top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Sadece kendi derdinin peşinde koşan bizden değildir

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

Tayfun Topraktepe, Cabir Özyıldız’ın ikinci öykü kitabı Dünyanın Bütün Karıncaları üzerine yazdı: "Yazar, öykülerini, mücadelesini onuruyla ve dimdik duruşuyla, ölümü kutsamadan ama ondan da korkmadan verenlerin diliyle anlatıyor."



Genelde bir öykünün havasına ancak ilk sayfadan sonra gireriz. Bunu derken de yazarın oraya kadar yazdıklarının gereksiz olduğunu söylüyor değilim, ama seçtiği sözcüklerin, bıraktığı boşlukların ya da fazlalıkların bizi öykü atmosferine geciktirmesini ifade etmeye çalışıyorum. Bunun yanında çok az malzemeyle lezzetli yemekler yapan, ya da üç-beş çalı çırpıyla hemencecik bir barınak kuranlar gibi, üç beş cümleyle bütünlüklü bir öykü atmosferi kurabilenler de vardır. Cabir Özyıldız bunlardan biri bence. Belki olağanüstü bir şey yapmıyor ama tekrarlana tekrarlana suyu çıkmış ifadeleri başka bir biçimde, bir alegoriyle ya da eksiltip yoğunlaştırarak yapıyor bunu.


Cabir Özyıldız’ın ikinci öykü kitabı Dünyanın Bütün Karıncaları, belki hacmen önceki kitabından daha ince ama içerik bakımından dopdolu ve yoğun. Öykülerinin kalbinde üç cemre var diyebiliriz: aşk, yurt ve kavga. Nitekim öykülerinin geçtiği mekanlarda ekmek az, ölüm sık ve aşk çoğunlukla yaralı bir su gibi kanlı akıyor. Milli marşlara ve tenlerin rengine duyarlı olanlara karşın o, gözleri kirli kara, parmakları her türlü kabzayı kavramaya hazır, mahpusa girip çıkmayı, torba tutmayı ve yara almayı, vaka-i adiyeden sayanları çıkarıyor sahneye. Ki bu sahnede köpekler ve insanlar yalnız ve üşüyerek ölürler.


Yüz yıla yakındır devam eden, yaşamanın hayli uzak olduğu bu dünyada Filistin’in var olma mücadelesinin günümüze düşen kesitini de konu ediyor öykülerine. Mağlup bir halkın çökmüş bir ruh halini değil elbette. Mücadelesini onuruyla ve dimdik duruşuyla, ölümü kutsamadan ama ondan da korkmadan verenlerin diliyle anlatıyor. Belki günün birinde Gazze’ye, Filistin’e barış gelecek, baştan sona yıkılmış tüm o evler, mahalleler yeniden inşa edilecek; ancak harcını, kerpicini birlikte kardıkları, badanasını birlikte yaptıkları insanların ruhundan, ekmek ve yaseminlerden yapılmış o evler bir daha geri gelmeyecek, filizlendikten sonra kendisine su veren el değişirse kuruyacak portakal ağaçları bir daha var olmayacak.


6 Şubat depremiyle yerle bir olan ülkenin bir bölümüne, belki çok bir şey yapamayacak olsalar da haksızlığa tahammül edemeyip mücadeleyi bırakmayan dünyanın bütün karıncalarını da okuyoruz ondan. Kini ve nefreti körükleyen devletin aczine, eğer o olmasa insanların kendi yaralarını dayanışmayla hep birlikte saracağına da tanık oluyoruz öyküsünde. Ve aynı devletin kendi insanını yaşatmaya dair neredeyse hiçbir hazırlığının olmayışına da. 


“Sen Aşktan Ne Anlarsın Be Emmi” öyküsüne özellikle temas etmek isterim. Tekelden aldığı üç-beş birayla doğum gününü kutlamak isteyen anlatıcı var bu öyküde. Hani belki de yazar bir de aşk öyküsü yazmak istemiş, lakin bu kadarını becerebilmiş dedirten türden. Nitekim herkesin derdiyle hemhal olan kahramanımızın, ne kadar istese de sadece o anlık dahi olsa, bireysel mutluluğu becerememesi, yazarın bütün öykülerine sinen o hümanist bakışı pekiştiriyor: Sadece kendi derdinin peşinde koşan bizden değildir dercesine. Biliriz ki “herkes denen deryaya dalmadıkça, ben diye bir şey çıkmıyor insandan.”(1)


“Leylaklar Açmış Gördün mü?” adlı öyküde kazara vurulan genç bir kadının can çekişmesine tanık oluruz. Ona yardım etmek yerine yaralıyı ve olayı canlı yayında takipçi artırma aracına dönüştüren zihniyet çıkar karşımıza. Duyarsızlık mı denir buna, yoksa çağın insanı düşürdüğü durum mu? Yazar benzerlerine maruz kaldığımız bu durum üzerinden insana dönük eleştirisini öyküleştiriyor.


Kitapta yer alan öyküler ortak bir temadan hareket etmese de benzer duyarlıkla yazılmış, gülümsetmeyi de başaran, tüm güçlüklere karşın insandan yana tavır almış bir bakış açısının yansımaları olarak da okunabilir.


Edebiyat ne işe yarar diye sorarız bazen kendimize, ya da bu soruya maruz kalırız kimi zaman. Paris Öyküleri ile tanıdığımız Kanadalı yazar Mavis Gallant’ı hatırlarım böyle zamanlarda. Diğer bütün sanat biçimleri gibi diye başlar söze Mavis Gallant, “edebiyat da bir ölüm-kalım meselesidir, ne bir eksik ne bir fazla…”(2)  Ekleyelim; edebiyat yük alma, yükü paylaşma, ortak bir dilde konuşarak birbirimizi anlayabilmektir aynı zamanda. Dünyanın Bütün Karıncaları bu yükü paylaşmaya çağırıyor biz okurları.


  1. Suat Hayri Küçük, Bento’nun Tuhaf Huyları, Öteki Yayınları, sayfa:18,  2024

  2. Mavis Gallant, Paris Öyküleri, Yüz Kitap, sayfa:15 Çeviren: Özden Arıkan, 2016 


DÜNYANIN BÜTÜN KARINCALARI

Cabir Özyıldız

Vacilando Kitap, 2025

Tür: Öykü

80 s.

Comments


bottom of page