Öykü: Bir sohbet
"Koskoca adamım, canım ne istiyorsa onu yaparım. Sırtımda yumurta küfesi taşımıyorum ya. Bekârım. Hiçbir sorumluluğum yok. Belki sırf o sayede yaşımı hiç göstermiyorum. Kime sorsam, gerçek yaşımdan en az on yıl aşağısını söylüyor bana enayi."
Korkut Kabapalamut
Sabahları altıda yatak odamın balkonuna çıkıp horoz gibi uzun uzun ötmek dışında tuhaf bir alışkanlığım yok. Ama insanlara bu kadarı bile fazla, katlanılamaz nitelikte geliyor. Beni site yöneticisine şikâyet etmişler. Mülâyim bir zat olan yönetici, birkaç kez arayıp kibarca uyardı. Benim gibi artık belli bir yaşa gelmiş, olgunluğa erişmiş, iş güç sahibi bir site sakinine yakıştıramıyormuş bu hareketi. İnsanlar o saatte rahatlıkla tahmin edebileceğim üzere uykuda oluyormuş, benim yüzümden panik hissiyle uyanıp bir daha da dalamayan kimseler varmış, öyle olunca yeterince dinlenemeden gitmek zorunda kalıyorlarmış işlerine garipler, vicdanım rahat mıymış, bunu yapmaya ne hakkım varmış sanki, varsın ötmeyivereyimmiş sabahın köründe; kendimi dizginleyemiyorsam, bu tür az rastlanır bir hastalıktan muzdaripsem, yani illa ki öteceksem de biraz ötede ya da daha makul, kabul edilebilir bir saatte öteyimmiş hiç olmazsa; mutlaka o saatte öteceksem, evimin içinde alçak sesle yapayımmış bunu en azından. Çocuklarla bebekleri de çok korkutuyormuş bu saçma, delice hareketim. İnsanlar horoz sesiyle uyanmak istese köylerinde kalır, büyük kente göçmezlermiş zaten. Tamam, diyorum ben de her seferinde. Siz hiç merak etmeyin, söylediklerinizi nazarı dikkate alacağım. Hatta yeni satın aldığım pahalı ajandama inci gibi el yazımla not edeceğim. Zaten horoz olmadığımın ben de bütünüyle farkındayım, komşularımın bu derece rahatsızlık duyduklarını da bilmiyordum ki, hiç düşünemedim nedense. Keşke direkt yüzüme karşı söyleyeseler, doğrudan uyarsalardı beni, sizin gibi yaşlı başlı, saygıdeğer bir zatı böylesi önemsiz bir mevzu yüzünden rahatsız etmeleri doğrusu yakışık almamış.
Ama sonra dayanamıyorum yine. Altı dedi mi balkonumun pruvasındayım, var gücümle ötüyor, kurdu kuşu, börtü böceği zalimce uyandırıyorum. Ardından yatağıma dönüp kaldığım yerden uyumaya devam. Ne de olsa horozluk vazifemi birtamam yerine getirmişim, bir de tavuklarla uğraşacak, onlarla ilişkiye girecek, Nerede kaldı ulan bu yumurtalar, bazılarınız gene şeytan taşlaması gibi ufacık yumurtlamış utanmaz orospular! diye hesap soracak, sayım suyum yapacak halim de yok. Kaldı ki, artık o noktadan itibaren horozlukla bir alakam bulunmuyor. Öttüm bitti. Artık normal hayatıma devam edebilirim. İstersem işe giderim, istersem evimde oturur film, şu havanda su dövülen saçma ama keyifli bulduğum siyasi içerikli tartışma programlarını izlerim, o da olmadı sokağa çıkar, çarşı pazar dolaşır, kendimce son derece kaliteli vakit geçiririm. Koskoca adamım, canım ne istiyorsa onu yaparım. Sırtımda yumurta küfesi taşımıyorum ya. Bekârım. Hiçbir sorumluluğum yok. Belki sırf o sayede yaşımı hiç göstermiyorum. Kime sorsam, gerçek yaşımdan en az on yıl aşağısını söylüyor bana enayi.
