Çocuk yarasız büyümez
- Peyman Ünalsın Gökhan

- 3 Eki
- 4 dakikada okunur
Peyman Ünalsın Gökhan, Özlen Alpaslan’ın okuyucunun zihninde şarkılardan bir kovuk inşa ettiği romanı, Yara üzerine yazdı: “Yara, varoluşsal sorgulamaları ile bir açıdan felsefî, insanın yalnızlığını, sevgisizliğini irdelediği için aynı zamanda psikolojik, bir başka açıdan ise politik de bir roman.”

Yara, çağdaş edebiyatımızın üretken yazarlarından Özlen Alpaslan’ın üçüncü romanı. İlk iki romanı Yarım ve Mahalle’den sonra Karakarga Yayınları etiketiyle kısa süre önce okuyucuyla buluştu.
1981 Samsun doğumlu Özlen Alpaslan, Samsun Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Endüstri Ürünleri Tasarımı okuyor. Hayat onu iletişim dünyasına sürüklüyor. Yazmadığı günlerde bir teknoloji şirketinin kurumsal iletişiminde rol alıyor. Bir röportajda* işi gereği vaktinin çoğunu bilgisayar karşısında yazı yazarak geçirdiğini söylüyor. Dört yıl içinde yayımlanan üç roman (Yarım, 2022 – Mahalle, 2023) Özlen Alpaslan’ın meselesi olan konuları kâğıda dökmekteki azmini gösteriyor. Alpaslan, toplumsal gerçekçi anlayışla kurguladığı metinlerinde bireylerin kişisel sorunları ile bireyin içselleştirdiği toplumsal sorunları birleştiriyor.
Bir metni değerlendirirken adından başlamak, bana, ev alırken çatısı olup olmadığına bakmak gibi geliyor. Çatı birleştiricidir. Evi, saçaklarının altına alıp korur. Ona bütünlük sağlar. Romanda örgenin çıkış noktasıdır. Bütünsellik romanın adından başlar.
YARA, yarmak fiilinden; ayırmak, kesmek eylemi ile ilişkilidir. Bazı yaralar vardır uzun müddet kapanmaz. Kabuk bağladığını sanırız, tam geçecek galiba kaşınıyor dediğimizde kaşırız ve yeniden kanatırız.
Romanın ana karakteri İpek’in de hikâyesi kapanmayan bir yara aslına bakarsanız. Hem de en ağır yerden alınan darbe ile oluşmuş. Birinci tekilden dinlediğimiz bir hikâye var ortada.
İpek ve Mahir Cumhuriyet Meyhanesi’ndeki ilk karşılaşmalarında aşkın baş döndürücü sarhoşluğuna kapılıyor. Bir süre sonra ayılmaya başlıyorlar. İpek artık her modern insanın yaptığı gibi psikolog koltuğunda kendi evinin çatısını anlamaya ve onarmaya çalışıyor. Psikoloğu Aslı’ya Mahir’li Mahir’siz yaşamını anlatıp kesişim noktalarından YARA’sının sebebini bulmaya odaklanıyor.
“İlk görüşte aşk sanılan şey aslında çoğu zaman şema kimyasıdır İpek. Çoğu zaman sebebini bilmeden çocukluğumuzda aldığımız yaralarımızı bize anımsatan kişilere çekiliveririz fark etmeden,” diyor terapistim. syf.23
İpek’in şiddetle reddettiği konu, Mahir’in bir çekim kuvveti ile karşısına çıkmış olması. Birbirleri için yaratıldıklarını, uzun zamandır beklediği insanın Mahir olduğunu düşünüyor.
Mahir ona ‘İpekböceğim’ diyor. İpekböceği de bence örgeye katkı sağlayan bir adlandırma. Kendi etrafına koza ören tırtıl, uzun bir müddet orada bir başına kalır. Başarıp da kozayı delerse güzel bir kelebeğe dönüşür. Başarıp başarmamak belki de İpekböceği’nin elinde.
Bir tiyatro sahnesi hayâl edin ya da Fransız Yeni Dalga sinemasından bir film sahnesi. Bir danışan, karşısında oturan ve onu sabırla dinleyen terapistine içerlemekle, ona hak vermek arasında gelgitlerle kocasıyla olan sorunlarını anlatıyor. Anlattığı sorun canlandırması iki oyuncunun arkasındaki duvara bir video projektör ile yansıtılıyor. O sahnedeki başka önemli bir detay bir diğer duvarda oynamaya başlıyor. Matruşka gibi; İpek çözüldükçe çözülüyor. Üzerinden zaman geçmiş olaylar, sözler bugünün büyük dertleri oluyor.
