Siyaha Bulayanlardan Siyahı Boyayanlara
Hazal Altıntaş
Kahkahanın silah seslerini bastırabileceğinden korkulması, dişil kalemlerin kılıçları, tüfekleri yeniden yazabilecekleri düşüncesi kadınların tarih boyunca - hatta günümüzde daha güçlü – susturulmasına, şarkı söyleyememelerine sebep olmuştur. Evden çık(a)mayan, ataerkil yapının omuzlarına yüklediği, öldürücü zannettiği; fakat içinin boş olduğu kurşunlardan kaçamayan kadın, kendini var edebilecek muhtelif alanlardan mahrum bırakılmıştır. Bu alanlardan biri kurmacadır. Kurmak, hayal etmek, uydurmak bir insanın yapabileceği en kolay şey olabilir. Gerçeğe bağlı kalmayıp onu eğebilen, yamuk, asimetrik şeyler yaratabilen kişi hayata (yeni) bir pencere açarak oradan (da) hava gelmesini sağlayabilir. Kâğıtlar arasında kurşun kalemle rengârenk dünyalar yaratıp isteğine göre yıkabilir. Galeano yazmanın yorduğunu; fakat teselli ettiğini söyler. Teselli bulamayan, pencerelerin perdelerini dikmek ve o pencereden çocuklarını okula uğurlamakla ömrü geçen kadınlardan olmayan Virginia Woolf “Kadın ve Kurmaca“ adıyla konusunu belli eden bir konuşma yapar. Cambridge Üniversitesi’nde 1927’de yapılan bu konuşmanın manifesto niteliği taşıdığı söylenebilir. Bu üniversitenin kadınlara yeni açıldığı bir dönemde öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada birçok farklı konuya değinir. Kendisinden kurulması beklenen bağ oldukça zordur ve dolambaçlı yollar gerektirir. O da “hakikatin“ bir kurmacanın içinden alınmasını ister. Woolf için “ben“, toplum tarafından yaratılan, asırlardır anlatılagelen rollerin, kimliklerin uygulanabilir hâlidir, kurmacadır. Ona “Mary” kadın adlarıyla seslenilebilir. Coğrafyaya, yüzyıla, dile, dine, renge bakılmaksızın aynı maviliğin ve yeşilin doğurduğu, inançların ya da inançsızlıkların ayrıştırmaması gereken kadın neden kurmaca alanında da erkeğin tahakkümü altındadır? “Henüz demlenmemiş fikirler”i kaçıran bu güç, o fikirlerden korkar. Çünkü bırakırsa zihnin özgürleşeceğini ve dünyayı yerinden oynatacağını bilir.

Tek ortak noktası cinsiyetleri olan erkeklerin çağlar boyunca birbirlerine aktardıkları manevi gücü, ailelerinden gelen maddi desteği kadınlar birbirine bırakamamıştır. Aksine onlardan geleceğe kalan bastırılmış, yok sayılmış, mezara gömülmüş ve yakılmış umutlardır. Toplumda, akademide görünmesi istenmeyen, bedenini vitrinlerde bulmak zorunda bırakılan kadın için en ağırı hangisidir? Çakıl taşlı yollara çakılı kalıp patikaların renklerine bulanmasının istenmemesi midir? Yoksa yazabilmek için erkek takma adını mı kullanmaktır? Erkeğin takma adıyla yazmak demek onun dilini, kimliğini benimseyip o zırhı kullanmak demektir. Söz gelimi Mary Anne Evans, yazdıklarının ciddiye alınmasını istediği için George Eliot mahlasıyla Middlemarch’ı yazar. İlginçtir, eser için söylenen övgü dolu sözler bile mahlasa yöneliktir. Herkesin bildiği ama telaffuz etmekten kaçınılan kadın ancak bir erkeğin tavsiyesiyle yahut doğrudan onun adıyla mı meşhur olabilir?
Woolf’un hakikati barındırdığına inandığı hikâyede konuşma yapmadan önceki iki gününü anlatır. Londra’da geçen bu süreçte “nazik bir beyefendi” onu kütüphaneye almaz. Gerçeğin ve kurmacanın iç içe geçip ayrılamayacak duruma geldiği bu yapının - kütüphanenin - önüne geçer, sessizce uyarır. Uyarılar hep sessizce yapılır. Başkaları duyup tepki göstermesin diye adeta fısıldayarak söylenir. Rahatça okuyamayan nasıl yazabilir? Patikaya saptıran fikirleri bu ve bunun gibi erkekler kaçırır. Metnin ilerleyen bölümünde şapele alınmadığını söyleyerek “şapelin dışı bana kaldı“ der. Bu cümle olumsuz gibi görünse de olumlu bir anlam taşır. Şapel dinin özel bir göstergesi sayılırsa dışında bırakılan kadın için adeta oyun alanı yaratılmıştır. Ayrıca dışarısının sınırları yoktur ya da daha geniş çizilmiştir. Bu yüzden içeriden daha büyüktür. Kısacası kadın dinden de soyutlanarak kendisine yüklenen gereksiz rollerden kurtulur.
