top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Oluşun zorunlu bir devamı: Yaratıcılık

Aynur Kulak, 20 yılını Freud'un yanında geçiren psikanalist Otto Rank’ın Sanat ve Sanatçı adlı kitabı üzerine yazdı: "Otto Rank bu kitabında sanatın birey ve toplumla olan ilişkisine yoğunlaşıyor ve sanatçının sanat eseri ortaya koyma güdüsünü ele alıyor."


“Varlığımızı yaratarak ifade ederiz. Yaratıcılık oluşun zorunlu bir devamıdır.”

Rollo May /Yaratma Cesareti


Sanatçı ile sanat arasındaki ilişkiyi bir psikanalistin metinlerinde okumak uçsuz bucaksız bir alan vaadidir. Ayrıca bir psikanalistin hayatı ve hayatın içindeki yaratım süreçlerinin araştırmalarını, bu kapsamda sunduğu tezleri, yer yer yorumlamalarını bir sınır şeridi niteliği taşıyacak şekilde sanat ve sanatçı odağında sunması meraklı okur adına bulunmaz bir nimettir.



20. Yüzyıl’a damga vurmuş bir psikanalist olan Otto Rank’ın Albaraka Yayınları tarafından yayımlanan, Orhan Düz tarafından çevirisi yapılan Sanat ve Sanatçı / Yaratma Dürtüsü ve Kişilik Gelişimi kitabını nereden başlayıp anlatmam gerektiğini bilemiyorum çünkü, kitabın her satırı evrene, hayata, yaşama, insana, yaratıma ve sanata dair. Sanatın birey ve toplumla olan ilişkisine yoğunlaşan ve sanatçının sanat eseri ortaya koyma güdüsünü ele alan Otto Rank, Sanat ve Sanatçı kitabında Freud’un sanat ve nevroza dair fikirlerini kültürel bağlamda işliyor ve bu düşünceleri daha çok pekiştirmeye ve altını doldurmaya çalışıyor. Kültür, din, mitoloji, şiir, mimari, oyun, sosyal perspektiflerden ele alınan insanın yaratıcılık veçheleri kitabın hiçbir aşamasında genel bir panoramik bakışla ele alınmıyor. Üstelik dünya psikiyatri literatürü için önemli psikanalistlerden biri sayılan Otto Rank tıp mezunu değil.


Freud’un yanına sekreter asistan olarak giren, birlikte 20 yıl geçiren, bu süre zarfında psikiyatrinin ve ustasının -özellikle modern toplum yapılanmasında insan faktörü adına bir çok deneysel araştırmalara konu olarak geliştirilmiş psikanaliz alanında- deneyimlerinden faydalanarak kendini geliştirmiş bir alaylı Otto Rank. Böyle yazınca basitmiş gibi duruyor ama Otto Rank’ın kitaplarını okuduğunuzda tıp eğitimi almış bir psikiyatri doktoru kadar donanımlı –hatta fazlasıyla donanımlı- olduğunu görüyorsunuz. İnsana dair, insanın doğumuna dair, yaratıma dair, sanata dair öyle ince ayrıntılara girerek anlatıyor ki her şeyi kitabın içerisinde sunduğu tezler, tıp literatürünü kapsayan yazılı kaynaklar, konuya dair nokta atışı alıntılar ile birlikte oluşturduğu görüşleri onun tıp eğitimi almamış olmasını önemsiz kılıyor. Çünkü Otto Rank’ın elinde merak cımbızı, öğrenme iştahı ve arzusu cımbızı diyebileceğimiz ince uçlu bir cımbız var.


İnsanın Yaratma Dürtüsü

Kitap ile ilgili ilk belirtilmesi gereken nokta şu: Kitap geniş anlamda ve genetik olarak insanın yaratma dürtüsünü ortaya çıkarmak üzerine kuruyor yapısını. Sonrasında da onun özgül ve de özgün sanatsal tezahürlerini ve bu tezahürlerin kültürel gelişimi, ruhsal anlamları aracılığıyla anlamaya meylini içeriyor. Kitabın en heyecan verici tarafı insan ruhuna dair psikolojik yapının ve yine insana dair psikosomatik nevrozların bir yaratıcılığa dönüşmesi meselesine odaklanması ve böylesine bir dönüştürme tercihi ile de sanatı yaratabilme gücünün ortaya çıkarılmasındaki insani potansiyelin sandığımızın kat be kat üstünde olduğunu bizlere göstermesi. İki çok önemli disiplin olan tıp –tıbbın insan ruhunu odağa alan psikiyatriyi- ve sanatı geniş bir açıklıkta, derinlemesine karşılaştırmak muazzam bir bilgi birikimini önünüze seriyor.


