Stendhal’ın Eli
Hasan Sezer
Uyanış
Yabancısı olduğumuz bir dünyanın kapısı önümüze açılırken heyecan duyarız çoğu zaman. Bu vakitlerde bizi etkisi altına alacak bir metinle karşı karşıyaysak eseri bırakmak bir hayli zor olacaktır üstelik. Yatakta, masada, kuru bir sandalyenin üzerinde, koltukta; evde, okulda, yolda veya işte nerede olursak olalım o esere dönme arzusuyla yanıp tutuşuruz. Sayfalar bir çırpıda akar gider. Koşarız satırların arasında, gökyüzüne kara çalınsa da umurumuz olmaz.
Haftalar, günler belki de saatleri harcarız şuursuzca. O satırlar hiç bitmesin isteriz. Farklı bir bedene bürünürüz sanki. Benliğimizden uzaklaşırız, okumak istekten ihtiyaca dönüşür. Yabancı olarak tanımladığımız bu kişileri kardeşimiz, annemiz, babamız, çocuğumuz biliriz. O köylerin ve ovaların, ışıltılı şehirlerin, fabrikaların, kafelerin, restoranların piri oluruz. Aynı yıldızın altında hayran oluruz doğaya, o korku dolu soluğu duyumsarız. Birlikte sinirleniriz, beraber kızarız. Bir acı sona burkulur yüreğimiz. Günlerce o satırların etkisi altında yaşamımızı sürdürürüz.
Öyle bir an gelir ki sanat hastalığa bürünür. Bizi tir tir titretir, nefesimizi keser, gözlerimize bir perde gibi iner. Elimiz ayağımız tutmaz olur, eserin karşısında dehşete düşeriz veya hazzın doruğunda coşkulu bir duygu selinde boğuluruz. Başımız döner, kulaklarımız uğuldar. Duvarlar ağızlarını açıp konuşmaya başlar, kalbimiz göğsümüzü parçalayacakmışçasına hırsla atar. Biz daha ne olduğunu anlayamadan gelip geçer bu buhran. Baygınlıktan sıyrılıp kendimize gelmeye çalışırken şaşkınlıktan nutkumuz tutulur. Belki korkar, belki aşık oluruz.
Stendhal’ın Eli
Bu asırdan pek de uzak olmayan bir zaman diliminde ortaya çıkmış bir sanat hastalığı söz konusuydu. Bu hastalık, sanat eserlerinin karşısında duyulan estetik zevkin bir orgazm şehvetine bürünmesi ve etkisi altına aldığı kişileri bayıltmasıyla ünlenmişti. Stendhal’ın Floransa ziyareti sırasında Santa Croce Bazilikası’nda Giotto’nun fresklerini gördüğünde usta yazar, anlatım gücünün yetmeyeceğine kanaat getirdiği bir duygu durumuyla karşılaştığını yazmıştır. Stendhal sendromu olarak adlandırılan bu zevk sarhoşluğu bugün de bilinirliğini korumaktadır.
Bu esrarengiz duygu durumunun ardında saklı olan estetik haz, hedonist felsefenin ne kadar güçlü olduğunu bizlere göstermektedir. Karşı karşıya kalınan bir resim, dinlenen bir müzik parçası, sayfalar dolusu bir metin veyahut küçürek bir öykü, belki de kısacık bir cümle olabilir.
Ancak unutulmamalıdır ki öznel olan estetik ve haz o ana özeldir. Stendhal’ın eli tutulduğu vakit zaman Marquez’in satırlarında zaman eriyip gider, Alan Poe’nun Kuzgun’u ay ışığıyla bir olur ve karabasan gibi bedenlerin üzerine çöker. 16 Haziran’ın ilahi yazımında Türkmen semahlarının betimi nefesleri keser, Sapho sevgilisinin eline sıkı sıkıya sarılır. Bir de bakarsınız ki karşınızda Don Kişot! O karşı konulamaz duygu buhranının içindeyken ruh bedeni terk eder, haz doruk noktasına ulaşır ve gözle görülemez, elle tutulamaz geçmiş gerçekliğin pelerinini sırtına alır. Kargalar şehirleri istila etse de siz Anka kuşunun ateşten kanatlarına hayranlık beslemekle meşgulsünüzdür. Farkına varmazsınız, çehreniz silinip gider.
