top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Hatice’nin Tokadı

Bir kapı çarpıyor hışımla. Soğuk bir zeminde anamın rahmini arıyorum. Dizlerimi çekip kıvrılıyorum, sığmaya çalışıyorum sıcaklığına. Sessizlik tehlikeli. Mutfaktan kapılan bir ekmek bıçağı ihtimali korkunç.

Neslihan Demir


Güneşin artıkları gri bulutların saçaklarındayken, işte o dar vakitte; deprem oluyor sanıyorum. Tavandaki lamba kıpırdamıyor. Oturduğum koltuk, duvardaki uyduruk tablo, kitaplıktaki süs eşyaları yerli yerinde. Köşedeki geniş yapraklı, yaşlı bitki sakin. Sesler gümbürdüyor kulağımda. Peşinden tabak çanak şangırtıları ve bir kadın çığlığı.

“Yapma!” diyor.

“Yapma!” diyorum.

Üst kattaki adam bağırıyor. Hatice burada olsaydı keşke. İş beklediğimden değil sadece şu koltukta, yanımda olsaydı az daha. Hatice sağlam kadın, ama nasıl dursun fazladan? Sırtında bir koca, paçasında dört çocuk, ikinci göz odasında kaynanası var. Üzerinde mandalina kabukları olan soba odun, evdeki boy boy cıvıltılılar sıcak bir çorba bekler. Hatice duramaz. Koluna çantasını, eline poşetlerini alır, altıya bir kala süzülür kapıdan. Küçük ayaklarıyla dev adımlar atarak gider evine.

Nereden çıktı bu nöbet? Zangırdıyor elim ayağım. Çok derinlerde bir kabuk kırıldı kırılacak. Katman katman açılacak kilitli kapılarım. Kadın susmazsa, yaralı ruhum hortlayacak yeniden. Sarsıntı devam ediyor. Sesler önce nereye çarpıyor belli değil. Gözlerimi kapatıyorum. Yavaşça bir sağa bir sola çeviriyorum başımı. Sonra daha hızlıca bir sağa bir sola. Bunu kendime yapamam. Evden çıkıp gitmeliyim.

“Yapma Mehmet, yapmaaa!” Duvarda patlayan bir güm sesi.

“Yapma Levent!” diyorum. Başım dönüyor kafamı duvardan çekerken. Kanım aşağıya doğru büklüm büklüm bir yol oluyor. Hatice yeni silmişti yerleri. Ağzı köpüklü bir canavar saçlarımı eline doluyor.

“Bana bak kızım, gebertirim seni!” diye haykıran adamın tehditleri beni de vuruyor. O, saçlarıma asıldıkça geriye düşüyor başım. Tükürükleri ıslatıyor yüzümü. Bağırmak istiyorum, dört duvarda sekiyor biçare feryat figan. Kaba elleri kapatıyor nefesimi. Koridora doğru kurtarıyorum kendimi. Belime bir tekme iniyor. Ayaklarım yerden kesiliyor. İçi nemden çürümüş bir ağaç gibi devriliyoruz taşların soğukluğuna.

İnlemeler, ağlamalar, yalvarmalar doluyor kulaklarıma. Bir ben duyuyorum, bir de o kadın. Küfürler yankılanıyor. Çıplak ayaklarının çirkin parmaklarıyla dürtüyor yüzümü. Elinden aşağıya sarkan kemerin tokası gözümde parlıyor. Ensemden belime kırmızı, kabarık, ısırgan bir yol oluyor. Merhameti sönmüş adam, durmuyor, duymuyor.

