Yaratıcılık Ritüelleri 61 Taçlı Yazıcıoğlu: "Kelimelerin, hayallerin dünyasına girmek için sabırsızlanmak kâfi"
- Semrin Şahin
- 9 Eki
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Eki
"Kendi hikâyelerimi anadilimde yazmaya başlamak, sanatsal alana geçmek öyle müthiş bir eşikti ki!"
Edebiyatçıların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu Taçlı Yazıcıoğlu.

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Benim için sabaha nasıl girdiğim önemli sanırım, gece okuduklarım, sabah uyandığımda düşündüklerim. Yeni güne dinlenmiş, boş ve açık bir zihinle başlamak isterim hep, illa sessiz ve hareketsiz bir ortamda olmak. Yazdıklarım değişti ama yirmi yılı aşkındır her sabaha bu şekilde, yazarak başlarım. Bu rutinin aksamamasına çalışırım. Öz disipline nasıl sahip olduğumu soranlara bir yanıt vermede zorlanırım hep, yazılması gerekenlerden yazmak istediklerime geçişte bir ara bunu kazanmışım. Kelimelerin, hayallerin dünyasına girmek için sabırsızlanmak kâfi sanki, gerisi illa gelir. Bir ritüelim yok anlayacağınız. Yazdığım esnada da merak duygumun daim olması beni yazmaya bağlayan en önemli şey olsa gerek. Eskiz hazırlamadan çalışırım – beni özgür bırakmadığını düşünüyorum bunların nedense. Bu yüzden kafam hep doludur, yavaş yazarım, çok emek veririm ve rutinimi hızlandırmak için bir çabam olmaz. Günlük tutmayı, kâğıt ve kalemle bağımı korumayı çok isterdim ama yapamadım. Defterim yok, bilgisayarım var benim hasbelkader mühendisliğini okuduğum üniversiteden beri. Hayatımda hiç mühendislik yapmadım ama kurguyla uğraşmakla matematik yakın duygular gibi gelir hep bana. Aklıma gelenleri telefonuma not alırım, bilgisayarımla birbirlerine bağlılar zaten. Sabahları kahve kokusunu içime çekmeyi severim. İçmesem dahi zihnimi berraklaştırdığına inanırım ama onsuz da yaptığım çok olmuştur.
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Dilediğimi yazma özgürlüğüne kavuşabilmek için epeyce zaman bekledim ben. Sonra henüz sadece birkaç bölümünü yazdığım ve yayımlanma şansının ne olacağını bilmediğim bir roman için iyi giden akademik hayatıma son verdim, büyük bir emeği feda ettim. Öncesinde başkalarının hikâyelerini dinleyip İngilizce yazmak zorunda olan bir sosyal bilimciydim. Kendi hikâyelerimi anadilimde yazmaya başlamak, sanatsal alana geçmek öyle müthiş bir eşikti ki! Elime geçirdiğim bu özgürlükte mecburiyet olmadığından ötürü tıkanma da az yaşanıyor. Amerika’daki gibi sizden romanınızda ilerleme bekleyen editörler burada yok. İçimde hâlâ bilgi üretmeye dair merak baki, her birini bir-iki hafta içinde yazdığım çeşitli dergilerde yayımlanan denemeler bunun için. Yaklaşık on yıldır sadece edebiyata vakit ayırıyorum. İki roman ve bir de henüz son noktayı koymadığım kurgu-dışı sayılabilecek bir kitap yazmışım. Kızım büyüyünce zamanım daha genişledi sanırım.
