2024'de Fatmagül Berktay’ın en sevdiği kitaplar
Fatmagül Berktay, 2024'de okuyup sevdiği ve yazarken ilham aldığı kitapları Literaedebiyat için paylaştı.

Bu yıl okuduklarımdan bende kalanlar...
2024 benim için Simone Weil yılı oldu. Hemen bütün yapıtlarını ve hakkında yazılan birçok kitabı okudum ve Arendt’le birlikte ele aldığım bir makale yazdım. Weil çok etkileyici ve sarsıcı bir yazar ve kişilik, tüm paradokslarıyla. Ama beni en çok etkileyen yanı, düşünme cesaretinin uçsuz bucaksızlığı oldu. Özellikle “On the Abolition of All Political Parties”i okuyanlar ne demek istediğimi anlarlar ama ilginç olan, başka birçok yapıtı Türkçe’ye çevrilmişken bunun henüz çevrilmemiş olması. Önümüzdeki yıl, hatta bir sonraki de benim için Weil yılı olacak anlaşılan, çünkü bir kitap hazırlığındayım.
2024’ün en etkileyici edebiyat okuması ise Murathan Mungan’ın 995 km (Metis) kitabıydı. Mungan’ın siyaset, psikoloji ve sosyolojiyi hemhal edip edebiyata aktarış biçimine her zaman hayran olmuşumdur ama bu yapıtın “içeriden” okuma başarısı olağanüstü.
Bir diğer “içeriden” okuma/araştırma kitabı ise Filiz Gazi’nin Görünmeyen Cemaat, Mürideler'i (Tekin yayınevi). Cemaatler, tarikatlar içindeki kadınların ihmal edilmiş öz deneyimlerini, öznelliklerini sağlam bir toplumsal cinsiyet analizi ve sosyolojik çerçeveyle birleştiriyor. Okunmaya fazlasıyla değer.
Toplumsal cinsiyet demişken, Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan çıkan ve Nacide Berber’in derlediği Bir Toplumsal Cinsiyet Muhasebesi, 100. Yıl meyanında Cumhuriyet’in gerçek bir muhasebesini sunuyor konuyla ilgili olarak. Kitap, yüz yıllık birikime bakıldığında, kadınların, feministlerin ve LBGT+’lerin verdiği mücadelelerin Cumhuriyet’in çehresini, dokusunu en çok değiştiren mücadeleler olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor; aynı zamanda neden bugün bu değişimin durdurulmasına hatta geri götürülmesine çalışıldığını anlamayı da kolaylaştırıyor.
“Türkiye’de Cinsel Ahlak Üzerine Bir Deneme” olan “Ahlakı Giyinmek” (Hilal Özçetin. Metis) kitabı maalesef 2016’da kaybettiğimiz değerli yazarın doktora çalışması ve Simten Coşar tarafından çevrilip yayıma hazırlanmış. Araştırma, patriyarkanın kamusal alandaki cinsel ahlak düzeninin sürekliliğini sağlayan kıyafet kodlarının rolüne odaklanarak kadın bedeninin hizaya sokulmasının eril “ahlak” tahakkümünün payandası olduğunu gösteriyor. Bence bu araştırmayı Hanno Sauer’in “Ahlak, İyinin ve Kötünün İcadı” (Metis) kitabıyla eş zamanlı okumakta fayda var.
Son yıllarda Suat Derviş’e olan ilginin çok artmış olması sevindirici. Bunda İthaki yayınlarının yazarın bütün eserlerini yayımlamasının büyük payı var. Yayınevi, sadece Derviş’in kitaplarını basmakla kalmıyor, hakkında yapılan incelemeleri de özendiriyor. Bunlardan beni en çok heyecanlandıranlardan biri, Seval Şahin’in derlediği ve yazarın çeşitli yönlerini ele alan değerli makalelerin yer aldığı “‘Ben Yazar Suat Derviş’, Suat Derviş Kitabı” (İthaki) oldu. Bu arada, Derviş’in kitaplarının Maureen Freely tarafından İngilizce’ye çevrilmesi ve ABD’de büyük ilgiyle karşılanması ayrı bir güzel sürpriz.
Bu yıl, siyaset bilimi literatürüne önemli bir katkı niteliğindeki yerli bir eseri çok önemsedim. Cem Cemgil ve Ömer Turan, kapitalizm ile demokrasi arasındaki ilişkiyi bir zıtlık olarak yorumlayan on bir düşünürü yorumlayan makaleleri derlemişler Kapitalizm ve Demokrasi, Bir Zıtlığın Anatomisi (Metis) kitabında. Derleyenler, “demokrasiyi kapitalist çerçeveden kurtarmak” başlıklı giriş yazılarında, günümüz dünyasında demokrasinin son derece daraltılmış bir siyasal alanda deneyimlendiğine dikkat çekip siyaset ve iktisat bilimlerinin akademik disipliner organizasyonlarının da bu kısıtlı demokrasi anlayışının yerleşikleşmesine katkıda bulunduğu tespitini yapıyorlar, haklı olarak. Marx’dan Nancy Fraser’a dek uzanan bir dizi düşünürü hakkıyla inceleyen makaleleriyle bu yapıt, güncel demokrasi tartışmalarına değerli bir katkı sunuyor.
Ve son olarak şiir tutkuma karşılık gelen iki kitap. Yıl sonunda Hannah Arendt’in şiirleri İngilizce’de Samantha Rose Hill’in çevirisiyle yayımlandı: “No Word Breaks Into the Dark: The Poetry of Hannah Arendt”. Arendt’in yapıtlarını okumak hiçbir zaman sadece entelektüel bir uğraş değil, başlı başına bir hayat deneyimidir. Hele onun için şiirin düşünmeye en yakın biçim olduğunu, hem dilin hem de hafızanın yükünü kendi içinde taşıdığını hatırlarsanız bu deneyim iyice yakıcılık kazanır. Şiirlerinde dünya savaşlarının izdüşümleri, yalnızlık, yabancılaşma, yersiz yurtsuzluk duygusu ve elbette aşk var. Bütün bir hayat...
İkinci şiir kitabı ise, ilk kadın şair diye bildiğimiz Sappho’dan yüzlerce yıl önce yaşamış ve yazmış olan eski Mezopotamya’nın Ur kenti baş rahibesi Enheduanna’nın tanrıça İnanna’ya yakarışlarını toplayan yapıt: “Inanna, Lady of Largest Heart, Poems of the Sumerian High Priestess Enheduanna” (Betty De Shong Meador). Sappho’nun odağında Venus ya da Afrodit vardı, Enheduanna da kendi zamanında Venus yıldızıyla özdeşleştirilen Inanna’nın tilmiziydi. Meador’un yapıtı, Enheduanna’nın şiirlerinin doğadaki etkin dişil ilkenin çok yönlü niteliklerini betimleyen en eski yazılı yapıtlar olduğunu gösteriyor. İnanna, madde içindeki kutsalı, ışığı ve karanlığı, bolluğu ve yokluğu, iyiliği ve kötülüğü, ölümü ve yaşamı temsil ediyor. Onun gerçekliği öyle yumuşak değil, sert ve acımasız ama bütün yaşayan varlıkların yüzleşmesi gereken bir deneyim. Hayatın kendisi.
Comments