Öykü: Don
"İnsanoğlunun kızı Adile Peker."
Benül Merve Kubanç
Sümüklü iki velet yalın ayak koşturuyordu. Karaydılar, simsiyah. Sıska kollarından yakalayıp küvete atsam elime de bir kese alıp güzelce çitilesem... Gülümsedim. Üzerlerine alındılar. Fısıldaşıp kıkırdamaya başladılar. “Piç kuruları.” Ellerimi popomla sandalyenin arasına yerleştirdim.
“Bir şey mi dedin abla?”
“Yok.”
Gözüyle ellerimi işaret edip “Üşüdün mü?” dedi.
“İşine bak sen.”
Bahçenin ortasındaki iskemlede oturan kadına baktım. Otların üzerindeki mavi, kırmızı örgü iplerinden bir şeyler örüyordu. Dünya yansa umurunda olmayacak gibi bir hali vardı. Kadının da kızlarının da…
“Bayan?”
Yerimden sıçradım.
“Evet.”
“Bir şey söyler misiniz artık ne yazalım buraya?”
Sonunda aradığı kâğıdı kalemi bulmuş bana bakıyordu.
“Genelde ne yazıyorlar?”
“Efendim?”
“Ne yazıyorlar insanlar anneleri için?”
İç geçirdi. “Ne bileyim ablam ben! Herkes kendine göre bir şey yazıyor işte. Canım annem falan yazalım istersen.”
“Tamam yaz. İnsanoğlunun kızı Adile Peker.”
“Ablacım baba adı yazsak daha iyi olmaz mı?”
“Olmaz. Babası belli değil.”
Başını iki yana salladı. “Tööbe tööbe.”
Kargacık burgacık harflerle dediklerimi yazdı.
“Devam et,” dedim, “üç üç iki bin yirmi. Ruhuna El Fatiha.”
Kalemi oynatmadan duraksadı.
“Bu kadar mı?”
“Yetmez mi?”
“Sen bilirsin abla.”
Bir şeyler daha karalayıp yüzüme baktı.
“Borcum ne kadar?”
“Sana beş bine olur.”
“Kelime sayısına göre mi?”