Öykü: Sakın Bakma
"Seçim zamanı bu Beş Harfli’den korunmak için gökyüzünü kapatacak bir sistemi bile vaat ederek yıllarca oy istediler."
Salih Bircan
Tek inandığım gerçek, ona doğrudan bakabiliyor olmam ve bunun hiçbir zararının olmamasıydı. Ama benim dışımdaki herkes ona bakmaya ölesiye korkuyordu. Çünkü böyle inanmışlar ve bu böyle sürüp gidiyordu. Onun adını bile ağızlarına almıyorlardı hatta. Altı Harfli diyorlardı bu yüzden ona. İsmi altı harften oluşuyordu ya hani. Gülmemek elde değildi. Sanki onun adını da kendileri koymamışlar gibi.
Karşımdaki duvarda bir penceresi olan karanlık bir zindana hapsettiler beni. Bir sandalyeye oturtup ellerimi ayaklarımı bağladılar önce. Tüm işkencelerine katlanıyordum. Fikrimden asla vazgeçmiyordum.
Bulaşıcı bir hastalığım varmış gibi benden korunmak için ağzına burnuna maske takan bir adam bugün ikinci defa geldi yanıma:
-Hâlâ direnecek misin? Daha ne kadar acı çekmek istiyorsun? Cevap ver, dedi.
Sustum. Onun cahil ve zorba hâline acıyan gözlerle baktım, ta gözlerinin içine. Başımı yere eğip güldüm sonra. Çünkü gülmek de bir direnişti bana göre.
- Peki, sen bilirsin ama çok pişman olacaksın, dedi ve çıktı.
Tüm bu zorbalığa katlanışım sadece doğru bildiklerim içindi.
Herkes ama herkes ‘’Sakın bakma!’’ demeseydi aldırmayacaktım belki. Bu kadar inatlaşmayacaktım. Bu kadar başıma bela etmeyecektim bu düşünceyi. İnandığım doğrunun kurbanı olsam da vazgeçemiyordum şimdi. Onların bir tabu haline getirdiği bakmama saçmalığı bir dogmadan başka bir şey değildi. Bunu kanıtlamak uğrunaydı tüm çabalarım. Ve bu çabalarım onları çok kızdırmıştı. Binlerce yıllık inançlarına ve düzenlerine çomak sokuyordum. Onlar için bir tehditten başka bir şey değildim. Ama ben bir bilim adamıydım. Uydurma hurafelere inanacak değildim.
Biliyorsunuz ki ben, uzak bir galaksiden, Attein denilen bir gezegenden geldim. Küçük bir gezegendir Attein. Tek bir devletten oluşmaktadır. Attein adında gökyüzünde sadece bir tane yıldız vardır. Her ay sadece birkaç gece görünür. Diğer zamanlar bulutların ardında saklanır. İşte bakmaktan korkulan şey o yıldızdır.
Bakınca neler olacakmış ki? Uğursuzluk getirecekmiş. Ölebilirmiş insan. Ya da sevdiklerini kaybedermiş. Evi barkı yanarmış, yıkılırmış. Kör olurmuş adam vesaire vs. Binlerce yıldır inanmışlar işte. Yıldız göründüğü zaman, ışığından nasıl da kaçıyorlar. Evlerin perdelerini sıkı sıkıya kapatıyorlar. Her ay gökte göründüğü o gecelerde hiç dışarı çıkmayan insanlar var. Çıksalar bile onları koruyacağına inandıkları bir sürü şey kullanıyorlar.
Yıllarca izledim onu. Ona baktığı için başına felâket geldiğine inananların hayatlarını da araştırdım. Dosyalar dolusu araştırmamda hiçbirinin başına gelenlerin Yıldız’a bakmasıyla ilgili olmadığını açıkça gördüm. Yıllarca kimse bana inanmadı.
Bu zindanda ölüp gidecek miydim acaba? Yoksa en ağır cezayı mı keseceklerdi bilmiyordum. İnandığım tek gerçek ona doğrudan bakabiliyor olmamdı ve benim hiç mi hiç zararını görmemiş olmamdı.
Onlar benim baktığıma kördü lâkin onlar çoğunlukta bense yapayalnızdım.
Gel gör ki zamanla benim de etrafımda bana inananlar çıkmaya başladı. Kitlem çoğaldıkça üzerimdeki tehditler de çoğaldı. Ve bir gün hepimizi tutukladılar. Bana inanan insanlar zorla, işkenceyle fikirlerinden döndürüldü. Bir ben kalmış olacağım ki bana da bu zulmü layık görüyorlardı. Şimdi onlar özgürdü ben zindanda. Günde bir öğün çorba, bir tas su, bir dilim ekmek. Ekmek de kuru ha! Çorba da çorba olsa, yal bildiğin! Yalnız yemekteyken ellerimi çözüyorlardı. Haftalardır yıkanmamaktan kokuşmuş, işkenceden dermansız düşmüş bedenim bile vazgeçiremiyordu beni fikrimden. Ölsem umurumda değildi. İnanıyordum ki ona bakmak bir uğursuzluk değildi. O bir mucizeydi. Keşke benim gibi düşünebilseydi herkes.
Yüce divana çıkarıldım sonunda. Kendilerini korumak için üstüme steril bir elbise giydirdiler ve nefesim ortama geçmesin diye oksijen tüpü taktılar. Karşımdaki yargı heyeti bir düşman gibi bakıyordu bana. Kararı açıkladılar. Fikrimden vazgeçersem serbest kalacaktım. Bunun olması için düşüncelerimin gerçek olmadığını basına açıklayacaktım. Asla bir daha bu konuyla alakalı bir araştırma yapmayacaktım. Aksi takdirde üç gün sonra bir uzay kapsülüne konularak yolculuğa çıkacak ve başka bir gezegene sürgüne gönderilecektim.
