top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Mansur Bey lüzumsuz adam olmakta haksız mıdır?

Şule Tüzül, Sait Faik'in ilk defa 1948 yılında yayımlanan kitabı, Lüzumsuz Adam üzerine yazdı: "Hayat keşke hep onun öykülerine benzese, dünya onun öykülerinde yarattığı dünya olsa."


Başarılı bir fotoğrafçı arkadaşım, başarısının sırrını sorduğumda “Fotoğraflarımın Sait Faik öykülerine benzemesini istedim her zaman, amacım hep bu oldu,” demişti. Sait Faik denince benim de aklıma hep onun bu sözü gelir. Sonra şunu düşünürüm; hayat keşke hep onun öykülerine benzese, dünya onun öykülerinde yarattığı dünya olsa.



Neden seviyoruz Sait Faik’i bu kadar? En büyük eksiklerimizden biri olduğu halde eksikliğinden bihaber olduğumuz şefkatle onun neredeyse tüm öykülerinde karşılaştığımız için mi? Sevginin en katıksız halini onun öykülerinde hissedebildiğimiz için mi? Hele ki unuttuğumuz/unutturulan insan sevgisini her öyküsünde yeniden hissedebildiğimiz için mi? Doğa ve hayvan sevgisinin ne anlama geldiğini layıkıyla onun öykülerinden öğrenebildiğimiz için mi? Ve en çok da belki insan olmanın ne demek olduğunu… Onun öykülerinin dünyasına girdiğimizde kendimizi daha değerli görürüz, onun her şeye aynı derecede kıymet veren yaklaşımını hücrelerimizde hissederiz. Unuttuğumuz, özlediğimiz, nasıl olur da bilmeyiz dediğimiz her şeyi bu öykülerde bulduğumuz için seviyoruz belki de onu.


Şimdilerde her köşe başı yaratıcı yazma atölyeleriyle dolu. Ne yana baksak kendine yazar diyenler karşımıza dikiliyor. Bir atölye bir kitap hop “yazarız!” işte. Herkescikler bir yazar olma sevdasında. Sait Faik’inse hiç derdi değil, ne yazar olmak, ne başka bir şey. İhtiyaç duyduğu için yazmış hep. Deli olmamak için yazmış. Adadaki balıkçı arkadaşları cenazesine geldiklerinde öğrenmişler dostlarının büyük bir yazar olduğunu. Yazmaya ihtiyaç duymuş amma başka kimseye ihtiyaç duymamış, yalnızlığı seçmiş. İnsan sevgisi yüreğinden ne zaman taşsa sokaklara atmış kendini, öykülerinin kahramanları insanlarla karşılaşmak için…


Ya o öykülerin dili. O sadelik… Öyküler boyunca kulağımıza gelen müzik… Ritim… Şiirin Sait Faik hali…


Bugün bile anlı şanlı yazarlar eril dilden, insan merkezli dilden kendilerini kurtaramazken onun dilinin adaleti, sadece kadına erkeğe değil, ağaca, kuşa, otlara, dağlara, bulutlara, rüzgarlara eşit mesafede duruşu… Kadını olduğu gibi anlatışı… Güçlü, doğal, hayatın içinden kadın kahramanları… Yok yok sadece insanlar değil, hayvanlar, ada, İstanbul, sokaklar, vapurlar, dağlar denizler de onun kahramanları. Onun öykülerini okurken unutuyorum insanlara kızgınlığımı, güvensizliğimi, hayal kırıklıklarını, umutsuzluğumu. Deniz Yüce Başarır’ın "Ben Okurum" isimli podcast’inin "Havada Bulut" bölümünü muhakkak dinlemelisiniz. Orada Ayfer Tunç diyor ki “Bizi insanların iyi olduğu zamanlara inandıran bir yanı var,” diyor onun öyküleri için. Ne doğru bir tespit. Öyküleri bir anda sevinçle dolan kahramanlarla dolu; okudukça bizim içimizi de sevinçle dolduran kahramanlar.


Yaşama sevincini ve insan sevgisini sözcüklerden okura en iyi geçiren yazarlardan biri Sait Faik, onun gibi bir yazarın bu dünyadan geçmiş olması bir umut. Daha büyük bir umut ise onun öykülerinin hâlâ okunuyor olması. Hiç eskimiyorlar. Asla inanmıyorum; birisi onun bir öyküsünü okuyup da, o duyguları hücrelerinde hissedip de kötü bir insan olsun, kötülük düşünsün. Sait Faik, sadece edebiyattan değil, yaşamdan ve insandan beklentimi, umudumu yükselten bir yazar.


1953’te Mark Twain Derneği tarafından çağdaş edebiyata yaptığı katkılardan dolayı onur üyeliğine seçilmiş. Bu dernek daha önce de Atatürk’ü onur üyeliğine seçmiş. Diyecek söz kaldı mı?


