Özel ve Genel İlişki Bakanlığı
Fadime Uslu’dan distopik bir aşk öyküsü… “Özel ve Genel İlişki Bakanlığı” aşka, âşıklara ve “aşk sözcüklerinin anlamlarına” müdahale ederken âşık olmak, âşık kalmak mümkün olacak mı?
Fadime Uslu
Sevgilim,
Beklenen genelge sonunda bugün akşamüstü yayımlandı. Birkaç güne kalmaz gündem için cımbızlanan maddelerden birkaçını sağda solda sen de görürsün, ama öyle kararlar var ki bunların bir anda basına verileceğini sanmıyorum. Bizi, geleceğimizi ilgilendirdiğinden derin bir kaygıya kapıldım okurken.
İki bakanlık, Özel ve Genel İlişki Bakanlığı çatısında birleşmeseydi, kadrolar yeniden el değiştirip eski projeler yeni bürokratlara teslim edilmeseydi aynı kararlar alınır mıydı, şüpheliyim. Ama kişisel kanılarımızla duygularımızın hiçbir hükmü yok artık. Bakanlık toplumun sinir uçlarına çalışıyor. “Sevgililer Günü”nü de sinir uçları törpüsü olarak kullanacak. Aynen böyle konuşuldu toplantının başında.
Eylemin ilk hareketi kamu spotlarında görülecek, topluma firmalardan önce anımsatılacak “Sevgililer Günü.” Özel krediler için faiz indirimleri bir ay önceden başlayacak. Gazeteler de en çok bununla ilgilenecek bana kalırsa. Bu sırada birçok sözcüğün anlamı yeniden tanımlanacak. Aşk, tutku, şehvet, ihtiras, esrime, sevgili ilk akla gelenler. Listeyi görsen şaşakalırsın. Aşkın çağrıştırdığı sözcükler, hatta çağrışımın çağrışımı olan başka sözcükler de avlanacak ve sözlüklerde her birinin tanımını açıklayan örnek cümleler değiştirilecek. Birkaç komisyon kuruldu bunun için, beni cümle incelemeye yazdılar. Her şeyin sil baştan düzenleneceğini tahmin edersin.
Sevgilim, genelgeye göre gerçek bir ilişki değilmiş bizimki. İlişkide mesafe sınırı 250 kilometre. Gerekçe, özlemle sevgiliye nasıl kavuşacağım derdiyle birlikte verimin düşmesi/iş gücü kaybı. (Düşük gelirli vatandaş yarı aç yaşarken uzak mesafedeki sevgiliye ulaşma çabası toplumsal isyanı körükleyebilirmiş.) Biz sınırı üç kat aşıyoruz. Bir başka sınır da aşkın duyusal düzeyi için belirlendi. İnsanın insana duyduğu tutkunun sınırıyla ilgili. Tahmin edersin ki, ilahi aşk tamamen serbest. Bunu sonra anlatırım nasılsa.
Sevgilim, genelgeye göre aşk ancak nikâh altına alınınca yaşanabilecek. Nikâhın türü fark etmiyor. Ama denizci nikâhı da sayılmıyor. Bizi nikâhlayacak imam bulabilir miyiz, sence.
Toplantıdan öğleden sonra ayrılan gruptaydım ben. Kalan ekip az önce dağıldı. Ama bütün bakanlık fazladan mesai yapacağız. Yarın sabaha kadar dosya içeriklerini raporlandıracağız. Dosyanın hazırlıklarına başladım, bir yandan da gerçek ilişki sözü dönüp duruyor aklımda. Önümüzdeki günlerde çok sık duyacağız bunu. Televizyonların odağı da bu olacak. Bütün programlarda açık, gizli, örtülü biçimde kurallara uygun aşk öğütlenecek. Amaç, aşkın duyusal düzeyde bile belirlenen sınırda kalması. Aşkın teknik, ekonomik, politik işlevinin pratiğe yansıması. Ekonomi bakanlığı dipteki bütçenin gündemden düşmesi için kurtarıcı gibi görüyor bu genelgeyi.
Bütün toplantılar gibi kalabalık sözlerle uzadı tutanak maddeleri. Hepsini kim aklında tutabilir ki. Hepimiz işimize yarayanı alıp kullanmıyor muyuz hep. Ben de bakanlığın vurguladığı gerçek ilişki kavramına takıldım kaldım. Yeni dosyaya çalışmaya başlamadan önce şunları yazdım, aynen aktarıyorum:
Gerçek, olan ve biten şeydir. Olan ve biten şeydedir gerçek. Sen bitmiyorsun hiç, düşüncemde, duyumsadığım her şeyde kesintisiz sürüyorsun ve bu yüzden gerçeğin ötesindeymişsin gibi geliyorsun bana. Gerçek değilmişsin gibi değil ama. Tamamen gerçek olan da bu bence.
Beni dairede bir kalkan gibi koruyan masamın arkasındaki sandalyedeydim bunları yazarken. Bahçeye sigara molasına çıkmıştı odadaki arkadaşlarım. Hava kararmak üzereydi. Başkentin kasvetli kışlara özgü akşamüstü çöküntüsü. Kahve içiyor ve seni düşünüyordum. Hâlâ öyle. Takvime bakıp ne zaman buluşabileceğimizi hesaplıyordum. Derken, yağmur pencereye bir kuş pençesi gibi düşüverdi. İnce uzun, minik noktalı, zarif bir damlaydı. Sonra başka damlalarla kaplanıverdi cam. İşte o zaman kuş pençesi imgesi silindi, tende yanan bir heyecan pırıltısının aniden parlayıp sönüvermesi gibi. Sana bu manzarayı yazıncaya kadar yağmur kendi şekline, akışına büründü.
