top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Mavi Kod

"Tüm bu olanlar karşısında bambaşka hissetmeliydim, bambaşka düşünmeliydim; ama aklıma gelen ilk düşünce reçeteyi daha sonra istemeliyim oldu."


Kerem Özkurt


Elimde çantalarla koridorun sonuna doğru yürüyordum ki Mavi Kod anonsu duyuldu. Bütün koridor birden hareketlendi. Hemşireler 6108’e koştular. Gizem koridorun sonundaki asistan odasından fırladı. Yanımdan koşarak geçti, beni fark etmeden. Arkasından baktım. 6108’in önünden geçip 6102’ye girdi. Derken bir başka doktor koştu, mavi üniformalı sağlıkçılar, ellerinde çantalarla. Hasta yakınlarını odadan dışarıya çıkardılar. Birbirinden ayırt edilemeyen, kimin kim olduğu anlaşılmayan aynı yaşlarda başörtülü dört ya da beş kadın. Sonra tekrar Gizem’i gördüm, yanıldığını anlamış, aynı hızla geri 6108’e koştu.

Tüm bu olanlar karşısında bambaşka hissetmeliydim, bambaşka düşünmeliydim; ama aklıma gelen ilk düşünce reçeteyi daha sonra istemeliyim oldu.


Elimde çantalarla koridoru bitirdim. Asansörlerin önüne geldim. İkincisi çalışmıyordu, bir süre birinciyi bekledim. Gelince yemek arabası ve diğer iki refakatçi ile asansöre sıkıştık. Elimi dolu görünce “gel oğlum, sığarız” deyip yer açtılar. “Hastaları da bu asansörle indiriyorlar” dedi kadınlardan biri, öbürü yazıklandı. Dördüncü katta iki orta yaşlı erkek ağır bir ter kokusuyla asansöre bindi. İkinci katta da herkesi sıkıştırarak kısa, tık nefes bir kadın.

Hastaneyi bir baştan bir başa kat edip dışarı çıktım. Bulutsuz, dupduru bir gündü. Yüzüme soğuk hava çarptı. Bir an sersemledim. Pencere aralığından gelen hava gibi değildi, her yerimi sarıyordu. Yüzümü yıkadığım su gibi değil de içine girdiğim deniz gibi. Temiz havayı yirmi üç gündür pencere aralığından soluyordum. Ben bile böyle hissediyorsam babam kim bilir nasıl hissedecekti.


Çantaları arabaya yerleştirip tekrar hastaneye döndüm. Altıncı kata çıktığımda telaş bitmişti ama gerginliğin geçmediğini anladım. 6108’in kapısında bir sağlık görevlisi nöbet tutuyor, hasta yakınlarını içeriye bırakmıyordu. Koridordaki kadınlar çoğalmıştı. Genç bir kadın biraz ileride çömelmiş ağlıyordu. Diğer ikisi karşı duvarın dibinde ayakta durmak için birbirine tutunmuştu. 


Hemşire bankosu odanın çaprazındaydı. Bankoda tanımadığım bir hemşire ve kattaki hemşirelerden sorumlu Selçuk oturuyordu. Hemşire önündeki dosyada bir şey arıyordu. Katta olanlardan değil de aradığını bulamamaktan canı sıkılmış gibiydi. Ben de umursamaz, duygusuz görünmekten çekindiğimden fısıldayarak çıkış kartını onaylamasını istedim. Başını kaldırmadan karta imza attı, hasta çıkışa uğrayıp tekrar getirmemi söyledi. Kartı aldım, kimsenin yüzüne bakmamaya dikkat ederek 6108’in önünden geçtim, 6104’e girdim. 

Babam televizyonu kapatmıştı. Uzandığı yerden dışarıyı seyrediyordu. Ellerini başının altına almıştı. Üzerindeki uzun kollunun, kolları sıyrılmıştı. İncecik kolları artık giysiyi dolduramıyordu. Çok zayıflamıştı. Az önceki berrak mavi gökyüzü kirli camlardan geçip sarı tozlu bir gökyüzüne dönüşmüştü. Dışarıdan gelince içerideki ılık, insan ile ilaç karışımı koku daha rahat anlaşılıyordu. Yirmi üç gün nasıl kaldık bu odada.


Yürüyüp camı bir karış açtım, ancak o kadar açılabiliyordu. “Tamam mıyız?” diye sordu babam. Çıkış kartını salladım. “Hasta yatışa onaylatınca tamam,” dedim. Yüzü ışıldadı. Dişlerini sıkarak gülümsedi. Böyle gülümseyince mutlu mu mutsuz mu olduğunu asla anlayamam. Yine cama çevirdi başını.

