Ses Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz: Kurmacada Yaratıcı Ritim
Yazarın yazma yönteminin kendine özgülüğü ve doğallığı akışkan bir metinle okuru buluşturuyorsa işte tam da bu noktada her zaman sözünü ettiğimiz ama tanımlamakta zorlandığımız ritmik bir metinle karşı karşıyayız demektir.
Eser Kuru
Yazmak için masaya oturduğumda bilincimin farkındalık düzeyine eş başka bir alana çekildiğimi hissediyorum. Bir tür dış dünyayla iletişim kanallarının seyrekleştiği bir odaklanma hali. Yeni bir boyuta geçilen bu alanda yazının ve okuyuşun ritmi önemli bir yer kaplıyor. Sözcükleri yerine oturtmak, değiştirmek, yeni anlamlar katmak, tümü bir müzik parçasında çalınan kadanslar gibi tamamlanma çabasının sonucu. Kurmacada ritim, yaratmanın başlangıç itkisi olarak bir metronomun tik taklarının ilk hareketi gibi yazının içinde kımıldamayı bekliyor. Ses ahenginin kurmacanın bir parçası olmasının yanı sıra yaratılan dil organizasyonunun sürekliliğine de katkı sağladığını kabul etmek okuyucuya bütünleyici bir bakış açısı sunuyor.
Ses ve Ritim
Sesten bahsettiğimizde, ağızdan çıkan ve kulağımızda titreşenden farklı bir şeyden söz ettiğimiz aşikâr. Anlatıcının ve kurgusal karakterlerin uyumlu bir bütünlüğün içinde dengeli ve hayatın olağan akışına yakın bir ses biçimi oluşturması gerektiği düşünülebilir. Öyle ki okur olarak saplantılı bir şekilde sese ve en başta da yazarın sesine odaklanmanın okumayı teşvik etmediğini öngörmek zor olmasa gerek. Zira birçok yazarda üsluba dair ayrıştırıcı bir ses bulamayabiliriz. Onların metinlerinden ziyade, karakterlerinin, anlatıcılarının seslerini duyarız. Burada ses kavramını ritimle beraber ve bütünsel olarak düşünmek gerekir.
Ritim, insan doğasında ve sonradan edinilen kültürel öğelerde mutlak olarak bulunur. Kalp atış hızı, nabız gibi organizmanın zihne gönderdiği belli sayıda tekrarlı ve düzenli hareketler örnek olarak verilebilir. Düzyazıda ritim, kalıp ve benzerliklerin ses birimlerindeki dengeli hareketinden kaynaklanmaktadır. Heceler, sözcükler, çağırışımlar, cümleler, paragraflar bu yinelemeyi ve ahenkli dengeyi ne kadar tekrar etmiyormuş gibi örtük gerçekleştirirse o derece başarılı olur. Tüm imge kalıpları ve anlatı dinamiği boyunca bu ritim sürer. Zaman zaman kullanılan dilin bazı kuralları da bu duruma hizmet edebilir. (Türkçede; ulama, ünlü seslerinin benzerliği, sesteş kelimelerin cümle içinde yer aldığı konum, tekrarın niteliği, yorgun paragraf yapılarına serpiştirilmiş eksiltili cümleler, birden çok anlama gelebilecek sözcük seçimi gibi…) Yine yapısal düzeyde boşlukların nabzı, noktalama işaretlerinin seçimi ve yeri gibi unsurlar hikâyeyi canlı tutabilir. Basit cümleler daha hızlı hareket ediyor algısı okur zihninde oluşabilir, okuma eylemi esnasında cümle geçişleri çabuklaşabilir. Ancak bu acele durumun metnin ritmi ile ilgili olduğu yanılsamaya yol açar. Metindeki ritim duygusu hızlı okunabilen bir yazım biçiminin sonucu değildir. Aksine, dalgalı, birleşmiş bağlantılı ifade ya da cümleler, yüklem durağının tam yakınına bitişmiş anlam, dikkat ve yoğunluğu arttırıp ritmik bir ses ahengi yaratabilir. Unutmamak gerekir ki, ritmi fark edebilmek için bir “aritmiye” ihtiyaç vardır. Hep aynı vuruştaki kalp atış hızı fark edilemeyeceği gibi, tek düze bir hızla ilerleyen metinde ritim hissedilmez. Metindeki duraklar, iniş çıkışlar dile dair yoğunluk duygusunu ve farkındalığı arttırır. Basit ritimde bir müzik parçası dinlemek yerine çok sesli bir senfoni dinliyormuş algısı okur zihniyle bütünleşir.
