Binboğalar Efsanesi: Yörüklerin var olma direnci
Yeşilin, gökyüzünün, denizin ve ağacın hasretinin çekildiği şu zaman diliminde Yaşar Kemal okumak; etkili bir sığınak, sağaltıcı bir köşe, bir doğa simülasyonu…
Burcu Karakoç, Yaşar Kemal'in Binboğalar Efsanesi üzerine yazdı.
Burcu Karakoç
İlk kez 1971 yılında basılan Binboğalar Efsanesi, Yaşar Kemal’in nehir roman biçiminde yazdığı eserlerinin dışında, efsane özelliği gösteren roman türündeki kitaplarından biri. Yazar bu romanında, kadim bir kültürün yok oluşunu ve bu yok oluş sürecinde insanın çaresizliğinin boyutlarını dile getiriyor. Asırlardır konargöçer olarak yaşayan Yörüklerin, yerleşik yaşam düzenine zorlanmalarının ve yaşadıkları baskıların yarattığı sonuçları anlatan yazar; Türkmenlerin varlık mücadelesini, kendi kimlik, kültür ve yaşam biçimlerini korumaya yönelik gayretlerini ve tutunma çabalarını sahici bir acıyla yansıtıyor. Yaşar Kemal’in kendi yaşamını ve yazı dünyasını etkileyen, diğer pek çok romanında odak noktası olan zulüm ve mücadele kavramları, bu eserinde de hikâyenin özünü oluşturan temel duygular olarak öne çıkıyor. Dayatılan yaşam düzenine kendi öz değerlerini yitirmemek için karşı çıkan Türkmenlerin çıkmazları, derin acıları ve tarifsiz çaresizliği keskin bir gerçekliği ortaya koyuyor. Binlerce yıl konargöçer olarak yaşayan Yörükler, baskılar sonucunda içleri el vermese de yerleşik yaşama geçmeye başlıyor. Bu geçiş köklü bir kültürün, Yörüklerin, yalnız tarihi bir öyküye dönüşmesine sebep oluyor.
Romanda temel değerlerini oluşturan geleneklerinden, yaşam alanlarından, yaşam pratiklerinden, vazgeçmek istemeyen son Yörük obasının onları yerleşik düzene zorlayan güç karşısındaki mücadelesi yer alıyor. Senelerdir kışlak olarak kullandıkları bölgelerin belirlenip satılması, kışın konaklamak için gittikleri yerlerde halk tarafından sömürülmeleri, yeni kışlak bulmak için gücü ellerinde tutanlara mallarını mülklerini vermek zorunda kalmaları gibi birçok durum yaşanıyor. Üç farklı karakter üzerinden ilerleyen (Demirci Haydar Usta, Kerem ve Yörük kızı Ceren) roman; umutsuzluk, birlik, öz değerler, kültüre bağlılık, geleneklere sadakat ve tüm çaresizliğe rağmen ümit gibi unsurların altını çiziyor.
“Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir, bir çiçeğin bile yok olmasını dünya için büyük kayıp sayarım.” diyen Yaşar Kemal, kültüre bakışını ve kültürle kurduğu ilişkiyi etkili bir şekilde ifade ediyor Binboğalar Efsanesi'nde.