Özlen Alpaslan okuyucunun zihninde romanı YARA için şarkılardan bir kovuk inşa ediyor. Hani o hep şarkılardan fal tuttuğumuz fazlaca duyarlı, hassas zamanlarımızın üzerine tıpatıp uyan sözler var ya, işte o sözlerle bizi uzun zaman etkisine alacak bir metin ortaya çıkarıyor.
İpek, sevgi açlığındaki ‘Yalnız’lığını bir pati dostuna ad olarak veriyor. Ama ‘Yalnız’ kendini adada buluyor. İpek, sevmenin temelinin bakmak eylemine dayandığını bilse de kendi çevresinde bu eylemin anlamını bilmeyenlerin yaşattığı derin özlemi kalbinde duyuyor.
Terapist Aslı, İpek’in hasret olduğu sevginin tanımını Erich Fromm’dan, Jung’dan, Freud’dan alıntılar yaparak danışanına aktarıyor. Sorun sevgi açlığı çekende mi, sevgi cimriliği yapanda mı?
Özlen Alpaslan metinde müzik ve plastik sanatlar gibi disiplinlerarasının gücünden faydalanırken ben de tam romanı okuduğum günlerde dinlediğim bir podcastte paralel çağrışımlar yaşayarak tuhaf tesadüfler yaşadım. Kitapta adı geçen Nihan Kaya’nın İyi Aile Yoktur yapıtı, dinlediğim podcastte de konuşuluyordu.
Aile, metnin örgesini oluşturan temel basamaklardan biri. Özlen Alpaslan en büyük adımlarını o basamakları tırmanırken atıyor. İpek’in ailesi, ilk görüşte aşka tutulduğu Mahir’in ailesi ve Mahir’le kurdukları kendi çekirdek aile, İpek’i kuşatan üçgenin keskin köşeleri. Aileyi anlamak, onu oluşturan bireyleri çözümlemekten geçiyor.
Bir ailede, babanın açtığı dehliz, çocuklarının varlığını omuzlarında yük gibi gören annenin canlı canlı gömüldüğü bir mezar olursa, o çocukların sağlıklı birer birey olması çok zor. Çünkü baba dehlizi açar ve kaçar. Sıkı sıkı kapar dehlizin kapılarını. Oksijen kesilince anneye çıkış yolunu gösterecek mumlar da birer birer söner. Anne karanlıkta çocuklarını da yitirir. Tıpkı İpek, İpek’in ablası İnci ve en küçükleri olan Mete’nin kaybolduğu gibi. Dehlize giren biri, çocuklar için şans olabilir. Ama yüzde kaç ihtimaldir böyle bir karşılaşma, buluşma? Ya kurtuluştur ya da yaraların kabuğunu kaldıran bir pena. Ama insan can simidi gibi görür onu. Ümit bağlar, bel bağlar. Farkında olmadan ona kendini adar. Hatta onun için kendinden ödün verir.
Yara, varoluşsal sorgulamaları ile bir açıdan felsefî, insanın yalnızlığını, sevgisizliğini irdelediği için aynı zamanda psikolojik, bir başka açıdan ise politik de bir roman. Türkiye’nin yakın tarihine değindiği ilk romanlarındaki toplumsal gerçekçi çizgiyi bozmadan bu romanda da okuyucuyu, yüreklerimizde Yara açan 2013’ün Mayıs ayına zihinsel bir yolculuğa çıkarıyor.
Disiplinlerarası yaklaşımla metnin zenginleşmesine ek olarak kendisinden önce yazılan başka metinlerden de alıntılarla bu zenginliği çoğaltıyor. Satır aralarından okuyucuyu kimler selâmlamıyor ki? Tolstoy, Murathan Mungan…
“Tolstoy’u tanımıyorum ama tanısam kesin çok severim. Çünkü adam haklı: ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’ “ Syf.17
“Bir sürü anımız olabilirdi. Ben bugün bu koltukta sana babamı kaybettiğim için ne kadar üzgün olduğumu anlatabilirdim. İnsan babası ölünce büyürmüş, diyenlerin ne demek istediğini şimdi anlıyorum, diyebilirdim sana.” syf. 141
Aslında çocuk yarasız büyümez. Yaraların büyüklüğü, derinliğidir önemli olan. Kapanabilecek yaralar da vardır. Sani hiç olmamışçasına ardında iz bırakmadan zamanla yok olup gider. Bazı yaralar ise üzerinden seneler geçse, minik bir sızısı ve izi kalır.
Ne dersiniz? Sizce “İpekböceği” kozasını delip güzel bir kelebek olarak kanat çırpabilecek mi?
YARA
Özlen Alpaslan
Karakarga Yayınları, 2025
Tür: Roman











































Yorumlar