top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Şimdi reklamlar!


Nazan Özer

Şimdi Reklamlar, Akın Çokuğurluel’ in dördüncü romanı. Yazar, daha önce yayımlanan romanları Kırık Şeyler Ansiklopedisi ve Çobanaldatan’da, sinematografik anlatımı ve güçlü karakter örgüleriyle ön plana çıkmıştı. Çokuğurluel, Şimdi Reklamlar adlı yeni romanında da yine bu özellikleri ön plana çıkararak, kalemini ve anlatım tekniğini daha da güçlendirerek okurun karşısına çıkıyor.

Roman, ilk planda iletişim, anlama ve anlaşılma üzerine kurgulanmış bir roman olarak görülebilse de aslında arka planda kapitalizmi ve yabancılaşmayı sorgulayan yanlarıyla dikkat çekiyor. Günümüzde sosyal iletişim ağlarını, konuşma gruplarını düşündüğümüzde güncel olması yanında, klişeye düşme riski olan bir konu seçilmiş. Romanın birçok yerinde sosyal ağlarda paylaştığımız hikaye bildirimlerine, beğeni hesabı yaptığımız postlara, çoğu zaman sessizce izleyen olduğumuz sohbet gruplarına rastlıyoruz. Yazarın güncel zamana ait nesne ve kavramları kullandığı bu romanında bambaşka bir edebi yolculuğa tanık oluyoruz. Bu değişimi bile yazar, kendi yazım tekniğini ve duygusunu koruyarak, klişeye düşmeden, bambaşka bir bakış açısı kullanarak gündelik yaşamın değişen ilişki ya da örtük ilişkisizlik biçimlerini klişeye düşmeden ustalıkla aktarabilmiş.


Romanın ana karakteri, hayatını baristalık yaparak kazanan yirmili yaşlarındaki İsmet’in işten kovulduktan sonraki ilk günü ile başlıyor. Bu sahnenin detayları, romanın sonlarında çözülecek düğümün ipuçlarını barındırması sebebiyle bir film karesi gibi özenle işlenmiş. Bu temaya gerek bir önceki romanı Çobanaldatan’dan, gerekse yazarın çeşitli edebiyat dergilerindeki öykülerinden yabancı değiliz. İsmet de, diğer kahramanları gibi, kapitalizm karşıtı, işverenin keyfi davranışlarına, onların çalışanlara karşı tutumlarına başkaldıran, çalışmayı ve çalışma amacını anlamlandırmakta zorlanan kişilik özelliklerini taşıyor. Bir işten çıkmak onun için dünyanın sonu olmadığı gibi, yeni bir iş bulmak, o işte başarılı olmak, kalıcı olmak da sevindirici bir durum değil, çünkü anlam aradığı şey para kazanmakla ilgili değil İsmet’in. İsmet, yazarın az önce bahsettiğimiz diğer romanlarında da alışageldiğimiz üzere dışadönük bir karakter değil. Bunu, kitap boyunca diyalogların azlığından ve var olan diyalogların da yer yer absürt denebilecek kadar tek taraflı kalmasından anlıyorsunuz. İsmet, az konuşuyor ve düşündüğünün sadece gerektiği kadarını paylaşıyor insanlarla. Konuştukları öz, anladıkları ise dosdoğru. Yazar, diğer romanlarındaki karakterleri de düşündüğümüzde düzenle kavgalı “anti-kahraman”larını açık değilse de örtük kavgalarının sabırlı takipçileri olarak konumlandırıyor romanlarına. İsmet gibi, diğer kahramanlarının da ikiyüzlülükleri yok. Sınırlı dünyalarının sabırlı koruyucuları ve savunucuları olarak kendilerini var etme savaşındalar. Şimdi Reklamlar’a geldiğimizde İsmet, aksi gibi görünse de, özvarlığının farkında ve hak ettiklerini gayet iyi biliyor. Bunu, kitaba ismini de veren reklam temasından anlayabiliyorsunuz.


Karaktere ironi kullanılarak bir kimlik kazandırılması başarılı bir yöntem; İsmet, hayatına dair maddi ve somut hiçbir planı, hiçbir beklentisi yokken, reklamlarda vadedilen her şeyde hakkı olduğunu düşünüyor. Karaktere böyle kimlik oluşturulurken, reklamlara metaforik olarak kandırma, cezbetme gibi bir anlam yüklemeleri yapılarak, karakterin hak ettiği şeylere duyduğu açlık da vurgulanmış. Marketten, kanatlandırdığı söylenen içeceği alırken, içeceğin tek kanat mı, iki kanat mı vereceğini hesaplıyor İsmet. Bu basit örnek, hem karşısındakinden beklediği yalansızlığı, hem kandırılmaya açıklığını, hem de vaatlere karşı nasıl bir zaaf içerisinde olduğunu açıklıyor. Aslında safiyane görülebilecek bu davranışlar, tipik tüketici davranışı değil midir? Vaatler, aldatmaca, bile bile kanma, avunma ve bu avunmanın maddi bedelini emek karşılığı ödemek üzerine kurulu bir gündelik yaşam kurgusu. Reklamlar ile tüketicinin karşısına çıkarılan her ürün, yeni bir yaşam ihtimalinin vaat edilmesi değil midir? Her hayal kırıklığı, bireyi sürekli yeni arayışlara sürüklerken, öte yandan doyumsuzluğu da kamçılar. Yazar, söyleşilerinde, yalnızlığın derecesi vaatlere kanma meylimizle orantılıdır, diyerek açıklamış bu durumu.