Neticede başlayabilmek önemli benim için, sonrası daha kolay gider. Aksi gibi bazen de gitmez! İncirlik Yazı’nda bir cinayet var ve o kısma gelene kadar cinayeti kimin işlediğini bilmiyordum. Pek umutsuz da değildim, o bölüme geldiğimde bulacağıma kesin gözüyle bakıyordum. Yalnız bu böyle olmadı ve beni ilkin umutsuzluğa itti. Birkaç gün hiçbir şey yazamadım. Bu epeyce zor geçen bir zamandı. Bir sabah kalkıp bilgisayarın karşısına geçtiğimde birkaç dakika içinde buldum katili, oysa aylardır bunu düşünüyordum. Nasıl olup da aklıma geldiğine dair hâlâ bir fikrim yok. Evet, katil ancak o olabilirdi, nasıl da düşünememiştim! Kurgu bir yerlerde benden habersiz ilerlemişti. Sanırım zihnimin bana yaptığı bu tür sürprizleri seviyorum. Bir şapkam yok ama hiç durmayan çağrışımlarını takip etmesi bazen yorucu olan karmaşık bir düşünce trafiğim var.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Önceki soruda başladığım yanıta devam edeyim. Düşünün, ortada bir roman yoktu, basacak yayınevi zaten yoktu, hiç kimseyi tanımıyordum. Böyle bir durumda büyük bir emeği ve üniversitedeki işimi bırakmak çok büyük bir risk almaktı. En kötü ihtimal geri dönerim diye düşündüğümü anımsıyorum. Beklediğimden zor geçti yayımlanma aşaması, ilk roman birçok açıdan zormuş meğer. Hep Sondan Başlar yayımlandığında önce sadece arkadaşlarımın ilgi gösterdiğini görmek cesaretimi kırar gibi olmuştu. Sonradan amacımın sadece kendi hikâyelerimi anlatmak ve dilediğimi yazmak olduğunu anımsayınca sabretmeyi, o esnada da yazmaya devam etmeyi öğrendim. Okurun özgün olanı görüp anladığına inanıyorum artık. Bu güvenle yazıyorum. Önümü en çok açan okurların beğenisi ve bunu başkalarıyla paylaşmaları oldu.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Bu zor bir soru sahiden. Roman yazarı olmaya on beş yaşımda karar verdim ve sonra senelerce o cesarete sahip olmayı bekledim, yazmaktan uzaklaşmayarak, birçok öykü, şiir, edebi bir tür olduğunu ve beni Türkçeye bağladığını düşünmeden yüzlerce mektup yazarak. İlk iki roman denememin biri on beş yaşımın deneyimsizliğine diğeri de doktora tezime kurban gitti ama konuları hâlâ aklımda – ikincisine belki bir gün devam ederim. 2006’da yayımlanan ilk öykümden sekiz-dokuz yıl sonra ilk romanımı yazmaya başladım, 2019’da yayımlandı, ikincisi de geçtiğimiz yıl. Yazma tarzım değişmiyor, hep zigzaglarla ve metnin matematiğini kurmaya çalışarak... Bir yandan ama yaşam ilerliyor ben değişiyorum tabii. Bundan da mutluyum doğrusu, hep aynı kalmak kadar sıkıcı bir şey yok. Bu esnada aynı kalmayanlardan biri okurlarla kurduğum ilişki. Eskiden romanlarım hakkında hiç konuşamazdım, sevgili Müge İplikçi’yle yaptığım söyleşinin videosu bunun bir kanıtıdır! Şimdi biraz olsun konuşabiliyorum – yine de başkalarının neler okuduğunu, neler hissettiklerini anlatması bana daha ilginç geliyor. Bundan dolayı yazarlıkta nasıl yol aldığımı okurlar daha iyi bilse gerek. Eğlendiğim ve sonunu merak ettiğim müddetçe o hikâyeye devam ediyorum. Edebiyat benim için bir çile çekme yolculuğu değil. En çok neyi mi öğrendim? Devam etmeyi.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Ben tamamen sabahçıyım. Eskiden özgür bir işim olsa sabahları dilediğim kadar uyuyacağımı hayal ederdim ama annelik de girdi araya ve erken kalkmaya alıştım. Nedense seviyorum da artık. Neredeyse uyanır uyanmaz bilgisayarımın karşısındayımdır. Elimde kahve bir önceki gün ne yazdığıma bakarak, düzeltmeler yaparım. Bir saat içinde yazmaya başlarım ve bu genel olarak öğleden sonranın geç vakitlerinde biter. Verimli olduğum saatlerde başka hiçbir program yapmamaya çalışırım. Elimin altında tek bir kitap yok ne yazık ki, bir gün evde bana yatacak yer bırakmayacaklar diye endişelendiren kitaplar var! İlla seç derseniz ama bir şiir kitabı, mesela Edip Cansever’inkileri söylerim ama.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Resimden örnek vereyim hemen, zira hayatımda çok önemli bir yeri var: Burhan Doğançay’ın ya da Jackson Pollack’ın her bir eseri. Her ikisi de bütünü gösterebilen –sanki tümdengelimle düşünen– sanatçılar benim için ama detaylar için o kadar uğraşıyorlar ki, ortaya bakmaya doyamadığım ve nerede görsem tanıyacağım birer şaheser çıkıyor. Yine de yaratmış olma arzusundan çok onlarla büyülenmek ve onlardan ilham almak benim duygularımın daha iyi bir tercümesi. İyi bir müzik dinleyicisiyimdir, özellikle rock ama yazarken müzik dinleyemem. Bazen yürürken müzik dinlemek beni enerjik kılar ama o sırada romanımı düşünüyorsam ya da sessizliğe ihtiyacım varsa müzikten de feragat ederim. “Ben yazmış olsaydım” dediğim o kadar çok roman var ki! Olmasalardı zaten sanki roman yazarı olamazdım.







































