Öykü: Mavi Otobüs
Geçmişim geldi. Karşımda durdu. Tövbeyse tövbe. Günahsa günah. Çatal bıçak sesleri. Gülenler, ağlayanlar. Anlat beni, dedi geçmişim. Saklama.
Betül Deveci
1.
Öyle ya, bir gün ben de öleceğim. Belki de bu yolculukta. Anam babam zaten ölü. Ölüler tekrar ölemez. Bende de hafiften bir ölülük yok değil. Şimdi, otobüsü kullanırken bile. Bir mezara girer gibi sakin sakin ilerliyorum karanlık yolda. Emine, bana hep kızgın, senelerdir kızgın. Ben de sevilecek adam mıyım, değilim sanki. Göz kapaklarını arada bir hafifçe aralıyor, yola bakıyor, sonra tekrar uyuyor. Eşarbı saçlarından boynuna düşmüş, kısacık bembeyaz saçları ile o da sevilecek kadın değil sanki. Yine de geldi benimle, yalnız bırakmadı beni. Hem de çocukla. Küçük Fatma’nın hiçbir şeyden haberi yok. Babaannesiyle dedesini almaya geldiğimizi bilmiyor.
Maceram yalnız bana ait olmalı. Kendim gidip kendim dönmeli, belki de kendim ölmeliyim sessizce.
Ama olmadı.
Koca otobüsle. Mavinin üstüne beyaz çizgili. Eskişehir’den Sivas’a. Sivas’tan tekrar Eskişehir’e. İki tane çuval. Çuvalların içinde kemikler. Savruluyor viraja girdikçe. Biri anam, Z. Biri babam, C. Karışmasın diye kırmızı kalemle yazdım çuvalların üzerlerine. Ölüler karışabilir.
Kim derdi gideceksin, toprağı eşeceksin. Bir çiçeği bir saksıdan, başka bir saksıya almak gibi. Yanlış toprakta kalmışsa ya da sen yanlış toprakta kalmışsan. Çok özlemişsen. Anam fesleğen. Ölü ama hala mis kokulu. Babam kaktüs. Ölü ama hala dikenli.
İnsan yaşlandıkça küçülür derler. Ben küçüldüm mü? Yok, hala iriyim. Ama öyle ya, ben de öleceğim bir gün. Belki de küçülmeden. Onlar küçüle küçüle, toprağın altında eriye eriye. Kim derdi başını koyup derdini döktüğün o dizler çürüyecek, ananın dizleri. Kim derdi seni okul bahçesinde öfkeyle döven eller çürüyecek, babanın elleri. Takır takır hepsi, kupkuru. Biraz sıksam elimde, kum gibi dağılıp gidecek.
Yol bitene kadar, delirmem inşallah.
2.
-Ehliyet, ruhsat! Plaka 26. Ne işiniz var koca otobüste üç kişi bu yollarda? Çocuklar, otobüsü arayın!
-Memur bey, özel bir işim vardı Sivas’ta. Hallettik, dönüyoruz. Benim adım Ahmet. Bu karım Emine, bu da kızım Fatma.
-Amirim, iki çuval bulduk. Açalım mı?
-Neymiş onlar? Ahmet, ne var bu çuvallarda?
-Çuvallarda bir şey yok. Sivas’tan aldık, memlekete götürüyoruz. Eski, birkaç parça eşya.
-Kokuyor bu çuvallar! Ne yazıyor üstlerinde? Ahmet, aç bakalım şu çuvalları!
-Yok memur bey! Yapma etme! Şimdi, küçük çocuğun önünde, olacak iş mi?
-Açın bakalım çocuklar! Şu feneri ver bakayım bana!
Yerinden çıkıp da camdan fırlayacaktı kalbim. Elimi koydum üstüne. Emine çok sakindi. Küçük Fatma yeni uyanmıştı. Gözlerini ovalıyordu. Kemikleri görünce: “ Anneeeeee!” diye bağırdı. Kusuverdi olduğu yere.
Emine kaptığı gibi kucağına aldı Fatma’yı. Elini ağzını silerken bir yandan da anlatıyordu.