Öykü: Hatice’nin Tokadı
Bir kapı çarpıyor hışımla. Soğuk bir zeminde anamın rahmini arıyorum. Dizlerimi çekip kıvrılıyorum, sığmaya çalışıyorum sıcaklığına. Sessizlik tehlikeli. Mutfaktan kapılan bir ekmek bıçağı ihtimali korkunç.
Neslihan Demir
Güneşin artıkları gri bulutların saçaklarındayken, işte o dar vakitte; deprem oluyor sanıyorum. Tavandaki lamba kıpırdamıyor. Oturduğum koltuk, duvardaki uyduruk tablo, kitaplıktaki süs eşyaları yerli yerinde. Köşedeki geniş yapraklı, yaşlı bitki sakin. Sesler gümbürdüyor kulağımda. Peşinden tabak çanak şangırtıları ve bir kadın çığlığı.
“Yapma!” diyor.
“Yapma!” diyorum.
Üst kattaki adam bağırıyor. Hatice burada olsaydı keşke. İş beklediğimden değil sadece şu koltukta, yanımda olsaydı az daha. Hatice sağlam kadın, ama nasıl dursun fazladan? Sırtında bir koca, paçasında dört çocuk, ikinci göz odasında kaynanası var. Üzerinde mandalina kabukları olan soba odun, evdeki boy boy cıvıltılılar sıcak bir çorba bekler. Hatice duramaz. Koluna çantasını, eline poşetlerini alır, altıya bir kala süzülür kapıdan. Küçük ayaklarıyla dev adımlar atarak gider evine.
Nereden çıktı bu nöbet? Zangırdıyor elim ayağım. Çok derinlerde bir kabuk kırıldı kırılacak. Katman katman açılacak kilitli kapılarım. Kadın susmazsa, yaralı ruhum hortlayacak yeniden. Sarsıntı devam ediyor. Sesler önce nereye çarpıyor belli değil. Gözlerimi kapatıyorum. Yavaşça bir sağa bir sola çeviriyorum başımı. Sonra daha hızlıca bir sağa bir sola. Bunu kendime yapamam. Evden çıkıp gitmeliyim.
“Yapma Mehmet, yapmaaa!” Duvarda patlayan bir güm sesi.
“Yapma Levent!” diyorum. Başım dönüyor kafamı duvardan çekerken. Kanım aşağıya doğru büklüm büklüm bir yol oluyor. Hatice yeni silmişti yerleri. Ağzı köpüklü bir canavar saçlarımı eline doluyor.
“Bana bak kızım, gebertirim seni!” diye haykıran adamın tehditleri beni de vuruyor. O, saçlarıma asıldıkça geriye düşüyor başım. Tükürükleri ıslatıyor yüzümü. Bağırmak istiyorum, dört duvarda sekiyor biçare feryat figan. Kaba elleri kapatıyor nefesimi. Koridora doğru kurtarıyorum kendimi. Belime bir tekme iniyor. Ayaklarım yerden kesiliyor. İçi nemden çürümüş bir ağaç gibi devriliyoruz taşların soğukluğuna.
İnlemeler, ağlamalar, yalvarmalar doluyor kulaklarıma. Bir ben duyuyorum, bir de o kadın. Küfürler yankılanıyor. Çıplak ayaklarının çirkin parmaklarıyla dürtüyor yüzümü. Elinden aşağıya sarkan kemerin tokası gözümde parlıyor. Ensemden belime kırmızı, kabarık, ısırgan bir yol oluyor. Merhameti sönmüş adam, durmuyor, duymuyor.
Bir kapı çarpıyor hışımla. Soğuk bir zeminde anamın rahmini arıyorum. Dizlerimi çekip kıvrılıyorum, sığmaya çalışıyorum sıcaklığına. Sessizlik tehlikeli. Mutfaktan kapılan bir ekmek bıçağı ihtimali korkunç. “Hadi!” diyorum. “Bağır, çağır bir şey yap!” Beni ve o kadını dilim dilim bölen uzun bir bekleyiş oluyor. Endişe, kırılmış kemiklerin sızılarını örten karanlık bir örtü gibi kapanıyor üstüme. Bekliyorum çıt çıkarmadan. Boynu bulanık bir göle düşmüş beyaz bir kuğuya yaklaşıyor sürüngen sesler. Duyuyorum. Bunu iyi bilirim. Ölmemiş demek ki kadın.
Bir zelzele daha başlıyor gedikli ruhumda. Unutmak istediğim o sinsi boşluk, ete kemiğe bürünüyor. Tokatlıyor, evirip çevirip dövüyor beni. Sesler, inançlar, eşyalar karışıyor birbirine. Hangimizin canı daha fazla acıyor?
Levent'in içinden çıkıp giden öfkenin boşalttığı yeri, pis bir şehvet alıyor. Arsız ve kararlı bir çatal dil dolanıyor kulağımda.
“Nazlanma hadi, kıskanıyorum kızım anlasana!” diye kükrüyor yukardaki adam.
Kalınca bir yılan gibi dolanıyor kolları incinmiş bedenime. Yaslandığım duvarın dibinden kaldırıyor sökercesine. Morarmış gözüme, patlamış dudağıma hiç aldırmıyor.
Beni, Hatice’nin sabah serdiği beyaz çarşaflara fırlatıyor. İtaatkâr bir köpek oluyorum. Beni seviyor!
Yukardaki adamın, gırtlağından çıkan boğuk ve paslı şehvet ünlemleri, limana yaklaşan bir geminin düdüğüne dönüşüp bana çarpıyor. Kadının sessizliğinden anlıyorum, hiç zevk almıyor. İçin için ağlıyorum, bence o da ağlıyor. Daha fazla dövülmemek için elinden geldiğince rol yapıyor. Kocasına, gücünü kudretini en derinden hissettiriyor. Adam mutludur kesin. Kendini dağ gibi