Ritme Hizmet Eden Metafor
Derrida’ya göre, edebi metinlerde iyi bir metaforun bir şeyi gözümüzün önüne koyma, resim yapma, canlı bir etki yaratma erdemlerine sahip olması yeterli değildir. Bununla birlikte, bir metafor, yalnızca benzerlik üzerinden asıl olanla etkileşim kurmamalıdır. Eylemde verilmiş olanı eylemin içinde görmemize izin verdiği ölçüde metafor bağlantılıdır ve yerli yerindedir. Bağlantılı metafor dediğimiz şey tam da budur. Bilge Karasu’nun, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı kitabındaki şu pasaj buna iyi bir örnektir: “Kendini düşünüyor; yalnızlıktan, başkalarıyla ancak istediği zaman görüşmekten, istemediği zaman başkalarından kaçmaktan hoşlanıyor. Ama yalnızlıktan hoşlandığı, yalnızlığı aradığı halde, asıl sevdiği, asıl aradığı, kalabalık içinde bulunduğu, kalabalıktan uzak olmadığı bir sırada, bu kalabalıktan ayrılabilmek, yalnız kalabilmek, başkalarının yanından çekilmek, istediği için tek başına durabilmek... Farkında bunun. Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor.” Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Bilge Karasu
Bağlantılı metafor kavramı benzeyen ve benzetilen arasında kurulan özdeşimin içselliği ile de ilgilidir. Yukarıdaki pasajda, yalnızlığın başkalarının yanından çekilmekle ilişkilendirildiği durumda, çekilme fiilinin bir benzeşim işlevi gördüğünü duyumsamayız bile. Metnin içindeki gerekli metafor farkında bile olmadığımızdır. Yine Derrida’nın anlatımıyla benzerlik kurulanla benzeyen arasındaki boşluğu unuttuğumuzda metafor söner ve sönümlenenin ritmi sesli bir şeyin etkileşimi gibi işitme duyumuzu uyarır. Bu anlamda güçlü ama okuyucuda uyarıcı etki yapmayan, fark edilmeden metnin içinde kaybolmuş metaforlar okuma ritmine hizmet eder.
Öte yandan metaforlar bir deneyim alanını bir başkası açısından tanımlayarak anlaşılır hale getirir. Bilge Karasu aynı metinde: “İnsan yorulunca küçüklüğünü daha iyi, daha çok duyduğu için mi kendini büyütmeğe, büyüklük düşünceleriyle kendini bile aldatmağa kalkıyor?” derken küçüklüğü, küçük olma hatıratını, bellek işlevi gören duymak fiiliyle benzeşim kurarak okura iletiyor. Zıtlıklar, tekrarın veya benzeşimin gücü, ritmi güçlü kılan unsurlardan olsa da bellek ve ses arasında kurulan güçlü metaforik bağlantı da etkisini okura hissettirerek öykünün akışına bütünlük katıyor.
Ritmik Uyum ve Hareket
Kurmacada ritmi, hareket halindeki dil olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek. Ne zaman ritmik bir metinle karşılaşılsa hareketli bir uyum hissi zihnimize eşlik eder. Kurgunun akışındaki bu mevcudiyet, doğru noktalama işaretleri, boşluklar hatta dilbilimsel olmayan semboller gibi okurun zihninde yankılanan örtük tekrarlar ve zıtlıklarla vücut bulur. Ursula Le Guin cümlelerin sürekliliği üzerine şöyle der; “Bir anlatı cümlesinin başlıca görevi, bir sonraki cümleye götürmektir, hikâyeyi devam ettirmek, hız ve hareket her şeyden önce ritme bağlıdır." Yine Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı metninden devam edelim;" …oysa öfkesiz yaşamanın aydınlığı; içine doğmaya başlıyor şu anda. Öfkeyi atıp bir şeyler yapmak. Bu bir şeyleri, hâlâ, çiçek yetiştirmek kalıbı içerisinde düşünüyor. Daha başka türlü, daha başka kalıplar içerisinde düşünmeğe; bulmağa vakti var. Vakit çok. Başkalarına göre iyi de olsa kötü de olsa bir şeyler yapmak... yeter ki kendi gözünde kötü olmasın, kısır olmasın."
Le Guin’in tespitinden yola çıkarak Bilge Karasu’nun yazdıklarını değerlendirdiğimizde, her cümledeki yapısal öğenin bir sonraki cümleye ulandığını, eklemlendiğini ve bir öykünün başı ve sonunu bilmediğimiz ama olan ve olmaya devam eden bir bütünden kesit olma durumunu yansıttığını görebiliriz. Ritmik hareket dediğimiz öğe metnin altında yankılanan ya da mırıldanarak ses çıkaran ayrı bir yapı gibi bu güçten kaynaklanıyor. Yukarıdaki örneğe dönecek olursak, ilk cümle öfkeye dair bir tanımla açılıyor, ikinci cümle yine bağlantılı ve üçüncüye okuru hazırlıyor, yeni şeyler yapmak ve öfke arasında kurulan bağlantı giderek genişliyor ve olumsuz tanım kademe kademe açılıp anlam olumlanarak bölüm tamamlanıyor.
