top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Cevapları okura bırakılmış öyküler

Fatma Nuran Avcı, Hüseyin Kılıç’ın kaleme aldığı, Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz adlı kitabı üzerine yazdı: "İç sıkıntılarla boğmayıp büyük sorguları, yüksek sesle hesaplaşmaları dile getirmeden, sadece göstererek anlatıyor öykülerini."


Fatma Nuran Avcı


Sürrealizmin önemli temsilcilerinden Andre Breton,

Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak için başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu aklın denetimi olmaksızın (Rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır,” diyor.


2022 yılında yayımlanan, Hüseyin Kılıç’ın Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz adlı kitabındaki öykülerin gerçeküstü türüne yakınlığı nedeniyle yazımıza böyle bir tanımla başladık.

Kitabın “Kavanoz” adlı ilk öyküsünde iksirli kavanozlar karşımıza çıkıyor. Öykü, Kazancı Yokuşu’nun meşhur lokantası, bir olayın, bir işin sonu anlamına gelen, “Serencam”'da geçiyor. Mekânın tarihi, siyasi özelliği aşağıdaki cümlede yer alıyor.

“Rivayetler doğruysa Cumhuriyet’in kurulma kararı burada alınmış, Kıbrıs çıkarmasının planları yine aynı masalarda hazırlanmıştı.” (Sayfa11)


Lokantanın mutfak rafında, üç farklı sihre sahip kavanoz duruyor. Üzerlerinde isim yerine işaretler var. Anlamları ise, “rahatlatan şeytan”, “unutturmayı seven şeytan” ve “yok eden şeytan”. Bu kavanozdaki iksirli karışımlar, kitleleri uyuşturarak, tarihi saptırarak, hafızalarla oynayarak, kimlikleri silerek, egemenliği altına alan politik güçleri, oyunları simgelercesine. Kavanozlardaki karışımların sırayla içilmesi gerekli. Ancak bir karışıklık oluyor. Ardından büyük bir sır aydınlanıyor. Öykü, yazar Hüseyin Kılıç’ın kurguya dair becerisine iyi bir örnek teşkil ediyor. Olay örgüsünde ipler dağılmadan tam zamanında toplanıyor. Düz, yalın anlatım dili de eklenince sağlamlığı yakalıyor.


Kitaba adını veren, “Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz” öyküsü ise, yazarın okura modern bir masal anlatacağının vaadiyle başlıyor. Dokunmatik ve mekanik bir zamanın masalı bu. Kentin günlük akışı içinde insan. Yakaladığı mutluluk anlık. Bulduğu gibi kaybetmesi de anlık. Saniyeler içinde duyduğu sesler gibi. İç konuşmalardan, uzun psikolojik durumları yansıtmaktan uzakta. Bir cümleyle anlatıyor.

“…trafik lambasıyla konuşur gibi bir şeyler mırıldanan donuk bakışlı kız.” (Sayfa 27)


Duygu ve düşüncelere yoğunlaşmadan sadece gösteriyor öykü. Karakterlerin isimleri, yaptıkları işler, meslekleri, rutinleri, yaşam öyküleri kısa kısa, gazete haberi gibi, özet olarak veriliyor. Öykünün anlatıcısı Kadıköy- Beşiktaş arasında gidip gelen bir martı. Tıpkı ilişkilerin bembeyaz kanatlara hayran kalarak başlaması, bir parça simit verildiğinde yakalayıp kaçıp gitmesi, havada kalması gibi.


Kitabın “Ölüm İlanı” adlı öyküsü yine kurgu açısından başarılı. Batı toplumlarına kıyasla bizde ölüm, uzun bir matemdir. Ölünün ardından ağıt yakılması gelenektir, belli sayısal rutinlerde dualar okunur. Dolayısıyla toplum gidenin acısını adeta unutturmamak çabasındadır. Ancak bu öykü, öleni iyi şekilde anmak, ardından güzel şeyler söylemek yerine,

“İnsanları kendinden uzaklaştırmakta üstüne yoktu rahmetlinin,” diyor. (Sayfa 19)

Öykü bu cümleyle sona eriyor.

“İnsan gazeteye ilan vermeyle ölür mü hiç?” (Sayfa 22)


Kitaptaki öykülerde, hayata ve ölüme dair pek çok soruyla karşılaşıyoruz. Yazar sanki okura bırakmış tüm cevapları. Havada uçuşan herhangi bir karasineği böyle konuşturuyor.

“Peki ya insanlar? Onlar niye korkmaz arılardan? Niye arılık değil de sineklik takarlar?” (Küçük Karasinek Sayfa 41)

Arının iğnesi gibi batan bu cümle, az sözle çok şey söyleyerek, tam da öykünün istediği şekilde tek yumrukta devirebiliyor. Öykü, dünyanın yegâne sahibi olduğu iddiasındaki, barbar ve zalim insanoğlunun bir sinek tokacıyla, masum canlıları öldürürken durumunu gösteriyor. İndirdiği darbeler, kanıtlanan güçler, alınan hazlar. Şiddeti, öfkeyi bir sineğin gözünden anlatıyor öykü. Uzun, kanlı sözlere yer vermeden. Anlatım gücü de buradan geliyor.

