top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Güneşin Altında

Hasan Sezer yazdı: "Melih Cevdet, her daim sürdürdüğü yenilik arayışını asırlardır aramızda yaşayan Homeros anlatısıyla, mitle, köklerimizle, bizle bitiştirirken sınırlarını zorladığı şiirin yeni bir biçemi olmaktan öteye gitmiş, insanlık anlatısını, felsefi bir izlekle zaman olgusunu sarsmıştır."

Hasan Sezer


Atlar, Atlar

Yaşlananını Görmedim Hiç

-Troya Önünde Atlar Üzerine-


Kör bir ozan anlattı bunları,

Atların da ruhu vardı Troya önünde…


Unesco tarafından Cervantes ile eş değer görülmüş, Garip’in Cevdet’i, gazeteci, diksiyon ustası, yazar, bir ozan, sayısız sıfatın sahibi, belki de edebiyatımızın gördüğü en sarsıcı ve öncü yıllarının tanığı, yaratıcısıydı kendisi. Güneşi ilk defa 1915 yılında gördü. Yıllar sonrası dostları Orhan ve Oktay ile Garip sokaklarında şiirin kalıplarını yıkacak, bir asır beklemeden yeni bir soluk bulacaktı.

Dört kişi parkta çektirmişiz,

Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi...

Anlaşılan sonbahar

Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli

Yapraksız arkamızdaki ağaçlar...

Babası daha ölmemiş Oktay'ın,

Ben bıyıksızım,

Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.


Yaşamının büyük çoğunluğu arayışla, arayışın çağrısıyla geçmiş Melih Cevdet’in belki de en büyük mahareti yeniyi amatör bir heyecan dalgasıyla değil, ustaca bir görüş ve kavrayışla işlemesindeydi. Doğa, zaman ve insan perspektifiyle güttüğü yeni yaklaşımla akıllara bir nevi durgunluk getirip olmaz denileni olduran bu kalemin gücü tartışılmaz bir noktada kendini gösterirken Anadolu’nun kültür hazinesini sahiplenerek yürüdüğü yolun eşsizliği ise estetiğin sınırsızlığını gözler önüne serdi.



Birçok defa Varlık Dergisi’yle yolu kesişen yazar, Birinci Yeni’nin şiirde form arayış mirasını sırtlayarak Kolları Bağlı Odysseus’u tarihe sundu. Karacaoğlan’dan Ezra Pound’a değin koşan Melih Cevdet şiirin evrenselliğini vurgularken Homeros’a uzanan eliyle zamansızlığın da tasvirini pek mahir bir biçemde çizdi. Anlamdan anlama, doğudan batıya, filozoftan halk ozanına dokunan güçlü kalemiyle düşünsel boyutta da toprağımızın kültür üretiminde başat bir rol oynadı.


Ankara’nın tarihle iç içe mekanlarında, İstanbul’un anıt sokaklarında gezmiş, görmüş ve yaşamış; Anadolu hazinesini sahiplenmiş, Anadolu hazinesine dönüşmüş, Homeros ile çağları aşarak metinlerarası bir ilişki kuran Troya Önünde Atlar şiirinin yaratıcısı, sayısız sıfatın sahibi Melih Cevdet olarak, 87 yaşında yeryüzüne, güneşe veda etti.


Troya Önünde

Birçok türde eser üretmiş, yetkin kalemi ve arayış ruhuyla yalnızca bir döneme değil, tarihe damgasını vuran Melih Cevdet’in mitosa olan ilgisi her daim kendini gösterirken Kolları Bağlı Odysseus’la bu ilgi başat bir yaratım sürecine dönüşmüş, şiirinin temeli haline gelmiştir.


Troya Önünde Atlar şiirinde söz konusu mitolojik yaratıma sırtını yaslayan Melih Cevdet nezdinde bir diğer önemli aksam “anakronik” olarak adlandırılan zamanlar arası güdüme dayanmaktadır. Ona göre zaman kronolojik bir geçmiş yığını değil, farklılaşan, bileşen bir süzgeçtir.


Altı bölümden (Koşu, Ağu, Düş, Dönü, Fal ve Sevi) oluşan şiirin ilk bölümü İlyada destanının ilgili parçası üzerinden kurgulanarak gelişir. Destanda yer alan birçok ismin yanı sıra atlara odaklanan şiirde iç içe geçen zaman figürlerinin portresi ardından savaş hissiyatı ve yıkım duyumsanır.