Bir kapı çarpıyor hışımla. Soğuk bir zeminde anamın rahmini arıyorum. Dizlerimi çekip kıvrılıyorum, sığmaya çalışıyorum sıcaklığına. Sessizlik tehlikeli. Mutfaktan kapılan bir ekmek bıçağı ihtimali korkunç. “Hadi!” diyorum. “Bağır, çağır bir şey yap!” Beni ve o kadını dilim dilim bölen uzun bir bekleyiş oluyor. Endişe, kırılmış kemiklerin sızılarını örten karanlık bir örtü gibi kapanıyor üstüme. Bekliyorum çıt çıkarmadan. Boynu bulanık bir göle düşmüş beyaz bir kuğuya yaklaşıyor sürüngen sesler. Duyuyorum. Bunu iyi bilirim. Ölmemiş demek ki kadın.

Bir zelzele daha başlıyor gedikli ruhumda. Unutmak istediğim o sinsi boşluk, ete kemiğe bürünüyor. Tokatlıyor, evirip çevirip dövüyor beni. Sesler, inançlar, eşyalar karışıyor birbirine. Hangimizin canı daha fazla acıyor?

Levent'in içinden çıkıp giden öfkenin boşalttığı yeri, pis bir şehvet alıyor. Arsız ve kararlı bir çatal dil dolanıyor kulağımda.

“Nazlanma hadi, kıskanıyorum kızım anlasana!” diye kükrüyor yukardaki adam.

Kalınca bir yılan gibi dolanıyor kolları incinmiş bedenime. Yaslandığım duvarın dibinden kaldırıyor sökercesine. Morarmış gözüme, patlamış dudağıma hiç aldırmıyor.

Beni, Hatice’nin sabah serdiği beyaz çarşaflara fırlatıyor. İtaatkâr bir köpek oluyorum. Beni seviyor!

Yukardaki adamın, gırtlağından çıkan boğuk ve paslı şehvet ünlemleri, limana yaklaşan bir geminin düdüğüne dönüşüp bana çarpıyor. Kadının sessizliğinden anlıyorum, hiç zevk almıyor. İçin için ağlıyorum, bence o da ağlıyor. Daha fazla dövülmemek için elinden geldiğince rol yapıyor. Kocasına, gücünü kudretini en derinden hissettiriyor. Adam mutludur kesin. Kendini dağ gibi sarsılmaz, babayiğit bir şey sanıyor. Kısa süre sonra bitiyor karyola gıcırtıları.

Levent kalkıyor üstümden. Ezik büzük varlığımda her yerim kâğıt kesiği. Ona bahşedilmiş yüceler yücesi kıymetlisine bir şey sarmadan doğruluyor yataktan. Bir sigara yakıyor banyoya giderken. O, suları dökerken arınıyor günahından, bense gittikçe kararıyorum. Etlerimin kırmızılığı evvela yeşile, sonrasında kömüre dönecek. Kaç hafta sürer iyileşmem? Çiğnenmiş ekmekler mi basalım yaralarımıza ya da çiğ etler mi? Hatice’ye sorarım, o bilir.

Gecenin koyuluğunda parlıyor beyaz çarşaflar. Ben ayaktayım. Gözlerime batıyor un ufak olmuş camlar. Dikenli bir sarmaşık gibi tutmuş yatağı, uykunun tatlı kucağına düşmüş Levent. Sere serpe, nasıl savunmasız. “Öldürsem ya onu şuracıkta; nasıl da güzel olur. Dünya paklanır bir pislikten!” diye geçiriyorum içimden. Elimde bir bıçak peyda oluyor. Defalarca batırıyorum diri etine. Bir damla kan çıkmıyor. Kahrolasıca adamlar, bir türlü ölmek bilmiyor.

Kadından hiç ses yok. Uyuyor mu acaba? Uyumuyordur uyumasına ya; kim bilir çaresizliğine nasıl bir yol arıyor. Dönse anasının evine sığmıyor, kalsa kemikleri yalan yanlış kaynıyor. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Pencereyi açıyorum. Şehir ışıkları neşeli bir ritim tutturmuş. Caddelerde hala insanlar yürüyor. Geçen arabalarda arabesk bir şarkı arıyorum. Denk gelmiyor. Hava keskin, ölmek için güzel. Yağmur ıslatıyor bir yandan. Aşağıya kadar dokuz kat. Yeterli! Son kez dönüp bakıyorum. Levent yok! Ondan kurtulalı iki sene oluyor. Beni, o tokatçı boşluğa göbeğimden düğümleyip defolup gitmişti; doğru ya. Uyuşturan ilaçların kötü hatıralarla aramda güçlükle açtığı mesafe hızla kapanıyor.

