Yaratıcılık Ritüelleri 52 / Ayfer Tunç: “Totemlere, seremonilere değil çalışmaya inanırım.”
- Semrin Şahin
- 28 Haz
- 4 dakikada okunur
“Bazen yapısal veya dramatik olmayan, yazmaya devam etmemi engelleyen daha edebi bir tıkanma yaşadığım oluyor. O zaman en iyi çözüm okumak. İyi bir metin okumak yazma isteği uyandırıyor. Yazmaya başlamadan önce şiir okuduğumu çok sık söylerim. Şiir beni metne taşıyan bir dalgadır.” Yaratıcılık Ritüelleri söyleşilerinde Semrin Şahin bu hafta Ayfer Tunç’u ağırlıyor.

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Ben ritüel değil rutin insanıyım, hiçbir konuda ritüelim yok. Totemlere seremonilere değil çalışmaya inanırım. Ama hemen her konuda rutinime çok bağlıyım. Rutinimin bozulması yeme içme alışkanlıklarımdan çalışma saatlerime kadar beni etkiler. Yaratma anının içinde kalabilmenin zorluğunu ritüellerle değil özdisiplinle aşma alışkanlığım var. Ama yaşadığımız bu karanlık günlerde ne yazık ki özdisiplinim de kendime yaptığım telkinler de kar etmiyor, yaşadığımız dönemin acımasızlığı, burnumuzun dibinde süren ve milyonlarca insanın hayatını tehdit eden savaş, ülkemizde hukuk devletinin ölümü, bütün dünyada hızla kararan gelecek gibi nedenlerle hayatımda hiç olmadığım kadar mutsuzum. Kişisel olmayan nedenlerle bu kadar mutsuz olabileceğim aklımın ucundan geçmezdi, mutsuzluğun kişisel bir şey olduğunu sanırdım. Mutsuzluk anlamın üstüne karabulut gibi çöküyor. Burnumuzun dibinde her gün müthiş bir dehşet hüküm sürerken yazmanın ne anlamı var diye soruyorum. Theodor Adorno’ yu hatırlıyorum, Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır,” sözünü, sonra aynı sözü bugün Gazze için söylemenin anlamındaki çelişik acıyı, Adorno’nun sözünü açıklamak ihtiyacı hissederek aslında şiirin değil sanat aracılığıyla acının pornografisini yapmanın barbarlık olduğunu kastettiğini. Bütün bunlar kafamda cirit atıyor ve sonunda madem dehşet var yazmayalım demenin insanın, doğanın ve sanatın tabiatına aykırı olduğunu düşünüyorum ve metnimin başına geçiyorum. Aşmak için çok çabaladığım bir umutsuzluk içeren bu derin mutsuzluk yazmakta olduğum metne odaklanmamı çok etkiliyor.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Tabii ki yaşıyorum ama şapka koleksiyonum yok. Tıkanmanın türüne bağlı olarak yaptığım şeyler var. Mesela yapısal bir tıkanma yaşıyorsam metni yeterince iyi kurgulamamış olduğumu anlıyorum, çoğu zaman tümüyle yıkıp yeniden inşa ediyorum. Bazen de edemiyorum, fikrin zihnimde tam oluşmamış olmadığını anlayıp vazgeçtiğim, birkaç paragraftan ibaret kalmış pek çok metnim var. Yapısal değil de dramatik bir tıkanma yaşıyorsam, metinde doğan bir soruya cevap arıyorsam kalkıp yürüyorum. Hareket etmek zihnimi açıyor, yüzmeyi seviyorum mesela, pek çok fikri yüzerken bulmuşumdur. Bazen yapısal veya dramatik olmayan, yazmaya devam etmemi engelleyen daha edebi bir tıkanma yaşadığım oluyor. O zaman en iyi çözüm okumak. İyi bir metin okumak yazma isteği uyandırıyor. Yazmaya başlamadan önce şiir okuduğumu çok sık söylerim. Şiir beni metne taşıyan bir dalgadır.