Lüzumsuz Adam üzerine yazmak için oturdum masaya, ama konu Sait Faik olunca içimden öyle bir sevgi taşıyor ki, ona dair konuşmaya doyamıyorum. Belki adada arkadaşı olsam bu kadar iyi anlaşamazdık, yaklaştırmazdı belki beni yanına, ama öykülerini okuyup da benim gibi onu dost edinmeyen okuru yoktur herhalde.


Lüzumsuz Adam, ilk defa 1948 yılında yayımlanmış. Sait Faik’e dair yukarıda ne söylediysem hepsini Lüzumsuz Adam’ın öykülerinde bulabilirsiniz. Bu nedenle lüzumsuz laf ettim sayılmaz. Yabancılaşma ve yalnızlık temalarını merkezine alan 14 hikâyeden oluşan kitap, 70 yıl geçmesine rağmen tüm duygularıyla güncelliğini koruyor. Kitap adını ilk öykünün adından alıyor. İsmini öykünün sonlarına doğru öğrendiğimiz ana kahraman Mansur Bey’in lüzumsuz adamlığını anlatan öyküde, bir yandan Mansur Bey’in yabancılaşma ve yalnızlığını içimizde duyumsayarak okurken, yaşadıkları ve hissettikleriyle bize hiç de yabancı olmadığını görüyoruz. Kendi yabancılaşmamızı ve yalnızlığımızı Mansur Bey’le paylaşıyoruz. Sait Faik yazar kimliğiyle öyküde bizzat kendini belli ederken okuruyla dertleşir gibi bir dil kullanıyor ve hiç fark ettirmeden okuruna ayna tutuyor. Öykünün kendini okura en sevdiren yanı ise, olumsuzlukları anlatır gibi bir hikâye olsa da, umutsuzluğa kapılmıyoruz, aksine daha umutlu ve güçlü çıkıyoruz öykünün içinden. Sait Faik’in ustalığının tüm inceliklerine tanık oluyoruz bu öyküde.


Kitaptaki öykülerin bazıları adada bazıları İstanbul’da geçiyor. Böylece kitap boyunca şehir ve ada insanlarını karşılaştırıyoruz; şehir hayatı ile ada anlatımı üzerinden doğa karşılaştırmasını görüyoruz. Hem kahramanlar hem yaşantıları hem de hikâyelerin geçtiği mekanlar kanlı canlı karşımızdadır. Bu hikâyeleri okurken hikâyelerdeki hayatlar bugün her birimizin hep birlikte içinde bulunduğumuz hayatlardan daha gerçek geliyor bana.


Sait Faik, kitaplarıyla yazarlığının farklı dönemlerine adım atıyor. Lüzumsuz Adam da onun yazarlığının dönüşüm noktalarından biri. Lüzumsuz Adam’dan önce daha yumuşak, daha iyimser, daha ziyade iyi insanların anlatıldığı hikâyeler yazarken, Lüzumsuz Adam öykülerinde hem dünyanın hem insanların kötü yanlarına yer veriyor. İnsanların acımasızlığı, bencilliği ve ikiyüzlülüğü en çıplak halleriyle ve yaşama yansıyan sonuçlarıyla anlatılıyor. Umudu zedelenmiş bir Sait Faik görüyoruz artık bu öykülerde. Kötü insanların ve dolayısıyla kötülüklerin kol gezdiği bir dünyada Mansur Bey lüzumsuz adam olmakta haksız mıdır?


Umudunun kırılmasında haklıdır Sait Faik. Kitabın yazıldığı dönem İkinci Dünya Savaşı ve sonrasına denk geliyor. Savaşın olumsuz etkileri hem şehir hem de ada hayatında kendini gösteriyor. Diğer yandan Lüzumsuz Adam’dan önce ya da sonra, Sait Faik’in tüm öyküleri kapitalizmi müthiş bir yalınlıkla ve incelikle eleştiren öyküler. Lüzumsuz Adam’a kadar yazdığı öykülerde umut ve sevinç bolca yer alsa da, onun öyküleri her zaman yoksulların tarafında olan, hakkı yenenlerin, bencilliğin karşısında ezilenlerin, sesi duyulmayanların, sesleri duyulmak istenmeyenlerin sesi olan öyküler.


Ne zaman bir Sait Faik öyküsü okusam ona dair yeni şeyler bulurum öykülerde. Hatta aynı öyküyü tekrar tekrar her okuyuşumda da yeni şeyler keşfederim. Lüzumsuz Adam’ı bitirdiğimde şunu fark ettim: Sait Faik, öykülerinin kahramanı olan insanlar için yazıyor. İçindeki insan sevgisi o kadar büyük o kadar büyük ki, karşısına çıkan o sıradan insanlar, ezilenler, hakkı yenenler, üzülenler, acı çekenler, açlık çekenler için bir şey yapamamanın çaresizliğini yazarak sağaltıyor. O insanları öykülerinin kahramanı yaparak bir çeşit gönül borcu ödüyor. O insanları edebiyatıyla ölümsüzleştiriyor.


LÜZUMSUZ ADAM

Sait Faik Abasıyanık

Yapı Kredi Yayınları, 2002

Tür: Öykü

88 s.

bottom of page