“… tüm insan sorunları son tahlilde ruhun sorunlarıdır. Bunu derken, mekanik bilimimizin iddia ettiği gibi, ruhun modern psikoloji açısından tamamen açıklanabileceğini kast etmiyoruz ki bu özerklik sadece dini, sanatsal ve sosyal alanlarda yaratıcı bir şekilde işlemekle kalmıyor, ayrıca zamanın psikolojisini renklendiren ideolojiyi de belirtiyor. Dolayısıyla insanın yaratıcı dürtüsü ve onun çok yönlü ifade biçimlerini çevreleyen çeşitli alanların bu sınır boyundaki araştırması, her şeyden önce bilindik herhangi bir psikolojik teoriyi yorum ilkesi olarak kabul etme ayartıcılığına direnir; bunu yaparken hakim psikolojik ideolojinin kendisinin tamamen veya en azından tatmin edici bir şekilde açıklamayı iddia ettiği diğer ruhsal olgular kadar açıklamaya muhtaç göründüğünü hatırlatır.”


Nevrotik kavramını en genel hatlarıyla açıklamak gerekirse; bireyin dünyayı gerçekten kötü ve güvensiz bir yer olarak algılamasına ve sürekli bir duygusal boşluk içinde olmasına neden olan ruhsal bir duygu durumu. Yani insan bilincinin duygusal boşlukları büyük büyük algılayıp dolduramayacağını düşündüğü gerçeğinin yarattığı kaygı durumu bozukluğu. Daha da önemlisi bu nevrozların her kişide bir yaratım sürecine dönüşmemesi, varlık sürecinin her kişide aynı düzeyde kendini tamamlayamıyor oluşu.


Otto Rank en basit haliyle şunu söylüyor: Eğer nevrotikseniz genel bir normalliğin içine doğru yol almak yerine yaratıcı bir kişi olarak sanatçıya doğru evrilin. Herkese nasip olacak bir seçimden mi bahsediyor Rank; elbette hayır. İşte bu yüzden herkes sanat ile bir şekilde uğraşabiliyor ama her ortaya çıkan bir eser statüsünde olamıyor ya da her sanatçı dünyaya ve dünyada var olma zorluğuna damgasını vurup gidemiyor.


“Sanatçının kendi kendini sanatçı diye addetmesi diye tanımladığımız edim, kendi içinde yaratıcı dürtünün kendiliğinden bir ifadesidir ve onun ilk tezahürü basitçe kişiliğin kendini biçimlendirmesidir. (…) Bir sanatçının kendi kendini etiketlemesi ve eğitmesi tüm yaratıcı çalışmaların vazgeçilmez temelidir ve onsuz genel kabul görme asla gerçekleşmez. Büyük sanatçılar söz konusu olduğunda süreç, tüm yaşamları boyunca üzerinde çalıştıkları bir baş ya da gözde yapıta sahip oldukları gerçeğine yansır. Goethe’nin Faust’u, Rodin’in Cehennem Kapıları, Michelangelo’nun Julius’un Mezarı; yahut asla vazgeçemedikleri ve kendilerinin ayırt edici bir temsili haline gelen gözde bir tema, örneğin Rembrandt’ın Otoportreleri gibi.”


Soyut biçimler yaratan içgüdüsel sanatsal irade insanın yaratma dürtüsünün tamamlayıcısıdır ki, Otto Rank insan ruhunda varlık gösteren yaşama ve yaratma dürtüsünün ve tam karşısında duran ketlenmenin asli biyolojik ikiliğinin yanı sıra başka bir faktörün de hesaba katılması gerektiğini anlamış bulunduğunu söylüyor: Bireysel irade. Ben, diyor Otto Rank, yaratıcı dürtüyü bireysel iradeye hizmet eden yaşam dürtüsü olarak görüyorum.



Sanat Üretiminin Motivasyonları

Bir özne olarak hepimiz kendi varlığımızın ebedileştirilmesini isteriz. Kişiliğimizin ebedileştirilmesini. Sanatsal üretimi motive eden bu bireysel dürtümüz, sanat formunun kendisine -aslında özüne içkin bir ilke- olduğunu göstermiş olmasında yatar diyor Otto Rank ve kitabın asıl görevinden şu cümleleri kurarak bahsediyor:

“Ruh kavramındaki benzer değişikliklerden hareketle sanat formlarının anlamındaki değişimi ve gelişimi açıklamaktadır; ruh kavramı kendisi ondan etkilenmiş olsa bile kişiliğin gelişimini belirler.”

Ruh kavramının sanat yapıtlarına yansıması, dolayısıyla kişiliğimizin ebedileşmesini isteme güdüsü, arzusu çok kuvvetli. Bu noktada kitabı oluşturan 14 bölümün ana izleklerinden bahsedebiliriz. Dizinle birlikte 384 sayfalık bir kitap Sanat ve Sanatçı. Tam da bu noktada bölümlerden biraz bahsetmek gerekiyor çünkü kişiliğini ebedileştirmek isteyen, ruhunu yüceltmek isteyen insan için yaratma dürtüsünün ve kişiliğin gelişiminin birlikte hareket etmesini sağlayan sebepler, dinamikler, motivasyonlar önemli. Bir de bölüm içeriklerine baktığımızda Otto Rank’ın en baştan itibaren bu alandaki çalışmalarının resmi geçidi niteliğinde olduğunu görüyoruz.


