenden ayrıdır.