Gölgeyle yüzleş(ebil)mek
- Şule Tüzül
- 25 Nis
- 5 dakikada okunur
Şule Tüzül, Irmak Zileli'nin son romanı Şimdi Buradaydı üzerine yazdı: "Hem psikolojinin hem felsefenin zorlu yokuşlarını çıkarken, Jung'un söylediği gibi, gölgeyle yüzleşen, karanlığın içinden geçen, insan benliğinin tekinsiz dehlizlerinde dolaşan bir hikâyeyle buluşturuyor okurunu. Üstelik o kadar tanıdık, bildik ve hepimize yakın gelecek bir hikâye ki bu."

Kötü nedir? İyinin karşıtı mı? İyi nedir peki? Jung, "İyi’yi anlamak için gölgeyle yüzleşmek gerekir. Karanlık yönleri fark etmek, tanımak ve dönüştürmektir…" demiş. İyi'yi anlamak için kötü'yü de bilmek ve anlamak gerekiyor demek ki. İyi olmak kimileri için bir amaç, kimileri için umursamadıkları bir şey olabilir. Herkesin iyisi farklı olabilir. Kötü birini öldürdüğü için iyi olduğunu düşünen olabilir. Oluyor. Kötü olmayı kimse istemez. Ama buna mecbur kalabilir insan. Nasıl ve niye mecbur kalabilir? Kötüyü hangi durumlarda mazur görebiliriz? Mazur görebilir miyiz?
İyi ve kötü üzerine sorduklarımız kadar cevaplarımız, düşüncelerimiz, yargılarımız da sonsuz. İyi ve kötü, yüzlerce yıldır filozofların, yazarların, sanatçıların üzerine kafa yordukları ana meselelerden biri. Bodrum'da, Erkan Oğur Müzik Okulu'nda bir süredir felsefe toplantıları yapıyoruz, her toplantıda bir kavramı ele alıyoruz. Geçtiğimiz günlerde konumuz iyi kavramıydı. Bu toplantılarda hangi kavramı konuşursak konuşalım, katılımcı sayısı kadar yorum olduğunu gördüm. Her yorum başka yorumlara, başka mecralara dallanıp budaklanıyor. Her toplantıda fark ettiğim şeylerden biri, tartıştığımız her konunun edebiyatın da ana meselelerinden biri olduğu ve okuduğumuz kitapların bu konuda bize ne kadar çok şey söyleyebildiği.
Everest Yayınları tarafından Mart ayında yayınlanan Irmak Zileli'nin son romanı Şimdi Buradaydı, işte tam da yukarıda söylediğim biçimde, edebiyatın kötü'ye dair neler neler söyleyebileceğini çarpıcı biçimde gösteriyor. Hem psikolojinin hem felsefenin zorlu yokuşlarını çıkarken, Jung'un söylediği gibi, gölgeyle yüzleşen, karanlığın içinden geçen, insan benliğinin tekinsiz dehlizlerinde dolaşan bir hikâyeyle buluşturuyor okurunu. Üstelik o kadar tanıdık, bildik ve hepimize yakın gelecek bir hikâye ki bu.
Şimdi Buradaydı, hikâyenin sondan başladığı romanlardan biri. İki ana kahramanımız var: Psikiyatrist Birkan ve onun danışanı Yankı. Anlatıcımız Birkan, ben anlatıcı. Bilinç akışı ile yazılmış roman, Birkan ve Yankı'nın, Birkan'ın danışanlarını kabul ettiği odasındaki diyaloglardan ve Birkan'un kafasından geçenlerden oluşuyor. Aslında bir monolog okuyoruz. Birkan, son seansları olduğunu düşündüğü Yankı'yı beklerken başlıyor anlatmaya. Daha önceki seansları, konuşulanları, seanslar sırasında aklından geçenleri anlatırken Yankı'nın ve Birkan'un hayat hikâyelerini öğrenmeye başlıyoruz. Hikâyenin önemli özelliklerinden biri polisiye bir olay örgüsünü de içinde barındırması, ancak Şimdi Buradaydı'ya polisiye bir roman diyemeyiz. Birkan anlatmaya başladığında, yani daha ilk sayfalarda, Yankı'nın bir cinayet işleyeceğine dair şüphesinden bahsediyor. Son seansları olmasının nedeni de bu zaten. Diğer yandan okuru romanın içine daha ilk sayfalarda çeken, bir cinayet işlenecek olması, polisiye ve macera kokusu almamız değil bence. Birkan, Yankı için danışanım değil hastam diyor. Daha Yankı'yı tanımadan, Birkan'un hikâyenin başındaki anlatım dilinden, cümle ve kelimelerinden, Birkan'un tekinsizliğine dair minicik, belli belirsiz bir his oluşuveriyor okurda. Okuru romana çekenin aslında bu belli belirsiz his olduğunu düşünüyorum. Bu his, iyi bir romanın içine girdiğimizi de fısıldıyor yavaşça.