Bir de her gece yarısı iskelede bir balinayla buluşuyorum. Neyse ki evim sahile yakın. Yürüyerek on dakika. Hayvanın adı Kehribar. Neden Kehribar? Bilemiyorum. O anda aklıma o kadarı geldi, bir şey üzerinde uzun uzun düşünmeyi sevmiyorum, beceremiyorum. Kehribar’ın boyu otuz metre var. İskelenin ucuna kadar yürüyüp oturuyorum, bacaklarımı boşluğa zevkle sarkıtıyorum. Kehribar benden beş- on dakika sonra aheste beste geliyor. Randevumuza asla gecikmez. Tam zamanında benimle bulaşmak üzere yollara düşer. Yıllardır bir kez bile gelmediği, beni alçakça atlattığı olmadı. Sözünün eri bir dişi balina. Benimkine oranla hayli renkli bir yaşantısı var. Konuşkan, o gün başından geçen her şeyi en hurda teferruatına kadar bire bin katarak anlatmayı, utanmadan dedikodu yapmayı sever. Diğer balıklarla yaşadığı tuhaf ya da gülünç deneyimler başlıca sohbet konumuzdur. Çok zeki, tatlı dilli bir memeli. Yaşı da neredeyse benimki kadar var. O da benim gibi son derece genç gösterir, yaşıtı dişiler onu bu yüzden müthiş kıskanıyorlarmış, gövdesi asla yosun, midye falan tutmazmış, suyu tepe deliğinden çok yükseklere püskürtürmüş onlara oranla. Neredeyse güneşe, bulutlara dek. Erkek balinalar kızıştıklarında hep onunla çiftleşmek isterler, öbür dişilere pas vermezlermiş görece ilerlemiş yaşına rağmen. Böyle de kibirli, kendini beğenmiş bir hayvan. Ama bence bir mahsuru yok, kendim de biraz öyleyim çünkü.
Bazen gün boyu gözlerimi açmıyorum. Bu bir tür oyun ya da meydan okuma sanki. Sımsıkı kapalı gözlerle kalkıyor, balkonumda birkaç dakika keyifle ötüyor, ardından hemen yeniden dalıyor, birkaç saat sonra kalkıp el yordamıyla, her şeyi kırıp dökerek yarım yamalak kahvaltımı ediyor, zorlanarak da olsa sabah duşumu alıyor, saçlarımı bile uzun mücadelelerden sonra kurutuyor, güzelce tarıyor, becerebilirsem bilgisayarımda klasik müzik açıp saatlerce dinliyor, cep telefonumdan rastgele birilerini arayıp kısa süreli, tuhaf sohbetler gerçekleştiriyor, gözü kapalı hayata geçirilebilecek şeylerin sayısı yazık ki hayli sınırlı olduğundan aynı kısır döngüye yeniden ve yeniden giriyor, telefonumun alarmı yirmi dört saatin nihayet dolduğunu sevinçle ilan edince açıyorum cânım, biricik rehberim gözlerimi. Böyle de garip bir alışkanlığım var. Bunu da yeni edindim. Altı ay kadar oluyor. Haftada bir gün oynuyorum kendimle bu güç oyunu. Bazen artık vazgeçsem, bunun yerine daha eğlenceli, biraz daha az zorlayıcı başka bir oyun mu icat etsem, diye düşünüyorum ama şu ana kadar aklıma öylesi bir oyun da gelmedi. Ben de mecburen kör taklidine, her şeyi, özellikle de yumurtalarımı, çay bardaklarımı kırıp dökmeye inatla devam.