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Doğuştan zengin değilseniz, hayatınızı kazanmak için çalışmanız gerekiyorsa engellerin en büyüğüyle, iş hayatıyla karşı karşıyasınız demektir. Ben yazmaya başladığım ilk zamanlardan, 2005’e kadar sabah kalkıp gitmem gereken, mesaili işlerde çalıştım, gazetecilik yaptım, yayıncılık yaptım. Yazabilmek için her gece uykumdan fedakarlık ettim, bu dönemde günde beş saatten fazla uyuduğumu hatırlamıyorum. Ama uyku alacağını tahsil eder diye bir söz vardır, bazen cuma akşamları uyuyakalırdım ve cumartesi öğlen uyanırdım, 14-15 saat uyuduğum olurdu. Kadın yazarlar için ikinci büyük engel de ailedir, ev işleri, aile hayatı, çocukların bakımı yazma saatlerini tümüyle çalar. Uzun yıllar evliydim ama çocuğum olmadığı için yazmaya daha çok zaman ayırabildim. Evli erkek yazar arkadaşlarım eminim çocuklarıyla eşleri kadar ilgileniyorlardır ama dürüst olalım, sonuçta çocuklara daha çok zaman ayıran annelerdir. Yazdıklarımın görünür olmasıyla ilgili olarak, ikinci öykü kitabım Mağara Arkadaşları’nın çıkmasından sonra umutsuz bir dönem yaşadım, kitabım görünmemişti, dikkat çekmemişti, kimse tek kelime bahsetmemişti. Yazmaktan vazgeçeyim en iyisi diye düşündüm ama yazmamın amacı ille de okunmak ve bilinmek olmadığı için bu süre ancak birkaç hafta sürdü. Sonra tekrar başladım.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Başlarken duygularım nasıldı hatırlamıyorum, yazmadan duramıyordum, yazıyordum. Zaman bu anlamda yazma sürecimi pek etkilemedi ama tabii ki tanınırlığımı artırdı. Kendimi bildim bileli yazıyorum, hep aynı disiplinle yazmamış olsam da yazdım. 1989’da Yunus Nadi ödülünü kazanarak yazar olarak tescillendiğimi düşünürsek 36 yıldır yazıyorum.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Sigara içtiğim zamanlarda (18-58 yaşım arası, kırk yıl ve günde en az bir paket) gece kuşu olduğumdan hiç kuşkum yoktu. Üç yıl öncesine kadar, mesaili çalıştığım zamanlar hariç, sabah beşte yatar, öğlen 11’de kalkardım, yazmaya gece 11 gibi otururdum, güneş doğana kadar çalışırdım. Sonra bir gün durup dururken sigarayı bıraktım, hiç yoksunluk çekmeden, bir günde. Sigarayı bırakmamdan birkaç ay sonra baykuşluktan tavukluğa geçtim. Üç yıldır akşam 11 gibi yatıp sabah en geç altıda uyanıyorum ve sabahları çalışıyorum. Daha mı verimli? Bence aynı. Elimin altında tuttuğum kitap Edip Cansever’in şiirleri.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Keşke ben yaratmış olsaydım dediğim bir yapıt yok ya da milyonlarca var, saymakla bitmez. Ama müzik konusunda kütük kadar, taş kadar, duvar kadar sağırım. Müzikten zerre kadar anlamıyorum ve dinlemiyorum. Müzikten anlamayı, dinlemekten zevk almayı, bir müzik aleti çalabilmeyi çok isterdim çünkü dinleyici veya yaratıcı olarak müziğin harikulade bir şey olduğunu sevenlerin halinden anlıyorum ve ben bu harikulade şeyden yoksunum.
Вибір правильного джерела новин є надзвичайно важливим у наш час, коли швидкість інформації може бути такою ж важливою, як і її достовірність. Новинний портал Delo.ua https://delo.ua/ забезпечує своїх читачів не лише якісними новинами, але й глибокими аналітичними матеріалами, які дозволяють краще розуміти події та процеси, що відбуваються в Україні та світі. Всі публікації мають високу якість, бо проходять неаби яку перевірку, що робить їх надійним джерелом інформації. Особливістю новинного порталу delo.ua є направленість на бізнес сектор країни, але разом із цим, вони роблять неаби яку для того, щоб публікувати новини про інші теми, які охоплюють нашу країну. Читачі можуть знайти актуальні новини, а також глибокі огляди подій, що дозволяє побачити картину в більш широкому контексті.