Roman ilerledikçe görüyoruz ki bu tekinsizlik sadece Birkan'a ait bir durum değil, Birkan'a cinayet işleyeceğini düşündürten Yankı'ya ait bir durum da değil. Bu tekinsizlik, sayfalar ilerledikçe Birkan'dan Yankı'ya, Yankı'dan annesine, daha sonra Birkan'un annesine, ailelere, arkadaşlara ve dostlara, topluma, kurumlara yayılıyor. Temelde insan doğasının tekinsizliğiyle, karanlığıyla, kötülüğüyle yüzleşiyoruz roman boyunca. Irmak Zileli, son derece olağan diyaloglardan, herkesin olabilecek hikâyelerden yola çıkarak, yazım ve anlatım tercihleriyle, hikâyenin ana izleğindeki gerilimi tam kıvamında tutuyor roman boyunca. Ne eksik ne fazla. Roman bölümlere ayrılmamış, paragraflar arasında bile boşluk yok. Birkan, anlatmaya başlıyor ve sanki hiç ara vermeden bitiriyor anlatımını. Zaten aslında tüm roman şimdi ve burada geçiyor. Yankı'yı bekleyen Birkan, o bekleyiş sırasında anlatıyor her şeyi. Belki beş on dakikalık bir zaman diliminin romanını okuyoruz. Cümleler ardı ardına sıralanıyor. Konuşma tırnakları, iki noktalar, noktalı virgüller yok. Yankı konuşurken, araya Birkan'un iç sesinin cümleleri giriyor. Birkan ve Yankı'nın hikâyeleri birbirine karışarak paralel ilerliyor. Irmak Zileli, bu şekilde hem gerilimi kıvamında tutuyor hem de okuru romanın duygusunun içinde tutuyor, bırakmıyor. Romanın ritmi de tüm bunlara uyumlu biçimde akıyor. Hem romanın dili hem karakterlerin konuşma dili sade, sıradan ve günlük konuşma dili. Romanda altı çizilecek cümle neredeyse yok.
Irmak Zileli, söyleşilerinde, yukarıda sözünü ettiğim teknik tercihlerin nedeninin, yazarın romanın önüne geçmemesini sağlamak olduğunu söylüyor. Bu konudaki başarısı, karakterler konusunda da geçerli. Roman ilerlerken Birkan ve Yankı başta olmak üzere tüm karakterler gözümüzde canlanıyor, her biri gerçek hayatta çevremizde olan insanlar. Yazar Birkan'a ya da Yankı'ya kendi düşüncelerini dikte ettirmiyor, yazarın varlığı hissedilmiyor, sanki yazar dışarıdan izlediği bir hikâyeye okurunu da ortak ediyor. Zileli, travmaları ve sorunları olan iki zorlu erkek karakteri tüm sahicilikleriyle gözümüzde canlandırıyor.
Romanda sadece kötülük değil birçok mesele masaya yatırılıyor, Zileli'nin kullandığı dil ve anlatım tercihleri tüm bu meselelerin anlatımını da güçlendiriyor.
