Rus edebiyatının yemyeşil, güçlü dalı: Mihail Şişkin
Mihail Şişkin'in farklı zamanlarda yayımlanmış öykülerinden ve denemelerinden oluşan kitabı Mürekkep Lekesi üzerine Ayşe Başcı yazdı. "Şişkin'in edebiyatı; Dostoyevski’nin insan ruhuna daldıkça doğurduğu büyüleyici kasveti, Gogol’ün alaycılığını, Bulgakov’un hicvini, Tolstoy’un bilgeliğini, Puşkin’in romantizmini bir araya getiren bir mirasçı."
“Edebî gelenek yaşayan bir varlıktır. Bir bitkidir.
Gövdeden dallara su yürür. XIX. yüzyıl, Rus edebiyatının gövdesidir. Sonra dallanıp budaklanır. Her yeni yazar nesli sonbaharla birlikte dökülen yapraklardır. Bazı filizler kalınlaşıp dal olur. Pencere önü çiçeklerinin yapraklarından farklı olarak tutunacakları dallarını kendileri seçerler. Yukarılara tırmanan, ağacı gökyüzüyle kucaklaştıran o ana dalı bulmak mühimdir.” (s. 118)
Mihail Şişkin, Erdem Erinç’in mükemmel çevirisiyle Jaguar Kitap tarafından yayımlanan Mürekkep Lekesi kitabındaki “Duvara Kazınmış Kayığın İçinde” adlı denemesinde Rus edebiyatını, beraberinde de aslında her ülkenin/ulusun edebî geleneğini böyle tanımlıyor.

Edebiyatı ülkelere ya da uluslara göre sınıflandırma geleneği akademinin taksonomi merakından mı doğmuş bilmem. Ama şu bir gerçek ki özellikle 18. yüzyıldan itibaren edebiyat ile siyaset birbirinden beslenip birbirini etkileyerek bu taksonomiyi haklı çıkarıyor. Dünyadan tamamen yalıtılmış bir edebiyat olamayacağını aklımızın bir köşesinde tutmak koşuluyla, bu sınıflandırmanın okur için de bazı kolaylıklar getirdiği muhakkak. Dolayısıyla ben de bu yazı boyunca aynı çerçevede “Rus edebiyatı” ifadesini kullanacağım.
Hayatıma giren ilk Rus kara kuru, çirkince simasıyla Dostoyevski oldu. Kasvetten, ümitsizlikten ve hayranlıktan müteşekkil tuhaf bir duyguyla okuduğum “Dosto”nun peşi sıra Puşkin, Çehov, Tolstoy, Gogol ve Turgenyev geldi. Rus edebiyatının “Altın Çağı” olarak tanımlanan 19. yüzyılın şair ve yazarları sayesinde Çarlık Rusya’sını, romantik/epik vatanseverliği, şu kocaman kâinatın içindeki bencil bir toz zerresi olarak insanı, bu insanın kaderle bitmek bilmeyen mücadelesini, aile denen (ve çoğu zaman oluk oluk irin akıtan) yapıyı, tüm kurumlarıyla acınası durumdaki “devlet”i gördüm. Okuduğum her Rus yazarla birlikte Rusça öğrenmeye niyetlendim. Her seferinde gözüm korktu, vazgeçtim. Çevirmenlere güvenmeye devam ettim.
Sonra Bulgakov, Zamyatin gibi 20. yüzyıl yazarlarıyla tanıştım. İtiraf edeyim, o zamana kadar gönlümün efendisi karanlıklar prensi Dostoyevski’ydi. Fakat Bulgakov müthiş hayal gücü ve lezzetli hicviyle kalbimde yeni bir kategori açtı ve orada birinciliğe yükseliverdi. Artık kendi çapımda genel sıralamamın az çok yerli yerine oturduğunu zannederken, Rus “edebî geleneğinin” gövdesinden ve güçlü dallarından doğmuş, nispeten genç bir dal olan, 1961 doğumlu Mihail Şişkin’le karşılaştım ve yine ortalık karıştı.
Jaguar Kitap’tan çıkan Mürekkep Lekesi yazarın farklı zamanlarda yayımlanmış öykülerinden ve denemelerinden oluşuyor. Her biri farklı lezzetteki bu yazılardan yola çıkarak Şişkin’in edebiyatını tam olarak nasıl tarif edebileceğimden emin değilim ama sanırım şöyle bir şey söylenebilir: Dostoyevski’nin insan ruhuna daldıkça doğurduğu büyüleyici kasveti, Gogol’ün alaycılığını, Bulgakov’un hicvini, Tolstoy’un bilgeliğini, Puşkin’in romantizmini bir araya getiren bir mirasçı.
İsviçre’de yaşayan Mihail Şişkin, Mürekkep Lekesi’ndeki öykülerinde ve denemelerinde Rusya’dan ve Rusçadan vazgeçmiyor. Karakterleri Rus, dil ile olan meselesinin kaynağı hep Rusça, göçmenliğinin referans noktası Rusya.