top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Floresan

"İnsanın çok hali var işte. Buna ver. O çok hallerden, karşına hiç çıkmadığım hallerimden, aslında benim de kendimde tanımadığım hallerimden birine ver. Çünkü o hale sığındım ben."


Şebnem Denk


Canan,

Yazıyorum diye sakın kızma. Biliyorum, karşılıklı konuşmayı tercih edersin. Bunca zamanın, zor yakalanır ve eskidikçe çoğalan dostluğumuzun hiç mi anlamı yoktu ki karşıma geçip anlatmadın, dersen de haklısın. Ama insanın çok hali var işte. Buna ver. O çok hallerden, karşına hiç çıkmadığım hallerimden, aslında benim de kendimde tanımadığım hallerimden birine ver. Çünkü o hale sığındım ben.


Son görüşmemizden bu yana teklifinin olabilirliklerinde kayboldum dersem abartmış olmam. Her bir kelimeni tekrar tekrar düşünüyorum. Zihnim bu durumun yarattığı oyunların içine gömülmüş durumda. Tüm ezberlerimi tekrar ediyorum. Yıkıyorum. Yeniden yaratmaya çalışıyorum.


Canan. Biz iki yol arkadaşı. Biz ki en çok kendini tekrardan ibaretler. Kendini keşfetmeye kendi cinsinin aynasında cesaretlenebilenler. Yapabilir miyiz gerçekten bunu? İstek, cesaret ve kararlılığının seni getirdiği bu nokta, beni içine ne kadar alır ki? Düşünüyorum Canan. Sadece düşünüyorum.


Aklıma sildiğimi zannettiğim, geçmişte bıraktığımdan emin olduğum ne çok şey geliyor… Evimizin iki arka sokağında eskiden hastane olarak kullanılmış boş bir bina vardı. Bina boştu ama koridorları o nefret ettiğim beyaz floresan lamba ile aydınlatılırdı. Demek gece bekçisi vardı. Keşke gündüz de olsaydı. Zihnimde en belirgin kare amcamın üstümden kalkarken fermuarını çekip, boğazını temizleyerek gitmesi mesela. O çok istediğim formanın parasını baş ucuma bıraktığını sonradan söylemişti. Bununla da kalmayıp arkadaşlarına anlatmıştı beni. Her okul çıkışı biri beklerdi. Ağabeyler... İri yarı olanlar, cılız olanlar, üfüremediğim için uçmayanlar. Hepsi aynı koridorun aynı köşesine götürürdü beni, gündüz yanan tek floresanın kıyısına. Aynı noktaya parayı bırakırlardı. Biliyor musun hiçbiri pantolonunu bile indirmezdi. Fermuarlarını açmaları yeterdi insansızlıklarına. Benimse burnuma o gün yapıştı rutubet kokusu. Seni ilk gördüğümde anlamıştım sende de var o rutubet kokusu.


Bir kanadımızı kırdılar bizim Canan. Bile isteye hem de. Sen şimdi kanatlarımızı birleştirelim istiyorsun. “Kendimizi temize çekmenin en güzel yolu…” dedin mesela. Buna inanmayı çok istiyorum Canan. Bu cümlenden aldığım cesareti anlatamam sana. Bu cümlenin verdiği güç bana her şeyi yaptırabilir. Yaşadığım her acıyı unutturabilir. Beni yeniden doğurabilir. İçimdeki deli korkuya karşılık bir umut da var.


Deliyiz zaten biraz… Ancak delilikle açıklanabilir bu durum. Sen ve ben. Artık kabullendiğimiz sıfatlarımıza ters, kabul görecek saygın sıfatlarımız. Annelik ve babalık. Bir taraftan da gülüyorum Canan. Bayağı bildiğin kahkahalar atarak gülüyorum. Bu olabilirliğin bana yaşattığı hazla gülüyorum. Mutluyum.


Yarın sabahın köründe gideceğim Canan. Hatta gerekirse kapının önünde bekleyeceğim görevlilerin gelmesini. Giderken yanıma yaramaz dergilerimi de alacağım. Kim bilir oradakiler yeterli olmaz belki. Elime verecekleri tüpü dolduracağım. Hatta tamamını dolduracağım ki gerekirse bir daha, bir daha denesinler. Gerisi sende zaten. Zaten gerisi daha çok sende olsun Canan. Ben baba olacağım sonuçta. Ben, baba…

Yalnız unutmadan, odanın ışığı beyaz floresan olmasın, ne olur olmasın Canan.

bottom of page