top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Sekizinci Kat

Girdiği her işten bir şekilde başarıyla çıktı. Bozuk asansörlere, kendisini engellemeye çalışanlara inat yukarı çıktı hep. Hedef hep yukarı. Üç santimetre topuklu rahat ayakkabılardan on bir santimetre topuklu stilettolara geçmesi yaklaşık beş yılını aldı.

Demet Eker


Bir, iki, üç, dört… Asansör de bozulacak günü buldu.

Ayağındaki on bir santimetre topuklu stilettonun sol başparmağına vuran acısı, merdivenlerdeki aynalara vuran görüntüsünün güzelliğinden kaynaklanan hoşnutluk… İçindeki domestik kadının evde olma isteği, sekizinci kata tırmanan yansımasının yöneticilik kapma telaşı…


Sekiz, dokuz, on… Nazlı da müdür olmanın peşinde ama o koca kıçını kaldırıp sekizinci kata çıkmaz ki! Hay Allah, nefes nefese telefona cevap ver şimdi! Efendim şekerim, Hakan Bey acil brif mi istedi? Tamam, bir saat sonraya set edebilirsin. Proje başvurusunun deadlaynını check etmeyi de unutma lütfen. Soracaktır mutlaka. Bu proje bizim için must mı nice to have mi ona karar vermemiz gerekiyor.



Telefonu minik çantasına zorla tıkıştırdı. Ayağının acısına nanik yaptı, yöneticilik pozisyonu için her şeye katlanılacağını düşündü. Yönetici asistanı olduğunda sekiz santimetreden on bir santimetreye yükselen topukları omzundaki yükü arttırmıştı. On üç santimetreye yükselebilmenin mücadelesi iki yıldır sürüyordu. Üçüncü katta karşılaştığı lacivert etekli, klasik Burberry desenlerine sahip çantasıyla yüzleştiği kadını çok beğendi. Yansımasının saten gömleğini düzeltti. Yakasını dikleştirdi. Ensesinin üzerinden topladığı saçının arkasına yakayı iliştirdi. Gözlüklerinin çerçevesindeki markanın herkes tarafından seçilebilecek kadar büyük olması hoşuna gitti. Gözünü aşağıya indirince lacivert eteğinin bel kısmının potluğunu gördü. Hemen müdahale etti. Kendisine küçük bir servete mal olan minik çantasına gözü takıldı. Üniversite yıllarındaki salaş, dağınık kızdan evrildiği görüntü için ödediği bedeller kadını iyice hırslandırdı. Dört sene boyunca yanından eksik etmediği kamuflaj desenli çantanın içine sığdırdığı, deli gibi okuduğu kitaplar aklına geldi.


Otuz sekiz, otuz dokuz, kırk… Üst pozisyona çıkacakmış hanımefendi, sende o aura ne gezer? Hiç bedel ödedin mi acaba? Ben buralara gelebilmek için bir ömrü sildim. Yepyeni bir ben yarattım. Sen nelerden vazgeçebilirsin? Ayağında dizleri bollaşmış pantolon, yaz kış çıkarmadığın siyah Nike, dağınık saçların ve kırk iki beden görüntünle şu anda aynı pozisyonda olmamız bile haksızlık.


Asansörü tamir etmeye çalışan görevlilerin katları dolduran konuşma ve gürültüleri, kafasının içindeki sesleri bastıramadı. Kimsenin ona inanmadığı zamanlardan geçip bugünlere gelişi; bütün toplantılarda, terfilerde, çekişmelerde onunla aynı masaya oturdu. Etrafındakilerin olmazlarına çözümler üretti. Güzelliği, bilgisi ve hırsıyla göz doldurdu. Diğerlerine göre daha hızlı terfi almasını herkes bunlara bağladı. Umurunda olmadı. Girdiği her işten bir şekilde başarıyla çıktı. Bozuk asansörlere, kendisini engellemeye çalışanlara inat yukarı çıktı hep. Hedef hep yukarı. Üç santimetre topuklu rahat ayakkabılardan on bir santimetre topuklu stilettolara geçmesi yaklaşık beş yılını aldı. Yükseklik sarhoşluğu, diye adlandırdığı esrik halleri çok sevdi. Durdu. Ayaklarını öne arkaya, sağa sola çevirdi.


Yetmiş sekiz, yetmiş dokuz, seksen… Acı iyidir, sana adil davranmayanları hatırla. Ayakkabıları sadece evde çıkarabilirsin kızım. Dayan bakalım, az kaldı. Sonrası düz zemin. Senin çektiklerini bilmeden aynı giysilerle dolaşmanla ilgili dedikodu yapan sınıf arkadaşların şimdi evli, çocuklu, göbekli… Sana uzanan sihirli değneğin yüzü suyu hürmetine… Devam.


Plazanın sekizinci katına ulaştığında derince bir nefesle soluğunu düzenlemeye çalıştı. Sigarayı bıraktığı için kendini kutladı. Birbirine benzer camekân odalardaki birbirine benzeyen kadın ve erkeklere baktı. İçinden bir ses, sen farklısın, diye seslendi. Ayağının acısını belli etmeden ve küçük adımlarla, koridorun sonundaki geniş salona doğru ilerledi. Yürürken yanında, bir telefonla kendisinin önüne geçip işe yerleşenlerin, kardeşine her türlü desteği verip onu ötekileştiren annesinin, lisedeyken çok sevdiği öğrencisinin yaptığı hırsızlığı onun üstüne yıkan ve disiplin cezası almasına neden olan öğretmeninin haksızlıkları... Hepsini katlayıp stilettosunun parmağına vuran acısına tampon yaptı. Anneannesinin anlattığı masalda “Kara su geçecek içme, sarı su geçerken iç,” diye öğütleyen ihtiyar büyücü, iyi kalpli kızı zenginlik ve güzellikle ödüllendirmişti. Kötü kalpli kardeşi ise kara sudan içip katranlara bulanarak ölmüştü. Adalet yerini bulmuştu çocukluğunda. Çocukluğunda inandıklarıyla sonradan yaşadıkları arasındaki farkın sebebi olan stilettoya baktı.


