top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 11 / Fuat Sevimay: "Yazmanın önündeki en büyük engelin edebiyat ortamları olduğunu düşünüyorum"

"Yazmanın önündeki en büyük engelin edebiyat ortamları olduğunu düşünüyorum. Çünkü tartılıp değer biçilecek bir üründen bahsetmiyoruz ve bir edebiyat eserinin, gerçekten değerliyse, edebiyat ortamlarının sahte iktidarlarını da aşması gerekiyor ve bu çok zaman alan, yıpratıcı bir süreç."

Yazarların yazma deneyimlerine odaklanan

Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin bu hafta Fuat Sevimay'ı ağırlıyor.




Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Açıkçası ben bu ritüel, totem gibi konuların bizi, sanatın ana işlevinden uzaklaştırdığını düşünüyorum. Genelde sanat, özelde edebiyat, öncelikle topluma dair sorunları ele almak ve ayrıca dili lezzetli kılmak içindir. Yazan kişinin nasıl yazdığı, ritüelleri, anda nasıl kaldığı ise temel sorun değildir. Ya da şöyle demeli; yazarın kişisel sorunudur ve ne metne ne de sanatın işlevine dair bir veri değildir. Madencilere, işçilere, memurlara, kamyonculara ritüel sormazken, yazarlarda ritüel aranması bana bu nedenle tuhaf geliyor. Yazmak eylemini putlaştıran bir mesele sanki. Dolayısıyla ne ritüelim var ne de özel bir alışkanlığım. Beni heyecanlandıran, topluma dair sözü olan bir sorunu işleme şekli yakalamışsam peşine takılıp gidiyorum. Hepsi bu.

 

Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Doktor Bey komik bir adammış. Şapkadan tavşan çıkarmanın edebiyatla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Az önce andığım gibi, beni heyecanlandıran bir konu yakalamışsam asla tıkanmam. Velev ki tıkandım veya tıkandık, benim veya bir başka yazarın tıkanmasının, sanatın gerçek işleviyle hiçbir ilgisi yok bence. Yazılmış binlerce harika eser var. Halihazırda yazanlar tıkanmışsa, dönüp o eserler okunur, onlar konuşulur.

 

Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Yazmanın önündeki en büyük engelin edebiyat ortamları olduğunu düşünüyorum. Çünkü tartılıp değer biçilecek bir üründen bahsetmiyoruz ve bir edebiyat eserinin, gerçekten değerliyse, edebiyat ortamlarının sahte iktidarlarını da aşması gerekiyor ve bu çok zaman alan, yıpratıcı bir süreç. Bu zorlu süreçte elbette eşimin desteğini anmalıyım. Her şeyi geride bırakıp edebiyatla uğraşacağım diyen birinin yanında durabilmek takdire şayan. Bir de edebiyatla ilgilenmeye başladığım günden bu yana, farklı aşamalarda yolumun kesişmesinden çok mutlu olduğum dört kişiyi anmak isterim; Çok erken evremde, edebiyat ortamında böyle naif insanlar da varmış dedirttiği için Jale Sancak; edebiyat vahası Gergedan’ı biz okurlar için dirençle ayakta tutan Rüyam Yılmaz; zamanında Kapalıçarşı ve Anarşık’a inandığı ve güler yüzünü hep hissettirdiği için Deniz Yüce Başarır; dik durmanın ve koşturmanın en güzel örneklerinden Nermin Mollaoğlu. Ve elbette, belki de en çok, tanısam da tanımasam da dostluklarını hep hissettiğim okurlar.

 

Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Yazmaya dair duygularım dalgalı deniz gibi. Ne başında ne ortasında ne de şu an aynı olduğunu sanmıyorum. Hayat gibi. Ama o dalgaların dön dolaş sakince bir kumsala vurmalarını ve orada iz bırakmalarını seviyorum.

Yazarlıkta yol aldım mı bilmiyorum ki bunun yanıtını ancak okur verebilir, ama şu kadarını söyleyebilirim; birkaç kitabım, birkaç çevirim, birkaç ödülüm varken, yine de “yazarım” demeye utanıyordum çünkü yol almam gerektiğini düşünüyordum. Bugün artık ben değil, okurlar “yazar” olduğumu hissettiriyor, belki de hikayenin, yol almanın en güzel tarafı bu.

 

Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Yine bir rutinden bahsedemem çünkü benim yazıyla ilişkim daha ziyade gelişine. Ama yaş itibariyle, başka bir dolu konuda olduğu gibi, yazmakla ilgili zihinsel gücün ve berraklığın sabah daha yoğun olduğunu söyleyebilirim. Yine de şunu da eklemeli; yazmak sadece klavye veya kağıt başındaki eylem değil. Aslolan aklımızda gezdirdiklerimiz ve orada da gecenin büyülü dünyası devreye girebiliyor. Son olarak; yazmaya ara verdiğim zamanlarda şiir okumayı seviyorum. Zihin açıcı olabiliyor.

 

Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Benim için klasik cevap olacak ama Ulysses’i yazmış olmayı isterdim. Ya da Terra Nostra’yı. Bunların edebiyattaki oyunu değiştiren eserler olduğunu düşünüyorum. Bir de Neşet Ertaş’ın Gönül Dağı türküsünü yazan ben olsaydım, of, neler vermezdim. Çünkü “Gönülden gönüle giden yolun gizi” olağanüstü.

 

bottom of page