Yerel Kültürün Evrensel Taşıyıcısı
“Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir, bir çiçeğin bile yok olmasını dünya için büyük kayıp sayarım.” diyen Yaşar Kemal, kültüre bakışını ve kültürle kurduğu ilişkiyi etkili bir şekilde ifade ediyor. Binboğalar Efsanesi de yazarın halk kültürü konusundaki hassasiyetinin, kültür taşıyıcılığı misyonunun, yerel bir kültürü oluşturan dinamiklerin evrensel kültürdeki yerinin öneminin uzantısı ve somut bir göstergesi olarak kıymetli bir noktada duruyor. Küreselleşmeyle birlikte kaybolan yerel kültürler, yaşam biçimleri, bölgesel ağız özellikleri ve halk deyimleri gibi dile ait ögeler, yeme, giyinme ve müzik kültürü gibi pek çok farklı kültürel motifler dünyanın yaşam biçimi verimliliğini ortadan kaldırıp sığlaşmış bir birliğe indirgiyor. Tek tipleşen yeni düzen, bireyi öne çıkarırken kültürlerin kaybolmasıyla yeryüzündeki anlamın da kaybolmasına, kişinin kendi özünü, kimliğini ve tüm insanlığa yönelik değerleri de yitirmesine neden oluyor. Öte yandan Yörükler gibi kendi gelenekleriyle yaşam sürdürme arzularının ve özgürlüklerinin müdahaleye uğraması, belli bir düzene geçirilmek istenmesi bireysel ve kitlesel trajediler ve derin acılar yaratıyor. Zulüm, zorbalık, özgürlüğe ve insanın özüne müdahale gibi kavramları gündeme getiriyor. Bu noktada Yaşar Kemal’in romanlarının ve bir kültür insanı ve koruyucusu olarak varlığının yerelden evrensele hayati öneme ve değere sahip olduğunu düşünüyorum. Günümüzün Homeros’u olarak nitelenen, köy köy dolaşıp ağıt toplayan, halk hikâyeleri, efsaneler, türküler, tekerlemeler dinleyen, âşık sohbetlerinde yer alan büyük yazar, içselleştirdiğini düşündüğüm ve söz konusu bu kültürün önemli bir parçası olarak halk kültürüne ait muazzam bilgisini yine tüm olağanlıyla ve içtenliğiyle yansıtıyor. Binboğalar Efsanesi’ne Hıdır ve İlyas’ın hikâyesiyle başlayan yazar; romanda özellikle deyişlere, semahlara, efsanelere, Yörük türkülerine, yerel seslenişlere, dualara, beddualara yer veriyor.
Yaşar Kemal’in Cömert Toprağı: Çukurova
Ana mekan olarak yeniden Çukurova’yı tercih eden yazarın bu kitabında da tabiat, tüm varlığı ve gücüyle yazarın diğer romanlarında olduğu gibi hikayeyi tamamlayan, derinleştiren başat bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Çukurova ve çevre yöreler, Yaşar Kemal’in çocukluğunu ve gençliğini şekillendiren, yazı evreninin temelini oluşturan önemli bir coğrafya. Coğrafyanın iklimi, bitki çeşitliliği, doğa şekilleri, yaşam düzenine etkisi yazarın bilinçaltını etkileyen, romanlarının haritasını belirleyen güzergâhlar oluyor. Ticari bir sermaye olarak doğanın bütün unsurlarının alabildiğince “değerlendiği”, kapitalizmin reklam odaklı çevreci tavrının göklere çıktığı bu zamanda Yaşar Kemal’in doğayla kurduğu ilişki yaşamın ve insanın özünü anlamak için yol gösterici bir büyük unsur oluyor. Dağlar, Çukurova, Deliboğa, Ceyhan, yörenin bin bir çeşit otu, gökyüzü, su, toprak, hayvan hikâyeyi sırtlanıyor. Esen yeli getiren, tepedeki yıldızı yere indiren, uçsuz bucaksız ovaları gösteren coşkulu dili, yerel dile olan hâkimiyeti, betimlemelerin sahiciliği onun gücünün bazı emareleri oluyor.
Dünyayı büyük ölçüde etkileyen Covid-19 salgını; tüm dünyada uzun süreli karantinaya sebep oldu. Bu süreç insanın doğadan mecburi çekilişini de getirdi. Yeşilin, gökyüzünün, denizin ve ağacın hasretinin çekildiği şu zaman diliminde Yaşar Kemal kitapları; etkili bir sığınak, sağaltıcı bir köşe, bir doğa simülasyonu…
Binboğalar Efsanesi
Yaşar Kemal
1998, 281 s.
Yapı Kredi Yayınları
Comentários