İyiler masallarda kazandı. Geride bıraktığın her şey adına dimdik durma zamanı.

Kucakladı hayatını ve kapıyı çalarak toplantı salonuna girdi. Bembeyaz dişlerine sığdırdığı kocaman gülümsemesi ve karşısındakileri daha ilk görüşte sarıp sarmalayan özgüveniyle Genel Müdür’ün elini sıktı. Adamın gösterdiği yere oturmak üzereyken kendisine gülümseyerek bakan Nazlı’yı gördü. Nazlı; elindeki lattesi, siyah kot pantolonu, spor ayakkabısı, siyah kemik çerçeveli gözlükleriyle bakıyordu.


“Günaydın, nasılsın?”

Şaşırdığını belli etmeden Nazlı’nın uzattığı eli kavradı. Dışarıdan bakanın asla anlayamayacağı hırsını, göstermelik samimiyetinin arkasına sakladı.


Demek yöneticilerin gözüne girmeye çalışan sadece ben değilim. Savaş başlasın o zaman. Canım benim, günün sonunda o parlak gülüşünü bulamayacaksın.


Genel Müdür; büyük, deri koltuğuna oturup gösterişli masasının üzerindeki MacBook’u açınca bilgisayarın herkesçe bilinen logosu dişlerini kamaştırdı. Elmadan bir ısırık almak istedi. Bu isteği gelecek güzel günlere bırakırken Nazlı’yı saf dışı etme planlarını yapmaya başlamıştı bile. Genel Müdür, çok önemli bir sanayici görüşmesini daha önceden söz vermesine rağmen Nazlı’ya söyleyince planlarının çıtasını biraz daha yükseltti. Görüşmeyle ilgili hazırladığı dosyayı hasmına istemeye istemeye uzattı.


“Sen şirketin yerini biliyorsun. Daha önce de gittin. Nazlı’ya konumunu atmanı istiyorum. Nazlı sen bu işi bağladığında sana bir sürprizim olacak. Kesinlikle geç kalma, adam çok dakik.”


Kıskançlıkla baktı Nazlı’ya. Yapacaklarının ürpertisi sırtına buz gibi indi. Adamın söylediklerini başıyla onayladı. Odadan çıktıktan sonra Nazlı’ya sımsıcak veda etti. Bol şans diledi. Kendisinden istenen konumu attı rakibine. Ancak kimsenin bilmediği bir detayla… Şirketin eski konumunu… Nazlı’nın o toplantıya yetişmesinin imkânsız olduğunu bilmenin rahatlığıyla… Kendi adalet terazisini birkaç gram daha eşitlemenin verdiği huzurla…


Tüm gün inanılmaz bir güç ve azimle çalıştı. Akşam eve gitmeden sevgilisinin yanına uğradı. Adamın bir artı bir lüks evinin insanın içine işleyen, zenginlik çağrıştıran kokusunu içine çekti. Çılgın bir öpüşmenin ardından adam üstündekileri çıkardı. Sıra ayakkabılara geldiğinde sevgilisini kendine çekti, ayakkabıları çıkarmasına izin vermedi.


“Şu ayakkabılardan da kurtulsak biraz rahatlamaz mıydın?”

Tüm dişiliği ve sevgilisinin ısrarına rağmen çıkarmadığı stilettolarla sevişti adamla. Adam ayakkabıları çıkarmak istedikçe o diretti. İsteklerini gerçekleştirmenin verdiği tatmin, bedeninin hazzıyla birleşti. Titreyen vücudundan yayılan gevşeme odayı doldururken biraz olsun rahatlamıştı. Geniş yatakta, saten çarşaflara dolanarak dinlenirken uykuya daldı. Ayakkabının ayağından çıkmaya başladığını hissederek birdenbire uyandı, yatağın yanındaki komodinin üstüne koyduğu telefonun saatine baktı. Gece yarısı olmadan evine gitmesi gerekiyordu. Beyaz, saten çarşafı ustalıkla vücuduna sardı; filmlere yakışacak bir görüntüyle kıyafetlerinin yanına gitti. Adamın şaşkın bakışları arasında hızla hazırlanarak çıktı. Tam gece yarısı kendi evine girdi.


Neredeyse yakalanıyordun aptal. Sonra görürdün yükselmeyi.

Ayakkabıları ayağından çıkarmasıyla üzerindeki etek gitti, yerine dizleri belirgin bir eşofman altı geldi. Saten gömlek ve elindeki çanta da aynı hızla değişti. Göbeği çıktı, boyu kısaldı, saçları dağıldı. Sekizinci kattaki evinin teras kapısını açtı, derin birkaç soluk aldı. Ertesi gün Nazlı’nın işten atılacağı anın hayaliyle gün boyu avunmuştu.


Kim bilir şimdi nasılsındır Nazlı? Elinde süt köpüklü latten yoktur muhtemelen. Bir fincan papatyayla sakinleşmeye çalışıyorsundur. Ağlamış mısındır acaba? Ben olsam yataktan çıkamazdım. Bugün olanları hak ettin mi? Peki ben ne zaman bu hale geldim? Acımasızlığım ve ruhsuzluğumla kaç terfi daha alırım? Yükselirken unuttuklarım sekizinci kattan düşerken havada asılı kalır mı?


Külkedisi, ruhuna üflenen plaza kadınını gökyüzünün karanlığına emanet etti.

bottom of page