top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Menekşeler

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 30 Ağu
  • 4 dakikada okunur

"Aynadaki kahverengi lekeler, yüzünde ellerinde çıkan lekelere benziyordu. Ayna da yaşlanmıştı demek ki."


Janet Mayragül Özsolak


Erkenden uyandı. Uyandığında ilk gördüğü, başucundaki Suzan’ın fotoğrafı; sarı dalgalı saçları omuzlarında, yüzünde kocaman bir gülümseme. Geliyorum menekşem, öğlen olmadan yanındayım dedi içinde tanıdık bir sevinçle. 

Gözlüğünü taktı, yatağın kenarında bir süre oturdu, vücudunu dinledi. Taş gibiyim maşallah dedi biraz kinayeli biraz da inanarak. İdare ederdi. Yüzünü yıkadı, üstünü değiştirmeden mutfağa geçti. Ne zamandır işe çağıran olmamıştı. Gitmezdi zaten, Suzan günüydü bugün. 

Çaydanlığın altını yaktı. Sapı da sallanıyordu uzun zamandır. Elini yakmadan yeni bir sap taktırmak lazımdı. Yapılacaklar listesine çaydanlık sapını ekledi. Liste gittikçe uzuyordu. 

Bir tabak, bir çay bardağını salondaki büyük masanın üzerine koydu. Salon, sokağa bakıyordu, aydınlıktı. Pencereyi açtı. Salonun duvarlarında sokağın sesleri yankılandı. Murat yine defterini unutmuş, Mıstık’ın karnı aç, servis şoförü sabırsız, korna üstüne korna. Pencereyi kapattı. Sesler bir bir düştü duvarlardan. 

Kahvaltılıkları getirmek için mutfağa gitti. Beyaz peyniri bitmişti, listeye onu da ekledi. Siyah zeytinin tadı buruktu, onu yemedi. Kızarmış ekmeğin üstüne tereyağını bolca sürdü, limonlu çayından bir yudum aldı, Suzan’dan yadigar alışkanlık. Televizyondan hava durumunu dinledi. Yarın, yağmurun geleceğine şaşırmadı, kemikleri haber vermişti. 

Pencerenin pervazında dizili mor, pembe, beyaz menekşeleri suladı, Suzan’ın en sevdiği. Kurumuş yapraklarını, solmuş çiçeklerini itinayla temizledi. Her sene bir saksı daha ekleniyordu. Pervazda iki üç saksıya daha yer vardı. Onları ekleyecek ömrü var mı bilmiyordu. Hal hatır sordu çiçeklere. Kadife yapraklarını okşadı. Bir iki name bile mırıldandı. Müziğin çiçeklere iyi geldiğini gazetede okumuştu. 

Bulaşıkları lavaboya bırakıp banyoya gitti. Diş macununu fırçasına koydu. Suzan’ın sesi kulaklarında çınladı, “Naif Bey, şunu şöyle sıkma ne olursun.” Kızması bile bir tatlı olurdu gülümsemesiyle. Altta kalan macunu yukarıya aldı hemen. Aynadaki kahverengi lekeler, yüzünde ellerinde çıkan lekelere benziyordu. Ayna da yaşlanmıştı demek ki. Uzun uzun baktı yansımasına. Kafasının tepesi iyice açılmıştı, bir iki tel yapayalnız direniyorlardı, gözleri küçülmüş, dişleri sararmıştı. Sigarayı bırakmalıydı. 

Vapur saati yaklaşıyordu. Hazırlanmak için yatak odasına geçti. Yatağı alelacele kapattı. Gardırobun kapısını açınca gıcırdadı. Suzan’ın tarafı da gıcırdıyor mu kontrol etti. Sessizce açılınca rahatladı. Kapıyı açar açmaz, Suzan'ın kokusu okşadı yüzünü. Limon, mandalina karışımı, her kokladığında içini ısıtan taptaze koku odada gezindi bir süre. Gardıroptaki parfüm şişesi gözüne çalındı, çok az kalmıştı. Onu da listeye ekledi. 

Bir zamanlar zengin iş adamı rolüne uygundur deyip sakladığı kahverengi gabardin takımını giyindi. Beli sıkıyordu biraz, kolları kuru temizlemeden yıpranmış, yer yer dokuması seyrekleşmişti. Yeşilçam hayallerinden geriye kalan figüranlık da olsa, Suzan’ı tanımasına vesile olduğu için hiç pişman değildi. Bir iki filmde repliği bile olmuştu. Yeri geldikçe repliğini söyler, Suzan’ı güldürürdü. “Ben yapmadım”

Paltosunu giyindi, siyah rugan ayakkabılarına uzandı eli. Topukları erimişti ama hala üstü sağlamdı. Etrafımdaki her şey eskiyor deyip bir ah çekti.

İskeleye varmadan Cumhuriyet gazetesini aldı. Her gün baştan sona gazete okumakla övünürdü. Büfeci yine hayat pahalılığından, evini geçindiremediğinden konuşmaya başlayınca, bekleyenim var kusura bakma, deyip sahile indi. Yarın sohbet ederdi nasıl olsa.

Kandilli İskelesi’nden Rumeli Hisarı’nı seyretti. Anadolu Hisar’ına nazaran daha heybetli duruyordu. Suzan, yakındı Rumeli Hisarı’na, Boğaz ayaklarının altındaydı. 

Birazdan gelirdi vapur. Kandilli‘den önceki iskeleleri düşündü. Çubuklu, Paşabahçe’den önce miydi, sonra mıydı aklına takıldı. Unutmaya başlamıştı. Annesi gibi olmaktan korktu.