Troya önünde ünlü atlar bir araya gelmiş durumdadır. Böylelikle yalnızca kronoloji kırılmamış, İlyada üzerine kurgulanmış şiirin göbeğinde İskender’den Ali’ye, Don Kişot’un Rocinante’sinden muhtemelen kıvrak zekalı Odysseus’un Tahta Atı’na, Köroğlu’na kadar işlenen, kanlı bir savaşın mazlum canlarının adını sayarak zaiyat, sayı olarak adlandırılan atların da hüznüne, savaşın keskin kırıcılığına da dokunmuştur.


Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup

Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,

Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.


Koşu bölümünde kırılan zaman ve bir araya gelen ünlü atların ardından Melih Cevdet, İlyada destanının bölümleri üzerinden kurgulanan yeniden yaratımı sürdürürken günümüz figürlerine de dönüşler sağlayarak zamanlar arası bir felsefi sorgu süreci başlatmıştır. İzmir fuarından otomobil ile dönerken İlion’un yanışı görülmüş, Dresden’de, Köln’de, Münih’te kitaplar yakılmıştır.


Koşu bölümünün sonunda dağılan ve Ağu bölümünde de zaman öbekleri arasında gidip gelirken İlyada destanının örgüsünden uzaklaşan şiir, yüzünü Hekabe’nin rüyasına çevirerek yeniden Paris mitosunun içlerine doğru ilerlemeye başlar.


Düş ve Dönü bölümlerinde Hekabe’nin sancılı rüyası betimlenirken Paris mitosunu incelikli bir şekilde işleyen Melih Cevdet, yazgı kavgasını derinleştirerek mitosu ve yaşamı sorgulamıştır. Hemen ardından gelen Fal bölümüyle de bu sorgu kuvvetlenerek “an” içinde küme bulut misali biriken tarihin anlatısı, çokkültürlü, evrensel bir sorgu sürecine dönüşmüştür. Hekabe’nin kaderi Macbeth’den pek farklı gözükmemiştir.


İnsanın fal aracılığıyla geleceğe dokunup yine de gelecekle mücadele etmesi, yazgı kavgasına, bilinene karşın direniş ile özgürlüğe kavuşumun ince çizgisi üzerinde ilerleyen şiir, bu noktada sorgusuna kendiliğinden bir yanıt yaratmıştır.


Son bölüme gelinirken İlyada’dan Berlin’e uzanan kan yıkımı, savaş çığlığı bir yana, insanın yazgısıyla olan kavgası ve kronolojisinden şaşmış zamanın anlar içinde yaşanan döngüselliğini vurgularken Paris mitosu da yoruma açık bir şekilde sona ermiştir.

Paris ve Helen’in tutku dolu kavuşumuyla yazgının, falın sonuna işaret edildiği gibi, narin bir hissiyat peşinden özgürlüğün vurgusu da ortaya çıkabilmekte, dilin kuvveti ve anlatının dikkatli planı sayesinde bu çoklu bakış şiire bambaşka bir heyecan katmıştır.


Yaktık onu göçmen kuşların gözlerindeki

Benek, gagalarındaki tekçil dane gibi

Daha gün doğarken. Falımız yok bizim.


Başlı başına bir şaheser niteliği taşıyan şiir, çok boyutlu bir yeniden tarih yazımına dönüşecek nitelikte kuvvetli ve derindir. Türkçenin ahengiyle rüzgârı ardına alan anlatı üzerinde durduğu iki ekseni de eş zamanlı yürütürken açığa çıkan sorgu, yine temelde bulunan yazgı ve zaman kavgası üzerinden çoğullaşmaktadır. Paris mitosunun yeniden kurgulandığı şiirde savaşın yıkım hissiyatı her bölümde kendini gösterirken yaşam içerisinde anlam arayışından varoluş kaygısının kıyılarına değin süren bir insan mücadelesi resmedilmektedir.


Atlar, Atlar Yaşlananını Görmedim Hiç

Hem Mesih’tim hem Barabbas’tım,

Kim çarmıha gerildi o gün

Bağışlanan kimdi, karıştırmışım,

Bugünse bağışlayan göğsün

Kollarını açınca ben çarmıhım.