Senin de beni hayalinde canlandırdığını hayal ediyorum. Bu beni dengeye getiriyor. İhtiyaç duyuyorum sana, su gibi bir ihtiyaç bu. Yakında yeni aşk yasası çıkacak. Mecliste usulen görüşülüp oylanacak. Bunlar konuşulurken devasa salondaki sessiz çoğunluktan biriydim, benim gibi gözlerini bir noktaya dikip susanların kafasında kim bilir neler dönüyordu. Benimkinde bir hikâyenin kırıntıları belirmeye başlamıştı. Seninle birlikte ikinci denge unsurum yani. Üzerimizdeki bu ağır baskıdan hikâye kurarak kaçmaya çalıştım. Gözümün önünde bir kare belirdi önce.
Kısa saçlı bir kadın, verandaya açılan tel kapının hemen ardında ayakta, kolları göğsünde bağlı, bahçeye bakıyor, bahçe duvarının ardındaki ağaçlara, onların da ardındaki uzak dağ sıralarına. Yağmur başlamış. Rüzgârda yüzeyi havalanmış sonra da yatışmış nemli toprağın kokusu içeride. Sevgilisi üçlü koltuğa uzanmış cep telefonundan haber bakıyor. Sevgilim, hikâyenin merkezi şimdilik bu kadın, nedeni aşkın tabiatını bozulmadan bütünüyle içinde taşıması. Bunları okurken, senin gibi dediğini duyuyorum. Sesini, nefesini öyle özledim ki. Hikâyeye de öylesine bir yerden girip kadını anlatarak başlayabilirim. Aşağı yukarı şöyle olabilir: Kadının saçı kısaydı, ensesinde kıllar uzayınca -böyle diyordu sevgilisi- haftada bir temizletirdi. Kuaföre gidemediği zamanlarda yaz sıcağında bile fularla kapatırdı boynunu. Bazen de şalını zarif zevkleri olanlara özgü bir biçimde omuz başına atıverirdi. Havasını değiştiriyormuş gibi gelirdi ona. O anda fular, şal yoktu boynunda. Ense kılları uzamıştı. Bluzunun yakası, sol omzu açıktı. Hava serindi, üşümüyordu. Tersine, iyi hissettiriyordu serin hava.
Tel kapının ardındaki kedi ıslak tüylerini yalıyordu. Kadına baktı bir süre başını büküp miyavladı, gözleri nemliydi ama öyle kendini acındırmaya niyetlenmiş kediler soyundan gelme değildi. Kadın daha iki gün önce bahçede bir sıçan yakaladığını görmüştü. Sıçanın kuyruğu ağzından kösele bir ayakkabının bağcığı gibi sarkıyordu. Kedi duvar dibine gitmiş, yarı baygın avını toprağa bırakıp onunla oynamıştı. Kendi dışındaki dünyanın varlığını unutmuş küçük bir çocuk gibi oynadı sıçanla. Ev sahibesinin saygısını kazanmıştı böylece.
Saygıdeğer kedi saçak altında kendini temizliyor, süslenirken gözleri kısılıyor. Sevgilisi hafifçe yan dönüyor, üstündeki battaniye kayıyor, yağmur şakırdayarak yağıyor. Sevgilisi yanına çağırıyor kadını, koltuğun arka minderlerine yaslanıp ona yer açmış. Kadın ayakkabısını çıkarıp battaniyenin altına giriyor. Boynunu öpüyor önce, gözleri kedininki gibi kısılıyor. Sevgilisinin parmak uçlarıyla usulca okşanıyor, yüzünde geziniyor dokunuşları. Birbirlerine hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey sormadan, hiçbir şeyi düşünmeden bakıyorlar. Dünyanın geri kalanı dışarıda. Çiçeklenmiş bademle erik ağaçlarının kokusunda, sesi uzaktan gelen kargada, sehpadaki cep telefonunda. Kapının ardındaki kedi ara kesitte ama. İkisinin uyumunu seviyor kedi. Gezintisinden dönüşlerde mutlaka bu kapıya uğruyor. Kadının dili sevgilisinin dudağında. Ilık, buğulu, dingin ama oyuncu bu dili sevgilisi hemen kapıyor. Ensesini avuçluyor, uzayan kıllarını seviyor.
Kapı açılıyor, içerideki hava değişiyor hemen, yorgun mesai arkadaşlarımın ıslak palto kokusu doluyor odaya. Arkadaşlarım masalarına gömülüyorlar. Sana kavuşma arzusu ağır basıyor. Gözüm önümdeki dosyalarda, hiçbiri kalkan görevi yapamıyor şimdi. Ertesi güne yetişecek yığına, dosyaların arasında bir A4’ün sığabileceği kadar bize ait olan alana bakıyorum. Sen, hikâye, birazcık da ben. Sıkışıp kalmaya katlanamıyorum. Katlayıp çantama koymadan önce mektupla ilgili kararı veriyorum. Cep telefonumdan ilk uçağın kalkış saatine bakıyorum. Aceleyle masayı toparlarken arkadaşlarım bana bakıyor. “Hayırdır,” diyor biri. “Aşk sözcüklerinin anlamı üzerinde çalışacağım,” diyorum. Sabahtan beri ilk kez gülüyorum.
Comments