“Mavi Kod anons edildi,” dedi.

“Duydum.”

“6102 mi? Bütün gece bağırdı kadın. Çok bağırdı.”

“6108.”

Ötesini sormadı babam, ben de uzatmadım. Kalabalığın dağılması lazım diye düşünüyordum. Babamı o kalabalık koridorun içinden geçiremem. Zaman kazanmak için oyalanmalıyız.

“Aşağı kattan bir araba bulayım, sonra da Gizem’e reçeteyi yazdırayım.” 

Kolunu kaldırdı. Damar yolunu salladı. 

“Giderken hemşireye söyle, bunu çıkarmayı unutmasın bu sefer.”

Odadan çıkınca arkamdan kapıyı kapattım. Koridorda sesler çoğalmıştı. Artık tek bir kadının etrafında toplanmışlardı. Kadın yanındakileri görmeden bir sağına bir soluna döne döne ağlıyordu. Diğerleri onu susturmaya uğraşıyorlar, sırayla göğüslerine bastırıyorlardı. Arada bir, gruptan biri ayrılıyor, duvar dibinde yüzünü gözünü siliyor, uğuldanıyor, sonra gruba geri dönüyordu.

Bankonun önünden geçerken Selçuk seslendi. Bu sefer Çağla Hemşire vardı yanında. Bir memnuniyet formu doldurup dolduramayacağımı sordu. “Memnuniyetle,” dedim. Çağla’ya da damar yolunu söyledim. Bu aramızda küçük bir şakaymış gibi gülümsedi. O da geçen seferi hatırlamıştı. 

Tam o sırada geldi Hoca. Ağır ağır bankoya yaklaştı. Elinde büyük bir dosya tutuyordu. Hastanede olduğunu bile bilmiyordum, bugün vizitesi yoktu. Belli ki 6108’i duyup gelmişti. Hoca, Çağla ve Selçuk konuşmadan bakıştılar. Ne diyecekler diye bekledim, ama hiç kimse bir şey demedi. İç çekti sadece Hoca, başını eğdi. Aynı ağır adımlarla, yorgun gerisin geri koridorda uzaklaştı.

Formu imzalayıp Selçuk’a uzattım. “Çok sağ ol,” dedi, “Hastane bunları her çıkışta istiyor.” “Sorun değil,” dedim, kalemi uzattım. Ağlamalar birden arttı arkamda. Kadınlar hem ağlıyor hem birbirlerini susturmaya çalışıyorlardı. Tekerlekli yatak yanımdan geçti. Üstü beyaz bir örtüyle sımsıkı kapalıydı. Başı ne tarafta diye merak ettim, bir anlamı varmış gibi ama örtünün altından anlaşılmıyordu. Hademe onu zorlukla ittiriyordu. Kadınlar arkasından yürüdüler. Böylece koridorun sonunda yitip gittiler.

Daha fazla oyalanmadım. Hasta yatışta borcu kapatıp gerekli imzayı aldıktan sonra sağ kolu kırık ama kalanı sağlam bir arabayla altıncı kata döndüm. Şimdi diğer odadaki refakatçiler koridora çıkmıştı. Birbirleriyle sessizce konuşuyorlardı ama 6108’i konuştuklarını adım gibi biliyordum. Kimseye selam vermeden odaya gittim. “Hadi,” dedim babama. İnce bacaklarını bükmeden kalktı, geçti arabaya oturdu. Yirmi üç gün önce taşımıştım babamı bu odaya, o zaman ağırdı. Zorlanınca hademeyi çağırmıştık. Şimdi ikimiz de biliyorduk taşıyabileceğimi. Ama ben ağır olsun istiyordum yine. Kucağına kalan torbaları verdim. İçinde kirliler, terlik ve kâğıt peçete tarzında hafif eşyalar vardı. Arkasına geçip ittirdim arabayı.

Bankonun önünden geçerken Çağla’ya el salladık. Selçuk geçmiş olsun diledi. Sadece koridorda birbirimizi gördüğümüz için tanışık olduğum bir iki refakatçi nazikçe selamladı. Koridorun sonunda, asistanlar odasının önünde durduk. Kafamı içeri uzatınca Gizem dışarı çıktı hemen. Bana reçeteyi uzattı. Babamın elini tuttu. Kendine iyi bakmasını, onu bir sonraki sefer daha sağlıklı görmek istediğini söyledi. Babam dişlerini sıkarak gülümsedi. Gizem’in beyaz elini, kemikli ellerinin içine aldı, kaybetti. 

Sonra babamın tüm ağırlığını kollarımda hissederek var gücümle sürdüm arabayı. Altıncı katı terk ettik.

Comments


bottom of page