Fikir ve becerinin izdüşümü olarak ortaya çıkan Troya Önünde Atlar edebiyat tarihimizde oldukça ilginç bir yer edinmiş, belki gözlerden kaçmış belki de eleştiri yağmurlarına tutulmuş, garipsenmiş ancak yarattığı estetik haz ve olağan dışı olarak görülen perspektifiyle önemini korumuştur. Çağlar arası bir yaşam anlatısı niteliği taşıyan şiir, her okunduğunda yeni bir keşfin, sorgu ve arayışın ev sahipliğini yapabilecek derecede derin bir anlatıya sahiptir.

Cemal Süreya bazı yazılarında Melih Cevdet’in mitoloji yaklaşımını irdelemiş, Yunan mitinden beslenmesinde bu topluma ait olmayan bir yan görmüştür. Bu durum her ne kadar talihsiz bir yorum niteliğinde karşımıza çıksa da doğal, alışılagelmiş bir yaklaşım olarak irdelenmesi gereken bir bakışı vurgulamaktadır.


Mitin ulus inşası üzerindeki etkenleri bir yana, Anadolu coğrafyasının birçok noktasında yer alan söz konusu Yunan mitoslarının tarihsel süreç içerisinde özellikle toplumsal anlatımız ile birleştiğini görmek pek de zor değildir. Melih Cevdet’in şiirinde aradığı kayıp çocuk hangi ormanın göğsündedir? Bursalı oto tamircisi Mehmet, yanan İlion’u nereden izlemektedir?

Troya Önünde Atlar şiirinde Melih Cevdet bizzat bu toprağın, toprağımızın anlatısını işlemekte, anakronik bir zaman tutumuyla yalnızca dünün acılarına değil, bugünün de sancılarına değinmektedir. Böylelikle sınırları çizilmiş dünyanın diyarlarını aşan, sınır ve kalıbın, insan yaşantısının her noktasına işleyen acının ötesinde, klasik bir savaş anlatısından uzaklaşıp surların önünde ruhlarıyla bulunan atlara uzanan bir şiir ortaya çıkmıştır.


Bu anlatı yalnızca bugünde, dünün basit bir kesitinde yahut burada, evimizde ya da öte bir ulusun serzenişinde değil, bizzat insanın, yıkımla gelenin, yazgının, özgürlük arzusunun ve direnişin de izleği çizilmiştir.


Melih Cevdet, her daim sürdürdüğü yenilik arayışını asırlardır aramızda yaşayan Homeros anlatısıyla, mitle, köklerimizle, bizle bitiştirirken sınırlarını zorladığı şiirin yeni bir biçemi olmaktan öteye gitmiş, insanlık anlatısını, felsefi bir izlekle zaman olgusunu sarsmıştır. Post-modern edebiyatın önemli bir aygıtı olarak karşımıza çıkan metinlerarasılığı da oldukça sarsıcı bir şekilde işlemiş ve edebiyat tarihimize ilginç bir dipnot düşmüştür. Troya Önünde Atlar şiirinde mitin yeniden yazımı sürerken bugünün acıları anımsanmış, anlatının yazgı ve zaman üzerinde irdelediği sorgunun canlılığı gözler önüne serilmiştir.


Melih Cevdet’in edebi yaşantısında bir dönüm noktası sayılabilecek Troya Önünde Atlar ile hem kendini hem de edebiyatımızı, estetiğe bakış ve yaklaşımımızı sorgulatacak ve değiştirecek bir eser ortaya çıkarmıştır.


Öyle ki Troya Önünde, şimdilerde başıboş bir arazide halen daha atların ruhu gezinmektedir.


Kimi yelesiyle devirmek ister burçları,

Kiminin eşeler toprağı hala toynakları.

Anlatma bana atları!

Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup

Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma,

Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.

Adsum.


Kaynakça

Anday, Melih Cevdet (2021). Bütün Şiirleri/Sözcükler. İstanbul: Everest.

Anday, Melih Cevdet (2019). Bir Defterden. İstanbul: Everest.

Anday, Melih Cevdet (2015). Dakika Atlamadan Söyleşiler. İstanbul: Everest.

Apaydın, M. (2019). Melih Cevdet Anday’ın “Troya Önünde Atlar” Şiirindeki Mitolojik Unsurlar Hakkında Bazı Değerlendirmeler. Söylem Filoloji Dergisi, 4 (2), 155-177.

Homeros (2018). İlyada. Azra Erhat, A. Kadir (Çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür

Kahyaoğlu, Orhan (2004) Güneşte Ayıklanmış / Melih Cevdet Anday Şiiri. İstanbul. Dharma Yayınları.

bottom of page