Faili meçhul ölümler ve kayıplar bu ülkenin, kanaması sızısı bitmeyen yarası. Zileli, bu meseleyi romana o kadar ustaca yerleştirmiş ki, ne bu meselenin önemi eksiliyor ne de romanın diğer meselelerinin önüne geçiyor. Aksine, romanın odağını oluşturan meselelerin ne kadar birbirine bağlı, birbirini ne kadar hayati biçimde etkilediğinin altı kalın çizgilerle çiziliyor. Nedir bu meseleler? Başta kötülük. Şiddet. Anne - çocuk ilişkisi. Aşk ve dostluk. Aile içi travmalar. Rekabet. Haset. Nefret. İktidar. Kadın. Suç ve ceza. Adalet. Bir faili meçhul olayı sadece ailenin, yakın ve uzak tanıdıkların, sevenlerin yarası ve travması olmakla kalmaz, kalamaz, tüm toplumun yarasına ve travmasına dönüşür. Kuşaktan kuşağa bu yaraları ve travmaları aktarıyoruz. Bugün neden, her gün katlanarak artan kaygı, endişe, stres ve depresyon yüklü bir coğrafyada yaşıyoruz, nedenini bilmediğimiz, anlamadığımız travmaların kıskacında yaşamaya çalışıyoruz, bu soruları da masaya yatırıyor Şimdi Buradaydı. Sadece bu coğrafyaya özgü değil, evrensel bir mesele olarak hikâyede yer alıyor tüm bunlar.
Romanın benim için önemli yanlarından biri, iktidarın olmaması, ya da iktidar sandıklarımızın aslında iktidar olmadığı gerçeğinin de altını çizmesi oldu. Kahramanlar yaratmak ve o kahramanlara tapmak, iktidar ve otorite olarak karşımıza çıkanlara biat etmek de insanın karanlığının içinde yer alan şeyler. Şimdi Buradaydı'da kahramanlar yok. Bir annenin, bir babanın, bir gazetecinin, okulunu başarıyla bitirmiş bir psikiyatristin de herkes gibi iyi ya da kötü olabileceğini, hepimizin de onlardan biri olabileceğimizi söylüyor Şimdi Buradaydı.
Edebiyat bir anlama yolculuğu. Başkalarını anlarsak kendimizi ve yaşamı anlayabiliriz. Bu yolculuk neredeyse sonsuz. Ucu bucağı yok. Birkan ve Yankı'ya, annelerine, o anneleri yetiştiren anne babalara, hatta kötülüğe maruz kalıp karşı koyamayanlara bile, zaman zaman çok kızıyoruz, hatta nefret edebiliyoruz. Bir yanımızla. Ama diğer yanımız kızamıyor. Aynı zamanda bize de benziyor her biri. Edebiyat yargılamaz. Yazar da okur da. Şimdi Buradaydı, insanı her yönüyle masaya yatırıyor. Irmak Zileli'nin, yazarın romanda kendini gizlemesi konusundaki titizliğinin sonuçlarından biri bu elbette. Herkese ve her şeye eşit mesafede durarak sahici bir hikâyeye imza atmış. Birkan ve Yankı gibi iki zor karakteri objektif biçimde, doğrudan okura anlatabilmek hiç kolay olmasa gerek.
Kitabın kapağı için Hamdi Akçay'a tebrikler. Romanı çok iyi anlatıyor. Hatta biraz da kapaktan dolayı, Birkan ve Yankı'nın aynı kişi olabileceğini düşündüm zaman zaman. Öyle de olabilirdi. Neden olmasın; her birimiz hem çok farklı renkleri temsil ediyoruz hem de birbirimizin aynısıyız. Öyle değil mi?
Romanı bitirdiğimde bir şey daha fark ettim: roman karakterlerinden hiçbirinin evinde birlikte yaşadığı bir hayvan yok. Hayvanların olmadığı bir dünya, kedisiz, köpeksiz bir ev düşünemediğimden böyle şeyler hep aklıma gelir. Birkan'un ya da Yankı'nın, ya da annelerinin veyahut da onların annelerinin kedileri köpekleri olsaydı, her şey ne kadar farklı olurdu. İnsanı insana, insanı kendisine, dostluk kurduğumuz hayvanlar anlatıyor en çok, bence. Irmak Zileli bilinçli olarak bu tercihi yapmış olabilir. Bazı şeylerin eksikliği bazı şeyleri çok daha güçlü anlatabilir çünkü.
Şimdi Buradaydı, kötülüğü anlamaya ve anlatmaya çalışan bir roman. Tam da bu nedenle iyiliği anlatan bir roman diyebiliriz. Çünkü karanlığı görmeden, gölgeyle yüzleşmeden ışığı nasıl anlayabiliriz? İnsanın doğasında var olan kötülüğü görmeden, anlamadan, onu nasıl iyiliğe dönüştürebiliriz?
ŞİMDİ BURADAYDI
Irmak Zileli
Everest Yayınları, 2025
Tür: Roman
Editör: Didem Ünal Demir, Melisa Ceren Hasmaden
184 s.
Comentários