top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Şehir Turu

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 2 dakika önce
  • 3 dakikada okunur

“Birkaç saat önce zengindik, ne ara fakir olduk yine?”


Emir Akköse


Ayakkabımı bağlayıp aşağı indim. Babam apartman kapısı önünde beni bekliyordu. Kareli, kırmızı, kısa kollu bir gömlek giymişti. Çoktan döktüğü saçlarından çırpınan birkaç tutam alnını gölgeliyordu. Bir de güneş gözlüğü takmıştı. Yakışıklıdır hani. Uzattığı eli yakaladım ve yürümeye başladık. Önce bankaya uğradık. O, bankamatiklerle uğraşırken ben bankanın otomatik açılıp kapanan kapısından bir içeri bir dışarı girip çıkıyordum. Bazen kendimi gösterip, girecekmiş gibi yapıyor ama girmiyordum. Güvenlik görevlisi gerilmiş olacak ki, sabır dileyen bir baş hareketi yaptı. Dileği gerçekleşmez de daha da sinirlenir diye yavaştan babamın yanına, bankamatiğe doğru uzadım. O sırada babamın bankamatikten bir tomar para çektiğini gördüm. Paraları cebine koyup elini uzattı, tekrar yürümeye başladık.


“O paralar bizim mi?” diye sordum.

“Bizim,” dedi.

“Oha, o kadar zengin miyiz?”

“Zenginiz tabii,” oldu yanıtı.


O sıralar babamın sık sık gittiği bir dernek vardı. Son zamanlarda ben de çokça vakit geçirmeye başlamıştım. Babamın bir arkadaşı matematik dersi veriyordu. Kaç kere anlattım, hoca da tutsan ben bu dersi anlamıyorum diye, dinletemedim. Yok, Tahsin arkadaş diye bir arkadaş varmış da, bana öğretecekmiş de. Neyse, haftada bir iki gün gidiyordum ben de. Ayaklarım geri gide gide o gün de uğradık derneğe. Kalabalık sayılırdı. Gözlerim Tahsin’i aradı. Baktım ortalıkta yok, rahatladım. Babam arkadaşlarıyla takılırken ben içeri geçip oralet doldurdum. Halil de mutfaktaydı. Zayıf, uzun boylu bir gençti. Saçları sarıya çalsa da yüzü esmerdi.

“Naber Mamo, görünmüyorsun hiç?”

“İyi. Oralet koyayım sana da?”

“Yok, yeni içtim sağ ol.”


Oturdum, bardağım bitince bir tane daha doldurayım derken babam çağırdı. Derneğin bulunduğu iş hanının merdivenlerinden inmeye başladık. Babam aldığı gazeteyi ince, uzun, güzelce katlayıp arka cebine koydu. İş hanının kapısında Tahsin çıktı karşımıza.

“Oo merhaba Tahsin hoca” diyerek selamladı babam.

“Merhaba, merhaba.”


Biraz lafladılar, o tarafa hiç bakmamaya çalıştım. Bir ara babam elini cebine attı. Çıkardığı bir tomar paranın bir kısmını Tahsin’e verdi. Sonra Tahsin bana dönüp,

“Verdiğim alıştırmaları unutma, Salı görüşürüz.” dedi.

“Tamam,” dedim, duyulur duyulmaz bir sesle. Yeniden yürümeye başladık.


Az ileride bizim apartman yöneticisi Fevzi’yi gördük. Soğuk soğuk bakıştılar babamla. Meseleyi biliyordum aslında. Apartman boşluğuna bakan mutfak penceresinde sigara içiyormuş babam ramazanda. Fevzi de görmüş bunu, karısına söylemiş. Karısı da anneme yetiştirmiş. (Annem hep tutar orucunu.) Annem de “Midesi rahatsız, doktor tutmasın demiş” diye uydurmuş. Yalan. Yani babamın midesi rahatsız ama mesele o değil. Herkes oruç tutar, babam tutmaz. Herkes Cuma’ya gider, babam gitmez. Herkes o partiye oy verir, babam bu, hatta şu partiye oy verir. Bir Derby olsa bütün şehir kilitlenir, babam izlemez.


Bir başka bankamatiğin önünde daha durduk. Ben kapıyla oynamaya başladım yine. Güvenlik ortalıkta yoktu, rahat rahat girip çıkıyordum otomatik kapıdan. Babam bir önceki bankamatikten çektiği paranın bir kısmını çıkarıp bu bankamatiğe yatırdı. Kapıya son bir feek atıp babama yetiştim. İnönü heykeline sırtımızı verip ışıklara doğru yürüdük. Arkasında simsiyah dumanlar bırakan eski şehir içi otobüslere yaklaşınca bineceğiz sandım ama siyah dumanları arkamızda bırakıp karşıya geçtik. Büyük Şire Pazarı’na vardığımızda hemen her dükkana selam vererek ve her selam verdiğimiz dükkanda ikram edilen kayısı çekirdeklerini yiyerek devam ettik. Tarım ilaçları satan bir dükkana girdi babam. Memet amcanın dükkanı da tam karşıdaydı. Kapının önünde, kumaş çuvallarda ve tezgahta çeşit çeşit kayısı ürünü vardı. Bir avuç daha kayısı çekirdeği alıp yemeye başladım. Bir yandan da babama bakıyordum. Paraların bir kısmını da ilaççıya verdi, sonra çıktık dükkandan.

Akşam olmak üzereydi. Şehir turumuzun yavaş yavaş sonuna geliyorduk. Eve giderken manava, kasaba da uğrayınca, sabah çektiğimiz paradan neredeyse hiç, hatta neredeyse hiçten bile daha az para kalmıştı. Evimiz cadde üstündeydi, gürültü, egzoz dumanı eksik olmazdı. Hava sıcaktı. Apartmana girdiğimizde yayılan o serinlik bizi rahatlattı. Merdivenlerden çıkarken dedim ki:

“Birkaç saat önce zengindik, ne ara fakir olduk yine?”

Sırıttı ve “Sen Tahsin hocanın verdiği alıştırmalara bak,” dedi.

Tahsin’i duyunca yine moralim bozuldu. O aralar en sevdiğim küfrü yapıştırdım içimden. Sonra da, “Salı’ya çok var, bakarım yarın,” dedim. Bizim kata yaklaştıkça lezzetli kokular geliyordu.

bottom of page