Düşünmek için üç günüm vardı. Ayak bileğime, çıkarmamın mümkün olmadığı bir takip cihazı yerleştirip saldılar. Her hareketim izlenecekti. Evime vardığımda önce duş aldım. Dolabımda yiyecek bir şeyler bulmayı ümit ettimse de hepsi çürümüştü. Neyse ki buzlukta donmuş patatesleri buldum. Evin dağınıklığına aldırmadan karnımı doyurdum. Laboratuvarım yerle bir olmuş. Teleskobumu kırmışlar. Araştırma dosyalarım yakılmış. Kitaplarım yerlerde. Yatak yorgan hepsi alt üst olmuş. Tüm çekmeceler boşaltılmış, içindekiler yere atılmış. Kıyafetlerim yerde üst üste yığılmış. Bakmadıkları delik kalmamış, köşe bucak, dip doruk iyiden iyiye aranmıştı evim.
Eve geldiğim ilk gece çıktı ortaya. Onu çıplak gözle seyrettim doyasıya. İşte yine karşımdaydı. Gökyüzünde çok uzaklardan bakıyordu bana. Ben de ona... Her yeri karanlık olan gökyüzünün tek ışığıydı o. Yıldız’dan bir zarar gelmiyordu işte! Bana zarar veren her şey bu küçücük gezegende yaşayan çıkarcılardan başkası değildi. Asıl suçlu onlardı. Yıldız’a bakmaktan korunma bahanesi iyi bir gelir kapısıydı çünkü. Herkesin işine gelen çok iyi bir malzemeydi. Yıldız’dan korunmak için satılan gözlükler, kıyafetler, perdeler, muskalar, dua kitapları, evlerde hastaları kurtarmak için mucizevî ilahî sayfalar okuyan ve bundan para kazanan ulemalar, korunaklı binalar ve en çok da seçim vaatleri… Demokrasi ile yönetilen küçücük gezegenimize ait tek bir Yıldız’ımız vardı bizim. Binlerce yıldır ona bakmanın uğursuzluk getirdiğine inanılan bir Beş Harfli’miz. Yönetimin ekmeğine yağ süren bir günah keçisiydi üstelik. Seçim zamanı bu Beş Harfli’den korunmak için gökyüzünü kapatacak bir sistemi bile vaat ederek yıllarca oy istediler. Belki halkın parasıyla halkı koruyan bir gökyüzü setini de gerçekleştireceklerdi. Kim bilir? Bildiğim bir şey varsa halkı inandırmak için, kendi düzenlerini bozmamak için ellerinden ne geliyorsa yapmış olmalarıydı. Şu, birilerinin başına gelen felâketlerde bile parmakları olduğuna adım gibi emindim artık.
Tek kişilik uzay aracımda yolculuğum uzun sürdü. Yiyecek stokumu idareli kullanmalıydım. Geride özleyeceğim kimsem yoktu zaten. Zamanı hesaplamayı unutmaya başlamış ve sadece yazmaya vermiştim kendimi. Günlük tutuyordum. Yazdıklarım her günü birbirinin aynı olan şeyler değildi elbet. Galaksinize varıncaya kadar gördüklerim gerçekten hayret vericiydi. İşte sizlere şu an bu günlüğü hayatımı kurtarmanız karşılığı hediye ediyorum. Sizler de benim kadar şaşkınsınız biliyorum. Gezegeninizden başka bir hayatı sadece filmlerde görmüşsünüz anlaşılan. Ben de size gezegenimdeki hayatı anlatacağım. Galaksinize varınca içinde yaşam olan bir gezegen bulma ümidiyle yanıp tutuşuyordum. O sıra yiyecek stoklarım da iyice azaldı ve sonunda bitti. Uzun süre aç, bitap hâlde kaldım. Sonunda Dünya’nızın atmosferini fark edip hemen rotamı ayarladım, otomatik pilotu devreye soktum. Sonra kendimden geçmişim.
İşte böyle. Gezegeninize gelişim baygın ve açlıktan ölmek üzere olduğum bir vakte rastladı. Beni nasıl buldunuz bilmiyorum. Belki benden korktunuz başta. Kendime geldiğimde tahmin edersiniz ki ben de çok korkmuştum. Dilinizi öğreninceye kadar akla karayı seçtim ama sonunda başardım. Ve karşınızdayım. Beni önce sağlığıma kavuşturan sonra bu yeni hayata alışmamda her türlü yardımı sağlayan ve şu an bu sempozyumu düzenleyip her şeyi anlatmama imkân sunan siz değerli Dünyalılara teşekkürü bir borç bilirim.
İnandıklarımda yanılmamış olmaktan son derece memnunum. Çünkü Dünya’nızda kendime geldiğim ilk gece, gökyüzünde gördüklerim beni hayrete düşürdü. Sevinçten çocuklar gibi ağladım. Göğünüzde muhteşem yıldızlara sahiptiniz ve onlardan korkmuyordunuz. Her şeyin farkına vardığımda kendi kendime şöyle dedim: “Onlar beni cezalandıramamışlar ki, aksine bana yeni bir hayat armağan etmişler. Tam da istediğim gibi!”
O kadar muhteşem ki yıldızlar, artık onlar hakkında öğrenecek çok şeyim var. Bazı gerçekler, belki de, hayatı değiştirmedikçe ortaya çıkmıyor. Ne dersiniz?
Comments