top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Eksiklerimizle kalmayı öğreten öyküler

Burçin Laçin Altay, Kader Menteş Bolat'ın öykü kitabı Boşluğun İçinden üzerine yazdı: "Öykülerde odaklananlar, kurgusal anlamda, evet, hepimizin başına gelebilecek hatta bazen sıradan sayılabilecek olaylar, ancak anlatımı, betimlemeleri, metaforları ve imgeleriyle öykünün tadının alınmasını sağlıyor, gerçekten yaşanmışlık hissini veriyor."


Kader Menteş Bolat, Muhtelif Kitap etiketiyle yayımlanan öykü kitabı Boşluğun İçinden ile yaşamda tamamlayamadıklarımızı nahif bir dille anlatıyor. Boşluğun İçinden'de genel olarak ismindeki gibi bir boşluk ve tamamlanma isteği kitap boyunca sürüyor. Eksik bir şey var, bu da çokça unutuş olarak karşımıza çıkıyor. Anne, çocuk aile kavramı içinde sıcak bir zamanı yaşatıyor. Oldukça içimizden oluşuyla hiç yabancılık çektirmiyor. Kurgusal anlamda, evet, hepimizin başına gelebilecek hatta bazen sıradan sayılabilecek olaylar, ancak anlatımı, betimlemeleri, metaforları ve imgeleriyle öykünün tadının alınmasını sağlıyor, gerçekten yaşanmışlık hissini veriyor.


Adım Adım: İlk öykü ve bir kaza haberiyle başlıyor. Sonrasında ben diliyle aktarılan öyküde var olan bir aile, içten ve gerçek. Başlarına gelen talihsiz olayda her aile bireyinin acıyı yaşayış biçimlerini ana karakter gözlemliyor, samimi bir dille geçmişle birlikte aktarıyor. Annesi, babası ve babaannesi öyküde yer yer göz kırpıyor ama tabii ki karakter, çocuk, en çok annesine üzülüyor, en çok onu anlıyor, kendi ile birlikte. Bu anlayışta şöyle diyor: “Kabullenme vadisi. İlk tepki olan inkarla gelen sorulan ağırlığı… Zamanla ‘Neden olmasın’a evrilecek bir süreç.” Bu, tüm yaşamlarda başımıza gelen olayları karşılama ve alışma biçimlerimizin temelini oluşturduğu için okuyucuyu asıl sardığı yer olarak düşünüyorum. Bununla beraber annesine ‘Kaybolan Kadın’ demesi de bütün kadınların bazen yaşamın telaşı, sorumluluklar ve yalnızlıktan kaybolduğunu hatırlatması da aynı şekilde okuyucunun ruhuna sesleniyor. Ayrıca öyküde dikkat çeken bir başka unsur ise mekanların betimlenmesi, tasvirinde resmetmesi ve orada yaşatması ve en çok “Güzel Atlar Ülkesi”nin büyüsünü hatırlatıyor, gösteriyor. Aslında özgür olabilmek hayaliyle başlayan serüvenlerin nasıl bir tutsaklığa dönüştüğünü, ancak umudun her zaman olduğunu, en baştan başlasak da yaşamın belki de bu olduğunu anlatıyor sanki… Öykünün bu alt metni derinden duyulsa da ufak bir mutluluk serpiştirilmesi; her şeye rağmen yaşamın devam ettiğini hissederek asıl söylenmek istenen olduğunu gösteriyor.