Bazen de beş bacaklı bir dalmaçyalıyı arıyorum sokaklarda saatlerce. Üçü önde, ikisi arkada. Onu bir yıl kadar önce düşümde gördüm. Konuşkan, çok akıllı, sevecen de bir köpek. Tıpkı o ünlü, popüler filmdeki gibi. Köpeklere bayılırım, özellikle de dalmaçyalılara. Düşümde, gerçek hayatta da var olduğunu, hatta bana çok yakın bir semtte yaşadığını, kararlılıkla peşine düşüp onu bulursam memnuniyet duyacağını, muhtemelen acayip derecede iyi arkadaş olacağımız, her konuda mükemmel anlaşacağımız kanaatinde bulunduğunu söyledi. Ben de ona hemencecik inandım. Ne yazık ki böyle bir zaafım var. İnsanlara da, hayvanlara da derhal inanıveriyorum. Söylediklerinde, savlarında, tutum ve davranışlarında, bana bulundukları garip taahhütlerde akıl mantık aramıyorum hiç. Söylemesi ayıp, kendim son derece dürüst biriyim, herhalde başka herkes de öyledir, diye düşünüyorum. Üstelik hiç de öyle olmadıklarını domuz gibi biliyorum. Yabancılara kanıvermek, iyimserlik hissiyle derhal inanıvermek nedense hoşuma gidiyor, varsın aldatsınlar, iyi niyetimi sonuna kadar suistimal etsinler, ben gene herkese inanan biri olmaktan vazgeçemem, kendime şüpheciliği yakıştıramam. Kurnazca hal ve hareketlerim yoktur. Çoğu yaratılmışı tutkuyla seviyorum. Onlara gerçekten mi diye sormaya yüzüm tutmuyor. Utanıyorum. Kalplerini kırmaktan müthiş korkuyorum. Onları küstürüp kendimden uzaklaştırmak en büyük kâbusum. Kimseyle küs ve mesafeli kalamam, hiçbir canlıya soğuk, kırıcı davranamam. Onların da bana o şekilde muamele etmelerinden çekinirim. Alıngan, kuruntulu bir adamım.
Bir de yağmurda çıplak dolaşmayı seviyorum işte. Bu belki de en tehlikeli zaaf ya da alışkanlığım. Komşularla, o sırada yoldan geçenlerle, özellikle de polisle başım belaya giriyor her seferinde. Böyle bir özgürlüğüm olduğunu kabullenemiyorlar bir türlü; ne desem, onlara ne kadar sağlam argümanlar, tarihsel ve evrensel kanıtlar sunarsan sunayım, dünyanın dört bir yanından örnekler getirirsem getireyim bir türlü yatışıp ikna olmuyorlar. Dehşete kapılıyorlar beni kaldırımla öyle Âdem babamız gibi her gördüklerinde. Hemen de polis imdatı arıyorlar. Çok geçmeden bir polis minibüsü yanaşıp beni göz altına alıyor. Hava soğuksa karakolda ıhlamur falan ısmarlıyorlar sağ olsunlar. Aslında beni sevip sayarlar. Onlara hiç karşı koymadığım, minibüse kolayca, zorluk çıkarmadan biniverdiğim için belki. Her seferinde beni akıl hastanesine yatırmakla tehdit ediyorlar ama artık alıştım, korkmuyorum. Bunun sadece bir blöf olduğunun farkındayım. Ben de, Tamam diyorum kurnazlıkla, bu artık kesinlikle son, gözlerim tamamen açıldı, yaptığım şeyin saçmalığının, abesliğinin ayırdına fazlasıyla vardım. Gerçekten de ne kadar küçük düşürücü bir şey. Alenen hayasızca, düşüncesizce hareket. Özellikle çocuklara ve kadınlara karşı müthiş ayıp oluyor, bir daha kesinlikle yapmayacağım, söz, zaten işinde gücünde bir adamım, sabahın köründe horoz gibi ötmekle her gece saat on ikiden itibaren geveze bir balinayla konuşmak dışında tamamen normal, aklı başında biriyim. Ayrıca da ünlü bir hukukçu, başarılı bir yazarım. Hatta yarın saat ikide bir kitabevinde imza günü ve söyleşim var, buyrun sizleri de mutlaka bekliyorum, gelmezseniz vallahi kırılırım, belki de elimde bulunmaksızın gönül koyarım, iş yüzünden gelemeyecek olursanız da dönüşte uğrayıp size imzalı kitaplarımdan bol miktarda hediye ederim. Bugün olanları ne olur tamamen, çabucak unutalım, hiç yaşanmamış sayalım. Farz edin ki buraya takım elbiseli bir vaziyette, acil bir suç duyurusunda bulunmak üzere geldim. Bir hukukçu olduğuma göre buna inanmak o kadar da zor olmasa gerek. Örneğin bir komşum tarafından uzun süredir rahatsız ediliyormuşum. Adamın anlaşılmaz, son derece garip, sinir bozucu bir dizi huyları, alışkanlıkları varmış, benim de artık sabrım tükenmiş, dayanacak gücüm kalmamış, Bir zahmet gözaltına alın lütfen şu hıyarı, demek üzere bulunuyormuşum sevimli karakolunuzda… Pardon ama tadı çok güzelmiş, damağımda kaldı, acaba bir fincan daha bol limonlu ıhlamur alabilir miyim?
Comments