Bu yönleriyle İsmet çevresinden farklı, topluma yabancı bir birey ama asıl aykırılık, okuduğu ve hayatını baştan değiştiren bir sloganla somutlaşmış; çünkü bu sloganı sadece kendisi okuyabiliyor. Kitabın belirli bir bölümüne kadar, bu sloganı başka insanların da okuyup okuyamayacağını görmeyi bekliyorsunuz ama cevabı bulmak o kadar kısa sürmüyor. Tüm insanların kendisi kadar perdesiz, yalansız ve saf olmasını bekliyor içten içe. Bu yüzden kitap boyunca bir çığlık gibi bu sloganı okuyan insanları bulmaya çalışıyor ve okuru da, kimi zaman alışılmışın dışında yöntemlerle devam ettiği bu arayışın peşinden sürüklüyor. Çabası sloganı okumak değil sadece, hayata karşı inancını korumak, yalnız olmadığını, doğru anladığı nadir şeyleri ispatlamak. Romanın okuru hikayeden koparmayan en önemli kısmı da İsmet’in bu gerçekçi çabası.


Şimdi Reklamlar’da, Adamlar’ın Acının İlacı isimli parçası geçiyor birkaç yerde. İsmet’in bu şarkıya takılması sıradan bir detay değil. Yazar, her acı kendi lisanını doğurur, derken, bu parçayla birlikte okuru da kitabın ana temasına kilitliyor: Ortak acılar, ortak bir dil oluşturabilir mi? Ortak lisanı oluşturan kavramlar nedir? Tam da bu noktada romanda belli belirsiz bir aşk teması devreye giriyor. Yazarın duygusal ilişkiler konusunda, beklentisini asgaride tutan karakterlerine alışkınız, nitekim İsmet de Servi’ye delicesine bir dürtü ile bağlanmıyor, ondaki şeyin aradığım şeyle bir ilgisi vardı, diyerek aşkın da hayata dair aradığı bütünsel anlamın bir parçası olduğunu vurguluyor. Bir yaranın kabuğunun aniden açılmasına benzer bir sızı ile açıklıyor aşık olma biçimini İsmet. Aynı sızı durumunu, kapıcı Yusuf ve karısında, çalışma arkadaşı Çiçek ve sevgilisi Yağmur’da da görüyoruz. Yazar, bu bölümlerde okurla oyun oynamış. İsmet’in aşık olduğu Servi, bu büyülü sloganı okuyabilen ikinci kişi, bu durumda, aşkın ortak bir lisan oluşturabileceği anlaşılıyor ama romanın finaline doğru bu sloganı okuyabilen başka kişilerin ortaya çıkması ve bu kişilerin ortak özelliklerinin keşfedilememesi okurun aklını karıştıran bir durum. Yazar, anlamanın, anlaşılmanın tek bilinmezli basit bir denklem olmadığını anlatmaya çalışmış, hem de romanın en başından beri. Romanı bitirdikten sonra, açık vermeden söylemeliyiz ki, kitabın ilk cümlesinden itibaren yazar okuru, bildiği bu gerçeğe yavaş yavaş yaklaştırmış.


Roman, en kısa şekilde ifade etmek gerekirse mutlu sonla bitmiyor. Olaylar bir bir çözülmüyor, karakterlerin gelecekleri net bir şekilde çizilmiyor. Baştan sona kadar, onlarca yerde slogandan söz edilmiş olsa da, bu sloganın ne olduğu açık edilmiyor. Günümüz öykücülüğünde aranan bir özellik olarak açık uçluluk, önceden belirlenmiş bir teknik olarak değil, modern bireyin gündelik yaşamının bir gerçeği olarak romana sızmış ve orada mayalanmış. Yazar modern zamanlardan şöyle sesleniyor adeta okura: Hayat tüm çaba ve beklentilerden bağımsız, kendi başına işleyen, sonu kestirilemeyen bir sistemler bütünüdür. Akın Çokuğurluel, Şimdi Reklamlar’da,. iletişime, ilişkilere, kapitalizme karışmış iş hayatına dair kendi duruşunu ustaca işaret etmiş Okura da, kendi cevaplarını sorgulayabilmesi için, o üzeri siyah bantla kapatıldığı için okunamayan cümleyi bırakmış. Düşünüp doldursunlar diye.

Şimdi reklamlar!

bottom of page