Kitaba da ismini veren Boşluğun İçinden öyküsü: “Eller, zaman birimine dönüşebiliyormuş meğer.” cümlesi ile başlıyor. Yaşlılığın ellerdeki etkisini metaforik bir düzlemde aktarıyor ilkin. Ancak öykünün asıl derdi bu değil, bu yalnızca bahanesi. Çünkü sonra “Unutmak seçerek hatırlamaktır.” sözü geçiyor öyküde ve burada unutulanların anlamı üzerine düşünmeye yöneltiyor. Çünkü yine ben diliyle anlatılan öyküde “Unutmak yangınına tutulmuşum” diyor ana karakter, bu kez bir anne. Henüz bilmiyoruz ama hatırlamanın canını yaktığı durumların olduğunu seziyoruz. İçsel bir yolculuk, geçmişle hesaplaşma, aile içinde oldurulamayanlar çıkıyor karşımıza. Yine oldukça bizden ve samimi… Zamanın gizemli odaları, köşe kapmaca oynayan yastık yorgan, insanın içinde beliren ve yüreği sıkan mengene, zamanın kıvrımları, kusmuktan deniz gibi birçok imgesel anlatımla öykü zenginleşiyor, düşünsel olarak kurgunun içinde edebi olarak lezzetli bir metne dönüşüyor. Sonra unutulan bir kayıp, her ne kadar hatırlanmak istemese de o kadar büyük ki diriliveriyor. Bu sebeple de etkileyici bir öykü olarak boğazda sıkı bir düğüm atıyor. En büyük kayıplardan biri bu öyküde olduğundan etkisi uzun süre hissediliyor. Öyküde anlatılan olayın acı olması ile etkileyiciliği doğru orantılı olsa da asıl meselenin sözcüklerin hissettirdiğinin öyküyü oluşturduğunu görüyoruz.


Mevsimsiz Dökülüş öyküsünün ismi bile şiirsel bir anlatımdan geliyor ki hüzünlü bir hikayesi olduğunu da imgesiyle sunuyor. Ben diliyle anlatılan öyküde iç sesini dinliyoruz öncelikle ana karakterin nerede olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Öykü tamamıyla bir kesitten alınmış olduğu tekniğini konuşturuyor burada. Bu öyküde de yine bir aile olsa da biraz daha toplumsal bir yöne, adaletsizliğe değiniyor. Aslında insanın bulunduğu yere göre ne kadar düşerse o kadar aşağılanma ile karşılaştığını bir kez daha hatırlatıyor. Bazı insanların eline güç verince karşısındakini nasıl ezdiğini, bu zalim psikolojik durumun kötülüğünü de vurguluyor. En acısı bir bebeğin de bu zulme maruz kalması, etkilenmesi… İç ses susmuyor ve “Hepsi geçecek, geçecek.” diye kendi kendine telkinde bulunuyor. Çünkü bir gece aniden gelip alınan ve tutuklanan kocasını bebeğiyle ziyarete geldiğini ve bu esnada başına gelenler karşısında hissettiklerini anlatıyor. Sezen Aksu’dan “geçer geçer” çalıyor öykü sürerken… Direnmenin ve direnişin, boyun eğmeden güçlüklerle başa çıkmanın insan faktörü açısından zorluğunu ve imkânsız olmadığını alt metinde veriyor. Hikâye ne kadar acıklı olsa da ortaya çıkan hissedilen ve anlaşılan okuyucu açısından oldukça verimli.


İç Saatim öyküsünde; zamanın kişiye göre değiştiğini anlatan çok manidar bir ifade, şiirsel bir ifade diyebiliriz yine. Burada zaman kavramı da saatlerle nesneleştiriyor, anlatılan hikâye başka olsa da zaman izleği üzerinden yakalanan yaşamın gerçekliğinden bir olguyu diriltiyor. Şöyle ki; “Sen saatlerin ustasıydın, ben beklemelerin.” ifadesiyle beklemek fiiliyle zamanı sorguluyor. Beklemek elbette acı, hem de yıllara bölününce… Yaşamın öylece geçip gidişi, belki bir hiç uğruna belki de kazanılacak başka bir acı için. Bu öykünün hissettirdikleri çok derin, özellikle kadın okuyucular için. Kadının toplumdaki yeri, ezilmişliği, çaresizliği içten içe aktarılırken teslim olma halinden kurtulamama, boyun eğme de işlenmiş. Öykü öyle bir yerden yakalıyor ki ya da öyle bir yerde duruyor ki isyan edilemiyor ancak saati durduruyor ana karakterimizin içindeki. Her insanın bir saati vardır içinde, o durunca yaşam anlamsız bir biçimde devam eder, düşüncesini hissettirdi bu öykü bende. Burada, kurgudan ziyade yine yaşanan olayların sızısının zamana nasıl direndiği ya da nasıl sığındığı önemli diye düşünüyorum. Bu sebeple de öyküde zaman kavramı; zamanın işleyişini, yavaşlayışı hızlanışı, anlatılan hikâyeye göre nasıl değişiklik gösterdiğini de sunuyor.


