top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Ürkek bir serçe umut

Barış Özdemir'in Özge Doğar'ın bireyin var olma mücadelesinin, geçmişiyle yüzleşebilmesinin, huzura, umuda, kendine ve hayata tutunabilme isteğinin romanı, Minnina Işıkları Kapama üzerine bir editörün bir okur arasındaki farkına odaklanan yazısı.

Barış Özdemir

Her şeyin üst üste geldiği zamanlardı. Fazla değil, üç dört hafta öncesinden bahsediyorum: Ülkemizde ve kimi ülke, şehirlerde daha önce hiç görmediğimiz denli kaosa tanıklık ediyoruz. Ormanlar yanıyor, evler, köyler, canlar… Hâlâ bitmek bilmeyen Covid-19 salgını ve insan yaşamına olumsuz etkileri, Marmara Denizi’ndeki müsilaj, birçok şehir, kasaba, köyle birlikte yıkım gücü Kastamonu Bozkurt’ta daha çok olan seller, ekonominin gitgide savruluşu, politik, ekonomik ve belki daha da çok sosyolojik açıdan tarafı ve itiraz edeniyle birçok tartışma yaratan ve ama etkilerinin bir şekilde görüleceği endişesi ağır basan göç dalgası gibi üst üste gelen bu hengâme, her birimizin daha ne hikâyelerle koşturduğu, mücadele ettiği şu çileli ömrümüz için çok ağır. Adeta distopik-fantastik zamanlara düştüğümüz sanrısı zihnime yerleşiyor, kaygılı ruh halime eşlik ederek. Umut gitgide tükeniyor. Umuda sarılmak istiyorum, bir gelip bir gidiyor, bugünlerde. Artık ürkek bir serçe umut.


Tarih 4 Ağustos 2021. Ayrıntı Yayınları’ndan, Derviş Aydın Akkoç’tan –adı gibi bilge insan– bir mail aldım; Minnina Işıkları Kapama adlı romanı, son okumasını yapmam için bana emanet ediyordu, o her zamanki nahif, huzur veren sesini duyabildiğim cümleleriyle. Son okumasını ya da editörlüğünü yapmam üzere mail kutumda ne zaman bir roman ya da hikâye eseri görsem diğer türdeki dosyalara göre daha fazla mutlu olurum. Bu maile de eser bir roman olduğu için sevinmiştim.


“Umut”un kavram olmaktan uzaklaşarak önce sözcüğe, hızını alamayarak heceye, giderek ürküntülü bir fısıltıya dönüştüğü bugünlerde fersiz gözlerimiz, incinmiş ruhumuzla aslında bu olanların önemli bir kısmının yine biz ve tercihlerimizden kaynaklandığını unutarak veya bilmeyerek veya hatırlamamayı isteyerek ve hatta reddederek(!) –birçok yönden hastalıklı bir sosyolojinin ideal bir örneği mi olduk yoksa–, o esef etme ve içlenme duygusuyla izliyorduk bütün olan biteni –çoğumuz sadece izliyorduk–. Umut kavramının havsalamızdaki algısı hiç böylesine bir hızla değişime, giderek anlam eksilmesine, tahribata uğramamıştı. Biz de ruhlarımızda beliren bu büyük boşluğu başka bahaneli kelime ve kavramlarla örmeye, doldurmaya çalışıyorduk. Dilimiz de psikolojimiz de dil psikolojimiz de tıpkı umut gibi değişiyor, deforme oluyordu. Değiştiren, bozan, yıkan bizdik, dönüşen dünyaydı, doğaydı; sonucuyla ilk karşılaşan ve yıkım yaşayan canlı yine bizdik –akıl sahibi tek canlı, insanlık!– ve bir türlü anla-ya-mıyorduk olan biteni ve tüm bu olanların nedenini, nasıl oluyordu böyle! Zor zamanlara düşmüştük kimilerinin deyimiyle, biz masumduk, devir kötüydü; biz de işte, en fazla, şanssız(!).


60 yaşındaki amcaların koşturarak ajans saatine yetişme duyarlılığıyla radyo, televizyon, Twitter ne varsa kimi haber kanallarından gelişmeleri öğrenmeye, idrak etmeye çalıştığım o anlarda biraz da bulanık zihnimi sağaltabilmek, hem çalışmanın hem edebiyatın iyi gelen yanıyla an’dan uzaklaşabilmek için bilgisayarımdaki dosyayı açtım.



Henüz okumaya, çalışmaya ba