Çerçeve öykü ya da çerçeve anlatı, içinde başka bir öykü barındıran öykülerdir. Başka bir deyişle, ”öykü içinde öykü” veya “öyküler dizisi” olarak tanımlanır. Kitabın, “Köse Eşref’in Mübarek Sakalı” öyküsü tam da bu öykü türünün özelliklerini içeriyor. Başlarken anlatıcının konuşmasını bölen öksürük sesinden af dileyerek, okura şöyle sesleniyor.

“Eşref’i çok anlattım diye kızmayın bana. Bilirsiniz bizim gördüğümüz olaylar bazen arkasında bambaşka hikâyeler taşır.” (Sayfa 83)


Ailenin üç kuşağını da anlatan öykü, mekân ve karakter olarak kalabalık. Anlatı zamanı uzun. Köylü saflığı karşısında, köylü kurnazlığı meselesini akla getiriyor. Kandırmak, kandırılmak, inanmak, inandırılmak gibi temaların etrafında sarılıyor öykü.

“Dedesinin mübarek sakalı dile gelmiş ve definenin yerini söylemiştir. Sonrasında da iyi bir tüccar olan Hadi, parasına para katmayı çok iyi başarmıştır.” (Sayfa 89)


İnsan dile gelen sakala inanır mı, sorusuna yıllar içinde ilginç şekilde cevaplar bulunmuş. Bu öykü kolay yoldan zengin olmak hayaliyle yanıp tutuşan insanın zayıf yönünü çok iyi anlatıyor. Eşref Ağa’nın onları kandırdığını bile bile vazgeçmiyorlar, bir çarkın içinde dönüp duruyorlar. Genelde sonu hüsranla biter bu hikâyelerin. Ancak bu öyküde dedenin hatasını telafi etmeye çalışmış gibi görünen kurnaz torun Hadi, bambaşka bir sona imza atıyor.

“Hadi çantayı açar açmaz herkesin gözü parladı. Deste deste paralar vardı…” (Sayfa 88)


“Manyağın Biri” belki de en ilginç öyküsü kitabın. Polise edilen ihbar telefonuyla başlıyor öykü. Kamera sonra bir parka çevriliyor. Anlatıcı, kepçe kulaklı adamın, sarışın, pis, şişko bir sokak kedisine, “Bekir gel hadi,” demesine, başka kedilere de taktığı insan isimlerine ve konuşmalarına (yazarın söylemiyle) kulak kesiliyor. Merakına yenik düşüyor.

“Bu da sağa sola savrulmuş yüzlerce deliden biri deyip geçebilirdim ama…

Bir süre parkta dolaştıktan sonra aynı bankta beklemeye başladım.” (Sayfa 100/ 101)


Her gün parka gidiyor, adamı takip etmeye başlıyor. Tesadüfler ardı ardına geliyor ve kısa süre sonra onun kim olduğunu da öğreniyor anlatıcı. Buraya kadar oldukça sıradan görünüyor her şey. Ancak anlatıcının da parktaki Murat’a benzemesi, kedilerin isimleri, hikâyelerin karışması öyküyü başka bir yere taşıyor.

“Parktan demek ki, oraya gidenler kafayı yiyor…” (Sayfa 106)


Yabancı birini tuhaf gelen davranışları, sözleri merakla, kuşkuyla izlenebilir. Onun hikâyesinin ardına da düşülebilir öyküde olduğu gibi. Murat karakteriyle işlenen yalnızlık, aykırılık duygusuyla günümüz insanını temsil ediyor. Anlatıcının öykünün sonunda Gülbahar için bulduğu hikâye, aslında toplumsal olayların karşısındaki korkularımız. Hepimizin kaygısı.

Günümüzde sonu havada kalan, bir yere bağlanmayan öykülere yapılan eleştirilerin cevabı, genelde okurun tamamlaması yönünde. Ancak Yazar Hüseyin Kılıç’ın öykülerinde durum böyle değil. Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz adlı ilk öykü kitabının öyküleri tıkır tıkır işleyen olay örgüsüne sahip. Dağılan tüm ipler öykülerin sonunda bağlanıyor. İlginç karakterleriyle fark yaratıyor, kıvrak anlatı diliyle. Zaman zaman fazla, ayıklanabilir cümleleri, kelimeleri olsa da o, efsunlu, uzaylı gibi gerçek dünyanın dışından sesleniyor. Gerçeküstü öğeleri başarıyla kullanıyor. Kurgudan yana farklı, konudan yana da. İç sıkıntılarla boğmayıp büyük sorguları, yüksek sesle hesaplaşmaları dile getirmeden, sadece göstererek anlatıyor öykülerini. Okurun yoluna çıkıp Şimdi Karşıya Geçebilirsiniz derken, trafik lambalarındaki üç ışığa çok farklı anlamlar yüklüyor. Öyküler okuru, dünyayı yeni renklerle görmeye çağırıyor.


ŞİMDİ KARŞIYA GEÇEBİLİRSİNİZ

Hüseyin Kılıç

Ketebe, 2022

Tür: Öykü

124 s.

bottom of page