Kayıp öyküsünde; “Sessizliğin vadilerinde el yordamıyla ilerlemek istiyorum.” cümlesi ilk paragrafta ana karakterin ihtiyacı olan sükûneti anlatırken bazı insanların “Keşke zürafalar gibi olsa” dileğini, öykünün sonunda daha iyi anlıyoruz. Zürafa metaforuyla ne yapmak istediğini… Özellikle duymak istemediklerimiz için seslerin kısılması en çok arzulanan bazen herkes için ve alt metinde yatan kısma yine dikkat çekmek istiyorum kurgudan ziyade. Kurgusal açıdan hüzünlü bir hikâye ve ismi gibi kaybetmek üzerine ama asıl kaybedilmek istenen sesler. Yalnızca kadınların yaşayabileceği zor bir durumun, onların yalnızlığını da hissettirdiği için erkekler açısından empati yönünü de biraz zorlayabileceğini düşünüyorum. Özellikle hamilelikte kadınların taşıdığı yükün sadece bebek olmadığı ve psikolojik yönden çok daha ağır bir yük altında ezildiklerini ve anlaşılmadıkları için oldukça yalnız bırakıldığı da gösterdiği için etkileyici bir öykü. Acının yaşanma biçimini anlık olarak derinden hissettirirken dertleri savurmada usta deniz gelip oturuyor karşımıza. Karakter burada sakin bir umut bulmaya çalışıyor, yoksa yenilecek. Ve sonunda ironik tondan “Zürafaların ses telleri çok zayıfmış” diyor. Dünyayı, herkesi sessize almak istercesine…


Nimet Hanım öyküsünde de bir güvercin var izlek olarak, öykünün başında ve sonunda ana karakter Nimet Hanım’ı gözetliyor. Tanrısal dille anlatılan öyküde yine de karakterin ruh hali derinlemesine hissettiriliyor. Aile kavramı da aynı şekilde baskın bir rol oynuyor ancak toplumda şimdi ve özellikle geçmiş zamanda kadınların aile içinde susup kabullendikleri dönemi de kadın erkek ilişkilerinde ikinci plana atılmalarını da konu ediniyor. “Gençken mavilikler dinginleştirirdi ruhumu” diyor ve önceki öyküdeki deniz akla geliyor, böylece denizin kokusu kitapta dolaşarak bir bağlantı kuruluyor. Merhum kocasının fotoğrafından geçmişin hesabını sormak istercesine göz göze geldikçe kızıyor, söyleniyor. Kurgunun en can alıcı kısmı da ana karakterin harcanan bir ömürden geriye kalanların ‘despot bir adama’ tahammül etme çabasından ibaret olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi. Burada tam olarak hissettirdiği yaşam ile ölüm arasında kalan ruhunun perişanlığından kaynaklanan o tarifsiz hüzün… Kadınların çaresizliği üzerinden yalnızlığın resmedildiği öykü; ruh halinin asıl mesele olduğunu, çoğu zaman bir maske ile yaşandığını, kırgınlıkların da saklandığını sezdiriyor. İçine öyle bir işliyor ki yıllardır yaşadığı zorbalık, kendini anlatamaması ile kendi iç sesine sirayet ediyor. Aile ve kadın kavramının öneminde, dışardan ne kadar iyi gözükse de içinde olan boşluğun kötücül zehri yakıyor kalbi. Bu elbette gözlemle de oluşan bir öykü ki oldukça içimizden hiç yabancılık hissettirmiyor. İçine atmayı, yalnızlığı, hatta kendini sorgulamayı izleyen güvercin de uçmadan bekliyor, bakıyor. Güvercin izleği üzerinden de asıl hissettirdiklerini, asıl aktarmak istediklerini anlatıyor.


