top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Epilepsi Dansı

Hemen internette bir site açmalıyım ki tutunayım, devam edecek gücüm olsun. Deniz kenarlarına baktım, henüz gitme ihtimali yok. Yaşayan ölüler masama yaklaşana kadar bir dakikam var. Yoksa yanımdaki abladan kurtardığım ruhumu bu teyze ve amcalar emebilir. Bu hep kullandığım bir yöntem. Her zaman aşağıda bir pencere açık tutarım bilgisayarda, acil oksijen penceresi.

Umut Belek Erşen


Sabah çalıştığım banka şubesine geldim, bilgisayarı açtım, dokuzu bir geçiyor. Yanımdaki emekliliğine bir sene kalmış, yaşını almış ama başını alamamış abla ciyakladı. “Ay portföyüm on sıra geri düşmüş”. Müşteri temsilcileri olarak hepimizin, çeşitli insanların bulunduğu ve her biri muhteşem ürünlerimizin potansiyel alıcısı olan insanlardan oluşan portföylerimiz vardı ve yine yaptığımız satışlara göre bu portföyler belirli bir sıralamaya tabi tutuluyordu. Ablam gönüller düşmüş yerlere bak portföyün düşmüş çok mu diyerek tam onu savuşturdum -çünkü savuşturmazsam ve en ufak bir ilgi gösterirsem her gün değişen sıralamaların neden böyle olduğunu, neden düştüğünü anlamadığından girip aslında müdürlüğü hak ettiğinden çıkan bir dizi ruh emicilere maruz kalırdım. Onları savmakta kullanılan doğru patronus büyüsü için Harry Potter bile yardım edemezdi bana.


Tam o sırada ekranın sağ alt yanı yanıp sönmeye başladı. İşte bir diğer ruh emici istilası geliyordu. Bağlı olduğumuz bölge satış yöneticisi grup açmıştı, değişik şubelerden yaklaşık otuz kişi daha vardı. Grubun ortak paydası, geçen hafta satışlarının düşük olmasıydı ve sohbetin konusu da özet olarak “Arkadaşım neden satmıyorsun ha neden” idi. Oysa satış hayatımızın amacı, varlığımızın anlamıydı. Bölge satış yöneticimiz ise ruhunu satış tanrısına satmış kariyerinin başında bir genç adamdı. Koskoca amcalar, bu yeni yetme tipin karşısında efendim ile başlayan cümleler kuruyorlar: Efendim aslında kakaladık ama henüz yansımadı rakamlara.


O sırada yaşayan ölülerin dönüşü sökün etti. Masam şubenin ikinci katında. Merdivenlerin trabzanlarından gelen tıkırtılar ama henüz ortalıkta kimsenin olmayışı buna işaretti. O sesler bayağı bir devam eder eder ve ardından bir anda ortaya çıkarlar. Yaşlılık nedir? Artık hırstan ve mücadeleden uzaksındır, bahçe ile uğraşırsın, resim yaparsın, dünyevi ne varsa bir kenara atmaz mısın? Ama hayır, bu gelenler ellerinde tuttukları banka cüzdanlarına kalan son enerjilerini aktarırlar ve sizinle 0,10 ek faiz oranı için kanlarının son damlasına kadar savaşırlar.


Kıymetlimisss diyen Gollum kadar sevimli, cüzdanlarını uzatırkenki ses tonları aynı ihtirasla doludur. İşte geliyorlar. Yavaş yavaş bana doğru ilerlerken ışıklar kararır, göğsümü bir el sıkıştırırken ekranda panik halinde tutunacak bir dal aradım. Hemen internette bir site açmalıyım ki tutunayım, devam edecek gücüm olsun. Deniz kenarlarına baktım, henüz gitme ihtimali yok. Yaşayan ölüler masama yaklaşana kadar bir dakikam var. Yoksa yanımdaki abladan kurtardığım ruhumu bu teyze ve amcalar emebilir. Bu hep kullandığım bir yöntem. Her zaman aşağıda bir pencere açık tutarım bilgisayarda, acil oksijen penceresi. Özellikle yetmiş yaş üstü istilasında, onlar koltuğa oturduktan işleme geçene kadar mutlaka 10-15 dakikalık bir süre söz konusu olur. Bu süreyi muhtelif gevezelikleri doldurur, gelin- damat dedikoduları, diğer bankaların arayıp Allah aşkına bize gelin demesi, eskiden işte efendim her şeyin daha değişik olması, değişik anılar vs. Bu süre boyunca zaten bir şey yapmanıza gerek yoktur. Arada sırada hı hı evet aa öyle mi demeniz yeterlidir. Bakmanıza, göz teması kurmanıza bile gerek yoktur. Ben o süreyi açtığım pencerede zaman geçirerek değerlendiririm. Şimdi bu ayıp değil mi? Değil. Günde en az on beş müşterinin olduğunu düşünün. Ruhunuzda açılan yaraları bir düşünün.