Yıllar yılların üzerine binip dört nala koşarak uzaklaşsa da ömrümüzün çetelesinden, o satırlar unutulmaz. Kim bilir? Belki de son nefesimize değin sürdüreceğimiz düşün eylemimizin kaynağı hepten yıkılır, tuzla buz olduğu gibi çok daha yeni ve esrarengiz, bazen kuvvetli bazen kırılgan bir zeminin üzerinde yeniden şekillenir. Yeni bir benlik algısına, apayrı bir bakış açısına bürünürüz. Yabancı dediğimiz paragrafları içselleştiririz. Bir diğerinden ötekine doğru kulaç atarken zihnimizin köşesinde her daim o cümlelerin ve imgelemlerin yansıması düşer dillerimize.
Karanlık Çöktüğünde
Nitelikli ve bizi bir nokta ileri taşıyacak eserlerle karşılaşmak elbette kolay değildir. Kimilerince şans çalar kapımızı, hiç beklenmedik bir anda avuçlarımızda beliriverir bu eser. Kimilerine göreyse koskoca bir ömrün tüketimi ardından ancak bulunabilir böylesi. Çünkü vasıflı eserin kıymeti bilinmez çoğu zaman. Derin bir araştırma ve birikim gereklidir ki o yapıta ulaşılabilsin ve okunduğu vakit anlaşılabilsin.
Anlaşılan odur ki alelade karşımıza çıkmayacak bu tür metinlerin kıymetini bilmemiz ve sahip çıkmamız gerektiğidir. Ancak birçok yapıtı karanlık suların acımasızlığına terk ederken düşünmediğimiz, kendimize sormadığımız bir dolu soru var! Gözümüz görmüyor, kulağımız duymuyor, usumuz derin bir uykunun pençesinde uyanışın sancısını çekiyor. Kısacası sırtımızı dönüp gidiyoruz, nereye doğru ilerlediğimizi dahi görmeden. Kapitalin tüketim hızına ayak uydurmaya çalışırken hali hazırda metalaşmış, içi dışı parçalanmış, kıymetini kaybetmekle mahkûm edilmiş, kalemleri kırılıp sayfaları harap edilmiş edebiyatın can çekişmesini zevkle izliyoruz.
Evet, dünya gibi zevklerimizde durmadan değişiyor. Devinim halinde salınıyoruz ufukta, aklımızı yönetmeye fırsatımız yok. Düşünmeden, sorgulamadan hareket halindeyiz durmadan. Kültürü, değeri ve sanatı, edebiyatı anlamadan bodoslama saldırıyoruz dört bir yana. Dostlarım! Kaybediyoruz açıkça ve korkusuzca. En üzücü yanıysa bu durumu önemsemiyoruz bile.
Stendhal’ın eli boşlukta süzülüyor, estetiğin katli yüreklere işliyor. Zaman aleyhimize çalışıyor. O satırlara tapınıyorken bir yenisi yaratmayı istemiyoruz, yaratılmasına ihtimal dahi vermiyoruz. Kapılar kapanıyor hızla, yeni sesler boğuluyor bilinmezlikte. Yüz binlerin sözleri boşlukta siliniyor. Karanlığın siması seçiliyor bugün, yarın dört bir yanımızı saracak. Uyanalım şu derin ve lanet uykudan. Stendhal’ın eline sarılıp yürüyelim geleceğe, gecenin ıssızlığını yırtıp atalım. Sanatın kıymetini bilelim, bilenleri yaşatalım!
“Yapılamayacağı düşünülen bir şeyi yaparak, insanlığın güç alanını genişleten her şey değerlidir.” Ben Jonson
Comments