Bu noktada kurgu yazımındaki ritmin ve hızın ortak özelliklerinin olabileceğini ama aynı şey olmadığını söylemek gerek. Hız, akışı değiştirmeye katkı sağlamak için metne tüm yapısal öğelerin doğru bir şekilde yerleştirilmesiyle gerçekleşebilir. (İşaretler, imler, esler veya vurgunun yükleme yakın ve süratli gerçekleşmesi gibi.) Bu durumu zamanda sürüklenmeyle dramatik sonuca kısa ve kesin hareketlerle ulaşma çabası olarak tanımlayabiliriz.
Oysa ritmik bir metin için yukarıdaki tanım çoğu zaman taktiksel, bazen de stratejik bir yönelimdir. Öyle ki sürat kavramı ritmin kullandığı yapısal öğelerden yalnızca biri olabilir. Metin, gerektiği yerde hızı bir ilerleme aracı olarak kullanılırken, normal okuma akışında yapılan bir sürat değişikliği, bazen yazma ritminin ta kendisidir.
Çocuklukta tekerlemeler çoğu motor becerilerden önce öğrenilirdi. Ninnilerin bebekleri uyutmak için başarılı olmasının bir nedeni vardır. Melodinin monotonluğu, bunun öngörülebilirliği, zihnin kavrayacağı yeni hiçbir şeyin olmayacağını bilmek onlara güven verir. Değişmeyen, rutine oynayan her uyarıcı bebeklik için dinlencedir. Anatomimiz gereği bu döngüsel rutine teslim olmak zihnimizi dinlendirse de bir süre sonra sabit hızla bir metnin parçası olmak, rutinin ve sabit hızın ardına sığınmaktan başkaca bir şey değildir. Bu ritim monotonluğu, öyküleme anlatısı genelinde kaçınılası bir şeydir.
Ses ahenginin okuma eylemine kattığı zihinsel uyumun yalnızca işitsel değil görsel ve imgesel bir boyutu olduğu da göz ardı edilmemeli. Ritmik bir harmoni ancak kelimelerin seslerinin yanında görselliği de düşünülerek kurgulandığında vücut bulur. Okurun zihninde zıtlıklar, çok anlamlı boyutlar ve anlatılmak istenene dair şüphenin gerçekliğe kattığı güç dikkate alındığında ritim güçlü bir anlatıya dönüşür. Örnek metnimizle devam edecek olursak; “Bitirilecek bunca tümce var, diyor. Bu çekişlerin, bu inişlerin artık bir yere, bir noktaya, bir tümcenin son noktasına, bitimine varması gerektiği düşüncesi diyor. Tavanları, duvarları tutan kemerlerin altındaki girintiler, bir zamanlar insanların yaşadığı, oturduğu, duğu, dığı, tığı, akla gelecek her şeyi yaptığı girintiler şimdi dişsiz ağızlar gibi, batan güneşin ışınlarını karşıdan aldıkları zaman renklerin en olgununa, toprak rengine boyanır.” Görüleceği üzere ses ve imge aynı anlam bütünlüğü içinde ritmik bir harmoniyle akıp giderken, dişsiz bir ağızla, ev uzamına dair güneş ışığının sızabileceği girintiler arasında bağlamı güçlü bir köprü kuruluyor. Bu güçlü köprüler Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı metninin bütününde mevcut.
Son olarak şunu belirtmek gerekir: Yukarıda yapılan tüm genellemeler bir edebiyat kurmacasına dair bakış açısı önerileridir. Elbette ki, birçok kurmacada düz bir anlatımla ya da metaforlardan uzak yahut tekdüze bir dil seçiminin bilinçli tercihiyle burada aktarılanlar dışında ses ve ahenk yakalanabilir. Öyle ya da böyle, kurmaca tartışmalarının tümü biçim ya da yöntem tartışmalarıdır. Metnin yaratıcısı açısından en iyi yöntem her zaman en doğal olanıdır. Bu konuda Ursula K. Le Guin şöyle bir belirleme yapar:
“Hafızanın ve deneyimin altında, hayal gücünün ve icatların altında, kelimelerin altında hafızanın, hayal gücünün ve kelimelerin uyduğu ritimler vardır; yazarın işi bu ritmi hissedecek kadar derinlere inmek ve onun hafızayı ve hayal gücünü kelimeleri bulmak üzere harekete geçirmesini sağlamaktır.”
Virginia Woolf’a göreyse, okuyucunun bu hayal gücünü harekete geçiren biçim yazara özgüdür ve “üslup ritimdir.”
Yazarın yazma yönteminin kendine özgülüğü ve doğallığı akışkan bir metinle okuru buluşturuyorsa işte tam da bu noktada her zaman sözünü ettiğimiz ama tanımlamakta zorlandığımız ritmik bir metinle karşı karşıyayız demektir.
Comments