Şimdi ipimi koparma vakti. Bırakıyorum kendimi. Gökyüzünde süzülürken başından vurulan bir kuş gibiyim. Kolları bacakları rüzgârgülü gibi eklemlerine ters duran bir kadının üstüne düşüyorum. Henüz ölmemiş sıcak bedeni sarsılıyor. Yüzündeki çürüklere tezat belli belirsiz bir tebessüm var yırtık dudaklarında. Bense hayallerinin peşinden koşarken bir uçurumdan aşağıya yuvarlanıp, bir kancanın ucunda donumdan asılı kalmış gibiyim. Ne çakılabiliyorum yere, ne çıkabiliyorum düzlüğe. Öyle böyle her şey sallanıyor. Deprem mi oluyor?

Elimi ayağımı silkelemeye fırsat vermiyor gökyüzü. Bulutlar rahmetle beraber başka kadınları da yağdırıyor üstüme. Altımda ölü bedenler. Komşu kadın da atlıyor kavuşma arzusuyla. Henüz ölmeden, sertçe çarpıyor bana. Yama tutmaz ruhlarımız bütünleniyor. Kadınlar etten bir enkaza dönüşüyor Hepsinin yüzü tanıdık. Adları kayıp. Çoktan unutulmuş, mezarsızlar. Kim itilmiş, kim bile isteye atlamış orası meçhul.

Takım elbiseli adamların rugan ayakkabıları ile açılan kırmızı bir halı bize doğru yuvarlanıyor. İçlerinden birisi pek itibar görüyor. Saçlarına yağmur gelmesin diye çabalıyor şemsiye tutan başka adamlar. Birkaç emir savuruyor öylesine. Sadece bir flaş patlaması kadar bir andan sonra dönüp gidiyor. Şemsiyeliler de peşinden. Halı bile topluyor kendini. Siyah arabalar ordusu ortalıktan kayboluyor. Bir mikrofon halimizi soracak gibi oluyor. Aldatmaya meyyal haberlerdeki yerimiz için tek kare fotoğrafımız yetiyor. Tanımadığım bir pop yıldızının adı geçiyor. Asabi muhabir, mikrofon ve kamera cıvık bir buhranın yapışkanlığından, eller havaya partisine koşuyor. Bizi unutuyorlar.

Ölü kadınların arasından sıyırmaya çalışıyorum kendimi. Tek tek ağıt yakıyorum başlarında. Kiminin açık kalan gözlerini örtüyorum ellerimle. Kiminin kırık boynunu düzeltiyorum. Üstü başı parçalanmışların battaniyesi oluyorum. Bazılarının hiç okşanmamış saçlarına yıldızları seriyorum. Yüzleri tanıdık ama adlarını çıkaramıyorum.

Sekize bir kala, anahtar oturuyor kilide. Hiçliğe takılı kalmış gözlerimin içine giriyor Hatice. Yumruk yaptığı küçük elini ağzına götürüp dövünüyor. Bir şeyler söylüyor ama kulaklarım duymuyor. Ben ona bakmıyorum, o benim baktığım boşluğa girip çıkıyor. Her yer derli toplu, ben darmadağınık. Avuçlarımda yolduğum saçlarım tutam tutam, mühürlü. Önümde eğiliyor sonra. Elinde bir bardak su, bir kutu ilaç. Nafile, bırakıyor en sonunda yere. Kuru ama diri kadın Hatice. Eli de kuvvetli maşallah. Yüzüme okkalı bir şamar indiriyor. Kötü adamların izini Hatice’nin tokadı siliyor.

bottom of page