top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Çeviribilimin yayın dünyası ve edebi metinler adına önemi

Aynur Kulak, Ülker İnce ile Wladyslaw Szpilman’ın Piyanist adlı kitabının çevirisi odağında söyleşti. “Szpilman'ın bu anıları niçin yazdığını, kitabı yayıma hazırlayan oğlu çok güzel açıklamış: 'Babam bana sorarsanız başkaları için yazmadı, daha çok kendisi için yazdı' diyor, savaş sırasında yaşadığı o korkunç şeylerin yüreğindeki ve beynindeki kalıntılarını temizlemek için. Ya da hayata devam edebilmek için bunlardan kurtulması gerekiyordu.”


Ülker İnce ile Wladyslaw Szpilman’ın Piyanist kitabının çevirisi odağında yapmış olduğumuz söyleşi; Ülker İnci’nin akademik düzeyde bir hoca olarak çeviribilim alanına yaptığı katkıları, çevirdiği önemli eserleri de kapsadı elbet. Çeviribilim hiçbir şekilde yadsıyamayacağımız denli yayın dünyası adına olmazsa olmaz bir öneme sahipken ne derece doğru ve iyi yapılabiliyor, kıymeti biliniyor mu, yayıncı ve okurlar olarak hakkını verebilip, öneminin farkına varabiliyor muyuz? Tüm bu sorulara yanıtları en iyi alabileceğimiz kişi, hem akademik düzeyde çeviribilime katkısı hem de Truman Capote, Lawrence Durrell, Jered Diamond, Frances Stonror- Saunders, F.Scott Fitzgerald, Harper Lee, Joseph Frank, Oscar Wilde başta olmak üzere Türkçe’ye çevirdiği yazarların eserleriyle değerli katkılar sağlayan Ülker İnci olabilirdi elbet.

Söyleşimiz için buyurun lütfen.



İlk olarak çeviribilim nedir sorusundan yola çıkarak çevirinin bilimle birleştiğinde edebiyatı nasıl evrensel bir noktaya taşıdığını, alanını nasıl genişlettiğini ve neleri kavradığını konuşarak başlamak isterim söyleşimize.

Çeviribilim çevirinin ne olduğunu, doğasını, neleri, yani hangi bilgi ve beceri alanlarını kapsadığını, çeviri gerçeklerini araştıran bir bilim. Çevirinin edebiyata nasıl bir yararını olduğunu biliyoruz, Sudanlı bir yazarı, Japon bir yazarı okuyabiliyorsak çeviri sayesinde okuyoruz. Çeviribilim de çevirmenlerin işlerini daha iyi yapabilmeleri için onlara gerekli çeviri bilinci kazandıran bir bilim.



Çeviribilim alanında kuram ve uygulama dersleri vermiş, kavram üzerinde kitapları yayımlanmış, birçok çeviri kitabın altına imzanızı atmış bir akademisyen olarak çeviribilim kavramının yayın dünyamız adına iyi kavranabildiğini, ne anlama geldiğinin tam olarak öğrenilebildiğini söyleyebilir misiniz? Bu konuda aşama kaydedilebilindi mi?

Çeviribilim çeviri bölümlerinde okunuyor ama yayıncıların, editörlerin çeviribilimle ilgilendiklerini sanmıyorum. Kendi kendilerine –doğru yanlış- kurallarla işlerini yürütüyorlar. Ünversitelerde çeviri bölümlerde çeviribilim okuyan öğrencilerin de çeviribilimi ne kadar anladıkları kuşkulu çünkü çeviribilim görgül (amprik) bir bilimdir; kuramın uygulamayla birleştirilmesi gerekir yoksa topal kalır.


“Düşünün, insan denen varlığın o kadar “kötü” bir yaratık olabildiğini gördükten sonra hayata inancınız kalır mı? İnsanlık için bir şey yapmak, yaşamak ister misiniz? İnsanoğlunun iyiliğine inanmak zorundasınız.”

Çevirisini yaptığınız Wladyslaw Szpilman’ın Piyanist adlı kitabına gelmek isteyerek; gerçek bir yaşam öyküsünü, Yahudi soykırımından ağır bedeller ödeyerek kurtulmuş Polanyalı piyanist Wladyslaw Szpilman’ın yaşamını çevirmek nasıl bir duyguydu; çeviri biraz da (hatta yer yer çokça) doğru ifadeleri bularak aktarmayı da gerektirdiğinden kitabın sizi zorlayan yerleri oldu mu diye de sormak isterim.

Szpilman Polonyalı bir Yahudi olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı şeyleri yazıyor. Yaşadığı korkunçlukları hiç abartmamaya, sakin bir dille ve en aza indirgeyerek aktarmaya özen göstermiş. Bu yüzden de hem inandırıcı hem de etkileyici olmayı başarmış. Zaten bu anıları niçin yazdığını, kitabı yayıma hazırlayan oğlu çok güzel açıklamış: “Babam bana sorarsanız başkaları için yazmadı, daha çok kendisi için yazdı” diyor, savaş sırasında yaşadığı o korkunç şeylerin yüreğindeki ve beynindeki kalıntılarını temizlemek için. Ya da hayata devam edebilmek için bunlardan kurtulması gerekiyordu. Düşünün, insan denen varlığın o kadar “kötü” bir yaratık olabildiğini gördükten sonra hayata inancınız kalır mı? İnsanlık için bir şey yapmak, yaşamak ister misiniz? İnsanoğlunun iyiliğine inanmak zorundasınız.