Bu pencereler yerine göre –neyin yerine- deniz kenarında evler, pansiyonlar olabilir ki gözlerime iyi gelir, son zamanlarda okuduğum bir yazar hakkında yorumlar olabilir veya o gün için belirlediğim gündem konusu neyse o olur örneğin yeni vizyona giren bir film. Bu sayede akıl sağlığımı koruyarak bugüne kadar gelebildim. Sürem daralıyor.


Bir gün önce radyoda duyduğum hüzünlü ses aklıma geldi. Şarkının ismini söylemişti spiker: Love will tear us apart. Şarkının adı çok güzeldi. Söyleyenin sesi çok hüzünlüydü. Hemen google'a yazdım. Söyleyen Joy Division. Bir site açıldı. Bir film sitesiydi, Control isminde bir filme link veriyordu. Bankada google’ın açıldığına bile şükrederken tabii ki bu filmi açmayacaktı. Kapatayım derken yanlışlıkla üzerine tıkladım ve birden Joy Division’un o hüzünlü sesinin sahibi Ian Curtis’i anlatan Control isimli film oynamaya başladı. Neredeyse ben de masanın üzerine çıkıp şıkır şıkır oynayacaktım. Bir film sitesinden film seyrediyordum olacak iş değildi. Bu coşkuyla önüme oturmuş olan amcanın anlattıklarına normalden daha çok tepki verdim. Arada tekrar oynatıyorum filmi, yeminle devam ediyor. Ian Curtis’i Sam Riley nefis canlandırıyor.



Seyrediyorum ama nasıl seyrediyorum:

-Yalnız diğer bankalar daha fazla veriyor.

-Daha fazla derken 0.05 fazla o da 20 TL’ye tekabül ediyor.

-20 TL’yi beğenmiyor musun?

-Tabi beğeniyorum beğenmez miyim?

-Bu kart neden çalışmıyor?

-Ne uyarı veriyor?

-Şifresi yanlış diyor.

-Şifresini yanlış girmişsinizdir o zaman.

-Aaaaaaaa

-Yaaaaaaa.


Ian Curtis’in mutsuz hayatı akıyor, bir kez gülmüyor. Hiç mutlu olmuyor. Epilepsi hastalığı tüm hayatına damgasını vuruyor, zaten hayatla zayıf olan bağlarını daha da zayıflatıyor. Şarkıları daha fazla dinlendikçe bilinirliği arttıkça mücadele gücü daha da azalıyordu.


Sonra Ian Curtis’in epilepsi dansı dediklerini sonradan öğrendiğim dansı başladı. Elleri ayakları bedenine hiç uymayan bir şekilde hareket ediyordu. Sam Riley’in epilepsi dansından orjinaline çevirdim gözlerimi ki birbirinden adeta ayırt edilemiyordu. Ian Curtis ve epilepsi dansı… Çok çaresiz çok bu dünyanın dışından bir şeydi. Hayata ne kadar çok uymaya çalışırsa çalışsın, vücudu ve benliği onun çabasının dışında hareket ediyordu.


O sırada bağlı olduğumuz bölge müdürlüğünden bir mail geldi. Bugün içinde bireysel emeklilik satışı yapmanız gerekiyor. Aksi takdirde….


Kredi taksidim vardı ama yalvaracak kadar gurur eksikliğim yoktu. Aşağı kattaki abla “yalvar” diyordu. ”Ne olacak. Ben vallahi yalvarıyorum artık. Ne yapalım. Nolur nolur nolur diyorum dayanamıyorlar.”

“Ama bu artık insanlığa aykırı değil mi?”

“Yooo ne yapalım bizi bu hale getirenler utansın”


Başa alıp alıp Ian Curtis’i seyrediyorum. Gözleri kayıyor, kendisini zorlayarak ayakta tutuyor. Elleri kolları vücudundan adeta bağımsız bir organizma gibi hareket ediyor. Benim ellerim kollarım da oynuyor:

-BES ürünümüz çok başarılı, bakın isterseniz 10 yıl sonra emekli olabilirsiniz.

-Yok ben düşünmüyorum.

-Aaa neden düşünün bence.


Gözlerim kayıyor, gözleri kayıyor, gittikçe daha çok çabalıyor, gittikçe daha çok çabalıyorum, gömleği kan ter içinde kalıyor, yaptığı dans o kadar o ana uymuyor o kadar dans kelimesini doldurmuyor ki ve o kadar uymadığı için o kadar güzel ki… Onu durdurup ben devam ediyorum. Ellerim kollarım oynuyor, “bunu almanız gerekiyor.”


Ian yere yığılıyor, daha fazla devam edemiyor. Ben yine devam ediyorum, onun yığıldığı yerden devam ediyorum.

“10 yıl sonra emekli olabilirsiniz.”

Kalktığım yerden ellerimi oynatıyorum, fayda etmiyor. Ian yere yığılıyor, üzerinden şarkılar geçiyor. Ben yere yığılıyorum, üzerimden teyzeler-amcalar geçiyor.

bottom of page