Yanılsamanın Aynasından; öyküsünün ismi de şiirsel bir anlatımla son öykü olarak karşımıza çıkıyor. Bu öykü diğer öykülerden hem kurgusal hem teknik hem de anlatım açısından farklılık gösteriyor. Ülkede yaşanan, yaşatılan acı bir olayın etkilerinde bir gerçeği hatırlatan toplumsal ve empatik bir öykü ancak bir kişi üzerinden anlatılıyor. İlk fark olarak ikinci şahıs anlatıcı kullanılıyor bu kez, “Aynanın karşısında durmuş saçlarının tarıyorsun.” cümlesi ile başlıyor öykü ve resmederken karakterin ruh halini de hissettiriyor betimleme ile. Sonra “Bir yanılsamanın akarına bırakıyorsun kendini.” diyerek hatırlıyor acı bir geçmişi. 6-7 Eylül olayları olarak geçen Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955'te gerçekleşen toplu saldırının içinde yitirilenleri kesit olarak aktarıyor. Ülkenin karışık zamanlarından, Rumlara yapılan haksızlık ve zulmün konu edilmesi bunun hatırlatılması yönünden oldukça önemli. Burada asıl vurgulanmak istenen yine hümanist bakış açısında, ırkçılıktan doğan yersiz düşmanlık olarak da gözüküyor ve masum insanların, sırf ırkından dolayı durup dururken sürülmek istemeleri, yakılmaları, öldürülmeleri. Bu ülkemiz için maalesef değişmeyen bir durum; yakarak öldürülenlerin olması, tekerrür etmesi ve hala devam etmesi. Yanılsamanın aynasından bakmak, yanılmak istemek ancak gerçeklerle karşılaşmak anlamında olduğundan da Yanılsamanın Aynası’nın tarif edildiği bir öykü.


Genel olarak dosya bütünlüğü açısından gözettiğimizde ise karakterler farklı olsa da ortak nokta kayıp, kaybetme, kaybolma etrafında aynı eksikliği, boşluğu yaşatıyor. Mekânların da tanıdık veya benzer olması, karakterlerin evden, odadan çok çıkmaması, hasta yatağından kalkamaması, dilediği yere gidememesi bir hapsolmuşluğu yaşatıyor. Tematik olarak ise bir kaybedişten sonraki tutsaklığın yankısı olarak yorumlanabilir. Dalgın olma hali, ait olamama hali karakterlerde göze çarparken yazarın sesini duyduğumuz kısım ise merhamet ve vicdan olarak karşımıza çıkıyor.


Öykülerin dizilişi ise ilk öykülerde beliren anne ve çocukluk sonrasında yine aile dışına çıkmadan biraz daha toplumsal konulara yöneliyor. Her ne olursa olsun, bir acı kalsa da yaşamın devam ettiğini hatırlatarak umudu da yeşertiyor. Ancak bir hüzün hep kalıyor o da bir türlü doldurulamayan boşluklardan/boşluklarımızdan…



Kader Menteş Bolat, Balıkesir doğumlu. Hâlen, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmakta. Ulaş ve Duru’nun annesi.

Şiirleri; Sarmalçevrim, Edebiyat Nöbeti, Altıyedi, Sadece Şiir gibi dergilerde yayınlandı.

Öyküleri; Kurşunkalem, Düşünce Öykü, Çağdaş Türk Dili, Edebiyat Nöbeti, Altı Yedi, Edebiyatist, Ecinniler, Yıldız Tozu, Lacivert, KE dergilerinde ve Öykü Gazetesi’nde yayınlandı.

Mor Öyküler, Kirpiğin Düşmesin Yere (Notabene Yayınları) öykü seçkisinde yer aldı.

Farklı mecralarda kitap tanıtım yazıları ve söyleşileri yayınlandı.

Ve beklenen öykü kitabı “Boşluğun İçinden” Devrim Horlu’nun da editoryal katkılarıyla Muhtelif Yayınevi’nden Aralık 2024 de çıktı.


BOŞLUĞUN İÇİNDEN

Kader Menteş Bolat

Muhtelif Yayınevi, 2024

Tür: Öykü

60 s.

Comments


bottom of page