Piyanist kitabı ile çeviri ve tarih kavramlarının yan yana gelişi -dirsek teması- iki kavramı önemli kılıyor, o zamanda yaşananların dilini bize aktarması açısından desem, ne söylemek istersiniz? Bir yandan da dünya tarihinde olup bitenleri düşündüğümüzde “korku dili’nin” edebiyat metinlerine yansıması bir “korku dili” çevirisi yapmanıza da sebebiyet veriyor diye bir yorumda bulunsam ek olarak ne söylemek istersiniz?

“Korku dili” diye ayrıca bir dil var mıdır, bilmem. Korku dili dediğiniz şey içerikle ilgili değil midir? Korkunç olaylar anlattığınız zaman okuyanda da korku yaratırsınız herhalde. Korku vericilik dilde değil, olaylarda saklıdır, demek istiyorum. Ama daha önce de dediğim gibi yazar nesnel tanıklıklarını yazar gibi soğukkanlı bir biçimde yazmış anılarını.



Hangi kitabı çeviriyor olursanız olun bir sosyal yapıyı, kültürü de çevirerek aktarmış oluyorsunuz. Piyanist’te Avrupa kültürünün yanı sıra odak olarak Alman/Yahudi kültürü ya da Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü’nde Britanya kültürü; Fitzgerald, Harper Lee, Truman Capote, Jared Diamond kitapları çevirilerinde Amerikan kültürü... Çeviri ile gerçekleşen sosyal yapıların kültür aktarımının alanımızı genişleten, ufkumuzu açan yapısını konuşmak isterim sizinle.

Dili kültürden ayıramazsınız. Bütün kültür yapılarının dilde yansımaları vardır. Bir yabancı dili bilip de o yabancı kültürü bilmemek diye bir şey olmaz. Kültür dilin içindedir. Çevireceğiniz metindeki dil yapılarını çözümlerken o dil topluluğunun kültür yapılarını da çözümlemek zorundasınız. Yoksa dili anlayamazsınız.



Böylesine bir otobiyografik anlatı-romanın içinde Wladyslaw Szpilman’ın piyanist olmasından mütevellit, müzikle, piyano ile, müziği yaratan notalar ile ilgili teknik terimler de mevzu bahis. Edebi metinlerdeki bu teknik terimlerin çevirisi metin içerisinde ayrıca bazı duyguların aktarılması açısından önemli oluşunu konuşmak isterim sizinle.

Bir edebiyat çevirmeni işini iyi yapabilmek için her türlü bilgi ve beceri alanına ait terimlere, söyleyişlere hazır olmalıdır. Söz gelimi hukuk metinleri çevirmeninin hukuk terimlerini, terimlerin içeriklerini, aralarındaki farkları bilmesi gerekir ama edebiyat çevirmeni bir edebiyat metni çevirirken o metnin içinde bir hukuk metnini de çevirmek zorunda kalabilir, bir şiir de, bir matematik konusunun ele alındığı bir pasaj da. Çevirmenin olmazsa olmaz becerilerinden biri de araştırma becerisi olmak zorundadır.



Çevirmenler çevirdikleri kitapları yeni bir dille yeniden yaratırlar fakat çevirmenler genelde “görünmez kahramanlar” olarak da nitelenirler, özrün kabahatten büyük olduğuna aldırmaksızın. Bu noktadan işaretle; edebiyat dünyasında çeviri olmasaydı, çevirmenler olmasaydı edebiyat dünyası diye bir şey olur muydu diye sormak isterim.

Çeviri olmasaydı ne olurdu, sorusuna yanıt olarak, Hilmi Ziya Ülken’in bir kitabının adını vereceğim. Ne diyor Hilmi Ziya Ülken: “Uyanış Devirlerinde Çevirinin Rolü”. “Uyanış” sözcüğü her şeyi açıklıyor. “Uyanış” ne demektir. Uykudan uyanmak demektir. Uykusundan uyanmak isteyen bütün toplumlar çeviri seferberliklerine başvurmuşlardır. Bizim cumhuriyetimiz de öyle yaptı. Çeviri toplumların gelişmesi için o kadar hayatidir. Toplumu uykusundan uyandırır ve uyanık tutar.



Son olarak çevirisini yaptığınız yazarlardan en çok hangisinden etkilendiniz?

Çevirisini yaptığım bütün yazarlardan etkilendim. Hepsini belli açılardan önemli bulduğum, çevirmeye değer bulduğum için çevirdim. Etkilenmeyeceğim adamı neden çevireyim.


PİYANİST

Wladyslaw Szpılman

Koridor Yayıncılık, 2021

Çeviri: Ülker İnce

260 s.

bottom of page