Rüzgârda saçları özgürce savruldu
"Ben mutluysam onu mutlu etmek zaten kolay."
Seçil Erginler
Saçları rüzgârda dağılmasın diye kuaförden çıkarken eşarp bağlayınca bu defa da kabarıklığı gitti. Canı sıkıldı aynaya bakarken, havalandırmaya çalıştı, başını öne eğip sağa sola salladı, karıştırdı elleriyle. Makyajını en koyusundan kırmızı rujla taçlandırıp, dar siyah elbisesinin cömert göğüs dekoltesine parfümünden bir puf sıktı. Ayakkabılarını giyip, çantasını da omuzuna taktığında, üçüncü yıl dönümü kutlamasına hazırdı.
Amma zor ikna oldu. Yok tanıdık biri olurmuş, yok şimdi iş mi çıkaracakmışım başımıza, yok rahat rahat oturmak varken kaşınıyormuşum. Canım bıktım ben de evde oturmaktan, köşe bucak saklanmaktan. İyi ki otel fikrime hayır demedi. Ne adamsın Selim yahu. Yine dört duvara tıkılacağız ama neyse ki güzelim Boğaz manzarasına karşı şampanya, müzik ve zevkli bir yemek keyfimi yerine getirecek. Ben mutluysam onu mutlu etmek zaten kolay. Muzipçe gülümsedi.
Saate baktı. Çıkmadan bir kez daha tuvalete gidecekti ki duyduğu "Fly me to the Moon" melodisiyle telefonunu heyecanla çantasından çıkarttı. "Geldin mi aşkım? Hemen iniyorum aşağıya."
"Yok Buket, şey. Aslında. Gelemiyorum bu akşam. Haber vermek için aradım. Böyle son anda oldu ama. Şimdi misafir geldi. Baldız aramış öğlen, bir şey danışacakmış kocası. Bizimki unutmuş bana söylemeyi. Liseden arkadaşlarla buluşacağız, diye uydurmuştum. Keşke müşterilerle yemek falan deseymişim. Şans işte. İçeriz, geç gelirim, çok içersek yakınlardaki bir arkadaşta kalırım da, demiştim halbuki. Telafi edicem, söz."
Nasıl yani? Yazık ya, valla bana da yazık. Kesin yalan söylüyor. Uyduruyor canım. Son anda korktu, otelde tanıdık çıkar falan diye. Hep evde mi oturacağız yahu, ömrüm tükeniyor burada benim. Onun keyfi yerinde tabii. Onca plan, güzelim manzaralı oda, şampanya… Yazık oldu valla. Giyinmişim, süslenmişim.
"Hay Allah, Selim yapılır mı bu ya? Ne diyeyim, borcun olsun." Omuzları düşmüş, ayakkabılarını çıkartmış, antredeki pufa çökmüştü. Selim "Ararım seni. Öptüm," derken Buket çaresiz baktı telefonuna.
Neden sonra kalktı. Eh öyle olsun Selim. Ben de evde oturmayacağım işte. Üstündekileri çıkardı. Sade bir elbise giydi. Telefonunu, çantasını, arabanın anahtarlarını aldı. Evden çıkayım da hele. Dur bakalım. Hiç olmazsa bir Boğaz havası alırım. Aynada saçlarına baktı tekrar, eliyle havalandırdı. Karşısındaki aksine gülümsemeye çalıştı.
Arabasını sokak arasına park ettikten sonra deniz kenarına yöneldi. Balıkçıların arasından iskeleye doğru yürürken denizden yükselen iyot kokusunu derin derin içine çekti. Rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Keşke bir şal alsaymışım. Şuradaki restorana gireyim bari. Yer vardır umarım. Küçük bir restorandı. İlk katta pencere önünde kapının arkasında kalan bir masa boştu. Peynir ve kavununu yerken rakısından da bir yudum aldı. Telefonuna gelen bir mesaj var mı, diye boşuna birkaç kez kontrol etti. Balığını yerken cam kenarındaki bir masada Şeyma’yı gördü. Geçen hafta Karaköy’ün arka sokaklarındaki salaş bir meyhaneden çıkıp arabaya yürürlerken karşılaştıkları, Selim’in üniversiteden arkadaşından başkası değildi bu kadın. O gün Selim de Şeyma da şaşkınlıklarını ve memnuniyetlerini gizleyememişlerdi. Dönerken arabada öğrenmişti Buket detayları. Selim’in ev arkadaşın