Vapur göründü. Kaptan bir öne bir arkaya gitti, kendisine yaklaşan kayığa düdük çaldı. Bu hatta, ufak eski vapurlar vardı. Turuncu beyaz bacaları, turuncu direkleri, Boğazdan geçen, büyük tankerlerin, şatafatlı turistik yatların yanında eski İstanbul'dan tanıdık manzaralardı.

İskeledeki görevli halatları koşarak büyük demir halkalara geçirdi, yürüme iskelesini kızak kaydırırcasına sürdü. İnen olmadı. Binenler de üç beş kişiydi. 

Fötr şapkasını iyice bastırdı kafasına. Rüzgarlıydı biraz. Dizleri ağrıdı yukarı terasa çıkarken. Hava serin de olsa dışarda oturmak hoşuna gitti. İnsanı canlandıran bir serinlik. Yalnız değildi terasta. Genç bir kadın etrafına bakınıp defterine yazıyordu. Onun yanında da büyük güneş gözlüğü takmış bir kadın. Güneş bulutlarla örtülüydü oysa. Fazla bakıp rahatsız etmek istemedi. Gazetesini açtı. Ancak ön ve arka sayfaya göz atacak kadar zamanı vardı. Kandilli ‘den hemen karşıya geçecek, Bebek’de inecekti. Önceleri haftada üç kere giderdi Suzan’a. Şimdilerde, haftada bir kere gidebildiğine sevindi. Martılar vapuru yolcu ettiler. Yanında ekmek olmadığına üzüldü.

Bebek’ten Aşiyan’a yürümeyi gözü almadı. Yokuş çıkacağını da hesaplayıp otobüse binmeye karar verdi. Taksiye vereceği para zorlardı onu. Hoş, taksi de kolay bulunmuyordu son zamanlarda. Bebek her geldiğinde daha kalabalığına geliyordu. Üstüne üstüne geliyordu insanlar. Ne kadar değişmişti İstanbul. Şansına otobüsü çok beklemedi, boş yer bile buldu.  

Bütün yolu yürüyebildiği günlerin üstünden uzun zaman geçmişti. Aşiyan’da indi. Yokuşu yavaş yavaş çıktı. Havanın sıcak olmadığına şükretti. Demir kapıyı görünce rahatladı. Mehmet yoktu girişte. Çeşmenin yanındaki plastik şişelerden birini kendisi aldı doldurdu. Suzan’ın yanına çıktı.

Suzan’ı uzaktan görünce, hızlandı adımları, nefes nefese kaldı. Hemen oturdu, Suzan’ın yanına, mermer soğuktu. Alnındaki terleri sildi, soluklandı biraz. Kalbi daha ne kadar dayanır bilemedi. Dayandığı güne kadar gelecekti ziyarete. Sonra da hep birlikte uyuyacaklardı bu mezarlıkta. Boğaza karşı, deniz manzaralı, hayatlarının son durağı. Suzan'ın dedesinden kalan tek toprak parçası.

Yabani otlar her yeri bürümüştü yine. Tek tek kopardı hepsini. Diktiği çiçekler nefes aldılar, salındılar nazlı nazlı. Gelecek hafta yabani otları öldürmek için ilaç mı getirseydi. Listeye eklenecek bir şey daha. Çiçekleri de öldürür diyerek çabucak vazgeçti. Getirdiği suyu yavaş yavaş gezdirdi Suzan’ın üzerinde. Yedi sene önce bugünü düşündü, onu burada bırakıp, eve yalnız döndüğü günü. Her gün daha çok özlüyordu, yine sızladı kalbi. Gözünden damlalar düştü, toprak emdi acısını.

Mezarın üstündeki fotoğrafa uzun uzun baktı, okşadı, öptü. “Bir tanem, bak yine geldim. İyi misin, menekşem benim. Ben… iyiyim, merak etme. İşe çağırmadılar bugün, yok. Zaten gitmezdim, sana sözüm vardı. Aslında çok çağırmıyorlar artık. Hava iyice bulutlandı… ama Allah'tan yağmur yok… Hayat devam ediyor, seni her gün özlüyorum”

Boğazdan geçen tankerin sesi düşüncelerini böldü. Etrafına bakındı, kimseler yoktu. Sakindi. Gençler olurdu bazen, Edip Cansever’i, Tezer Özlü’yü soran. Öğrenmişti yerlerini Mehmet’ten, soran olursa tarif ederdi. Cansever’den Masa da Masaymış Ha şiirini bilirdi ama Tezer Özlü’yü hiç okumamıştı.

Suzan’ın fotoğrafını iyi ki koydurmuştu; sarı dalgalı saçları gür, mavi gözleri ışıl ışıl. Başucunda tuttuğu fotoğrafın aynısı. Her geldiğinde Suzan'ın gülümseyen yüzünü görünce mutlu oluyordu. Dönüş vapuru saatine kadar oturdu Suzan’ın başında. Bir sigara yaktı. “Bırakıcam, bırakıcam.” Rüzgarda salınan ağaçlar, boğaz manzarası eşlik etti onlara.

Eve dönmeden, çiçekçiden bir menekşe aldı, ortası beyaz, etrafı mor çiçekli. Bir sene daha geçti Suzan’ın özlemiyle. Saksıyı yerleştirdi diğerlerinin yanına. 

Yemeğini hazırladı, bir tabak, bir bardak, bir çatal koydu masaya…

1 Yorum


Erken giden sevgili insana ölümü bile sevdiriyormuş. Yaşadığı günü daha önce yaşadıklarının hatırına yaşar gibi, yaşadığı güne dünü dünde kalan anlamları taşır gibi. Böyle nezaketli bir yas okumamıştım, öleni de incitmez böyle geride kalanlar. Çok güzel öykü tebrik ederim. 👏👏👏

Beğen
bottom of page