Joyce ve ölüler
Yavuz Arkın "Ölüler" öyküsü bağlamında James Joyce'un edebiyatına yakın bir bakış atıyor. "Dublinliler bir övgü kitabı asla değildir, Joyce sevdiği şehir üzerinden modernizm eleştirisi yapar, aynı zamanda sonsuzluk hayali de kendine yer bulur, özellikle de 'Ölüler' öyküsünde."
Yavuz Arkın
Ulysses diyince aklımıza hemen James Joyce gelir; onun öykücü yanını bilenlerin sayısı ise çok fazla değildir. Dublin ile özdeşleşen yazar, Dublinliler öykü kitabı ile bunu pekiştirir. Dublinliler bir övgü kitabı asla değildir, sevdiği şehir üzerinden modernizm eleştirisi yapar, aynı zamanda sonsuzluk hayali de kendine yer bulur, özellikle de "Ölüler" öyküsünde.
James Joyce’un "Ölüler" öyküsünün içerisinde birçok kişi ile karşılaşırız, okudukça kalabalık tenhalaşır ve karşımıza iki karakter çıkar; Gabriel ve Gabrietta Conroy. Öykünün derinlerine indikçe esas oğlanın genç Michael Furey olduğunu görürüz. Genç bir insandır, hastadır, zayıftır ve muhtaçtır. Görünürde bir insandır ama görünmeyen arka planda İrlanda’dır, Joyce’un İrlanda’sı.

Öykü dilimize "Ölüler" ismi ile çevrilmiş, orijinal ismi "The Dead"; aslında tek bir ölüden ve özel bir ölüden bahsedilmekte. Bunu bir kişi ile ifade etmek istersek; bu kişinin Michael Furey olduğunu görürüz. Bu açıdan da onun üzerinden bütün ölüleri İrlanda’nın geçmişindeki genç ölüleri anımsanış oluyoruz.
Öykümüze giriş yaparken karakterleri tek tek tanımaya başlıyoruz;
Lily, kendisini tanırken kapıcının kızı olarak tanımaya başlıyoruz, yazar bunu iki defa vurgular bize, kendisi evin işlerinin görür.
İşinde dikkatli olduğunu anlarız, çünkü çok az hata yaptığını okuruz; “Lily işinde pek az yanlış yaptığı için üç hanımıyla da iyi geçinirdi.”
Eğitim durumunun da düşük olduğunun görürüz; “Gabriel soyadını (Conroy) üç heceli gibi söylemesine gülümseyerek baktı yüzüne…”