İlk bölüm olan "Yaratma Dürtüsü ve Kişilik Gelişimi" sanat ve sanatçı yaratımı konusunun nedenleri üzerine odaklanıyor. “Sanat sorununa başlangıçta psikolojik yönden yaklaştığım ve şimdi de onu kişiliğin gelişimiyle ilişkili olarak incelemek istediğim için sanat tarihlerindeki olağan olan tarihsel sunum yöntemine başvuramam.” diyor Otto Rank ve konuyu -ilkel sanattan itibaren ele alarak dönemin üslubu, dönemin sanatsal yaratıcılığı ve karşılaştırmalı yöntemlerle açıklıyor. İkinci bölüm "Yaşamak ve Yaratmak", soyut biçimler yaratan içgüdüsel sanatsal iradeye ve bu sanatsal iradeyi yaratan bireysel iradenin oluşturma –yetiştirme odaklı kavrayışına odaklanıyor. "Sanat Formu ve İdeoloji", Oedipus anlatısı veya Rembrandt, Homeros, Dante, Shakespeare, Wagner yaratımları üzerinde, bu sanatçıların kendilerine özgü ve özgün yaratımları üzerinde duruluyor. "Oyun Dürtüsü ve Estetik Haz"’da hayal gücü ile yaratılan tüm güzel ürünlerde çocukluğumuzdan itibaren gelen oyun dürtüsünün yetişkinliğimizde ortaya çıkan estetik bilincimize etkisi ve hemen ardından gelen "Mikrokozmos ve Makrokozmoz" bölümünde ise sanatçı ve alımlayıcı arasındaki o çok kıymetli olan manevi birlikteliğe değiniliyor.


"Ev İnşası ve Mimari", "Mit ve Metafor", "Dilin Oluşumu ve Dilin Yaratılması" bölümleri insan için yaratma dürtüsünün sanatta karşılığını bulması adına ilk atılan temellerini, oluşturulan yapısını, inşasını, çatı kavramını, ifade ediliş biçimlerini göstermesi adına detaya girilerek anlatıldığı bölümler olarak karşımıza çıkıyor. "Şiir Sanatı ve Kahramanı", "Oyun ve Kader", "Güzellik ve Doğruluk", "Sanatçının Sanatla Kavgası", "Başarı ve Ün", "Yoksunluk ve Feragat". Kitap bölüm başlıkları itibariyle dahi ne okuyacağım acaba merakıyla adım adım ilerleyeceğiniz bir yapıya sahip. "Sanatçının Sanatla Kavgası" başlıklı bölüm için Flaubert’ten yapılan şu alıntıyı buraya yazmadan bitirmeyeceğim: “Onu söylemek için yaratıldık, ona sahip olmak için değil.”


Yaratmak, kişiliğimizi geliştirmek, devam etmek zorunda mıyız?

Onun, Otto Rank’ın bir alaylı olduğuna inanmamız zor. Fakat aynı zamanda o, illa bir kalıp, bir norm, bir öğreti veya öğretiler üzerinden gidilmeyebilineceği üzerine kendini yetiştirmiş çok güzel bir örnek. İnsan yapısı yaşam, yaratı ve devam etmek üzerine kurgulanmış anatomik, zihinsel, ruhsal, bedensel yapıya sahip olması adına çok değerli bir varlık. Ve evet bu yapıya sahip bizler yaşamak, yaratmak, kişiliğimizi geliştirmek, devam etmek zorundayız. Ölüm gerçeği bile -bir gün gelip öleceğimiz meselesi dahi- yaşama dahil. Ayrı değil. Sonsuz bir bitiş değil.


Otto Rank kitabı yeni insanlığa dair şu güzel paragraf ile sonlandırıyor:

“Yeni insanlık tipi sanatsal üretime karşı özverili bir tutum sergileyen sanatçılardan doğacaktır. Sanatı zaten gelişmiş bir kişiliğin ifadesi olarak kullanamayacağı için kişiliğin oluşumu adına sanatsal ifadeden feragat edebilen yaratıcı güce sahip bir insan, kendi kendine yaratan tipi yeniden şekillendirecek ve yaratıcı dürtüsünü doğrudan kendi kişiliğinin hizmetine sokacaktır. Sanatçı birey, gerçek yaşam yerine sanatsal yaratımın içinde yaşamış, eserinin kendi hesabına yaşamasına ya da ölmesine izin vermiş ve kendini hiçbir zaman tamamen hayata teslim etmemiştir. Sanatın korumasından feragat edebilen, tüm yaratıcı gücünü yaşama ve yaşamın oluşumuna adayabilen yaratıcı tip, yeni insan tipinin ilk temsilcisi olacak, bu feragati karşılığında kişilik yaratma ve onu ifade etmeyle büyük bir mutluluğun tadını çıkaracaktır.”


SANAT VE SANATÇI

Otto Rank

Albaraka Yayınları, 2022

Çeviri: Orhan Düz

384 s.

bottom of page