top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Aşkın Araftaki Kadınları

Mert Bakıcı; aynı dönemde doğan ve kendi zamanlarının aydın sınıfında kadın olmanın güçlüklerini sırtlanan Halide Edip Adıvar ve Zabel Yaseyan’ı farklı ülkelerde dört yıl ara ile basılan romanları üzerinden inceliyor.


Mert Bakıcı

Boğazın iki yakasında, birbirlerine tam karşıdan bakan semtlerde doğan ve yan yana düşünüldüklerinde hem biyografik hem düşünsel zeminde birbirlerine çok yakın; aynı zamanda bir o kadar uzak iki kadın. Halide Edip 1882 senesinde Beşiktaş’ta, Zabel Yaseyan’sa 1878 senesinde Üsküdar’da dünyaya gelir. İki isim de dönemin şartlarına göre çok iyi eğitim alarak aydın sınıfında kadın olmanın yükümlülüklerini, güçlüklerini sırtlanırlar.


Geçtiğimiz yüzyılın başında kadın olmanın zorlukları bir yana dursun; entelektüel, bilinçli bir kadın olarak var olma ve sesini duyurma mücadelesi, bahsedilen çetin durumun derecesini katmanlayan bir tablo ortaya koyar. Nitekim entelijansiyanın yükselen kadın sesini yadsıması, kabul etmemesi o devir için gayet olağan, sıradan bir görünüm arz ederken eserlerinde kadınlık bilincini yansıtmak, feminist söylemlerde/eylemlerde bulunmak başlı başına aydın çevresinden ayrı tutulmaya, izole edilmeye yeterli bir nedendir. Bu bağlamda Halide Edip de Zabel Yaseyan da entelektüel çerçevede feminizm davasına ziyadesiyle katkıda bulunmuş kimliklere sahiptirler. Onların verdikleri bu savaş, kadın hak ve özgürlüklerinin tanınması ve kabul edilmesi noktasında bayrak taşıyıcı öncü kişilikler olmanın haklı gururuyla her daim isimlerinin anılmasını, zikredilmesini sağlamıştır. Halide Edip 1908’de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü gericilerin düşmanlığını kazanmış; 1911’de modernleşmeye başlayan Türkiye’de kadınların da toplum hayatında etkili olmaları amacıyla Teali-i Nisvan Cemiyeti’ni kurmuştur. Zabel Yaseyan ise birçok makalede kadın haklarını savunmuş; kadınların toplumdaki ve evlilikteki yerinin kökten ve etraflıca bir biçimde değerlendirilmesini ısrarla talep etmiştir.


Araftaki Aşklar

Halide Edip Adıvar’ın Kalp Ağrısı adlı romanı, 2 Mart ve 8 Temmuz 1924 tarihleri arasında Vakit gazetesinde tefrika edildikten sonra aynı yıl kitap olarak yayımlanmıştır. Meliha Nuri Hanım ise Zabel Yaseyan tarafından 1925’te Paris’te kaleme alınmış; 1927’de aynı şehirde çıkan Erivan gazetesinde tefrika edilmiş ve 1928 yılında yine Paris’te kitaplaştırılmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında iki metin de farklı ülkelerin farklı şehirlerinde çıkan gazetelerde geçtikleri tefrika sürecinin ardından kitap olarak basılır.


Halide Edip Adıvar’ın Kalp Ağrısı (1924) adlı romanı[1] ile Zabel Yaseyan’ın Meliha Nuri Hanım (1928) adlı novellası[2] pek çok yönden birbirlerine benzemekle birlikte asıl güçlü müşterek çatıyı iki eserin başat kadın karakterlerinin duygusal bağlamda iki erkek arasında kalarak derin sıkıntılara gark oldukları hissiyat alemleri teşkil eder. Bu açıdan bakıldığında iki eserin başrolündeki kadın karakterler, duydukları aşk ve sevgi arasında vücuda gelen bir çatışmaya dahil olarak gelgitler yaşadıkları, boşluğa düştükleri ve hatta hastalandıkları zor bir dönem geçirirler. Kalp Ağrısı’nda Zeyno, Saffet’e geçmişten gelen sıkı dostluk bağıyla beslediği sevgi ve Azize’nin dayısının oğlu olan Hasan’a karşı hissettiği tutkulu aşk arasında kalırken Meliha Nuri Hanım’da bu kurgu tersine döner; Meliha Nuri geçmişte birlikte olduğu fakat kendisini terk eden Celaleddin’i hâlâ yoğun bir aşkla düşünürken hastanede beraber çalıştığı ve Meliha Nuri’nin babasının evinde büyüyen Remzi’ye günden güne artan bir sevgiyle yaklaşmaktadır. Kalp Ağrısı’ndaki Saffet’in ve Meliha Nuri Hanım’daki Remzi’nin mesleklerinin doktor olması, iki metin arasındaki bir diğer dikkate değer ortaklığı meydana getirir.


Halide Edip’in Kalp Ağrısı’nın ana karakteri olan Zeyno, Hasan’la tanışmadan evvel Saffet adındaki genç bir doktorla nişanlı durumdayken uzun yıllardır devam eden bir ilişkinin, dostluğun doğal getirisiyle evlilik düşüncesi içerisindedir. Saffet’le kurduğu birliktelikten ötürü kendisini ziyadesiyle mutlu addeden Zeyno, yakın arkadaşı Azize’nin yeğeni olan genç asker Hasan’la tanışıp ona birtakım hisler beslemeye başlamasıyla bir bocalama evresine girer. Çünkü genç zabit Hasan, Zeyno’nun en yakın arkadaşı Azize’nin âşık olduğu ve evlenmek istediği adamdır. Zeyno ve Hasan arasında ortaya çıkan kuvvetli çekimden el alacak tutkulu aşkın filiz verdiği ilk günlerde bu beraberliğin daima Azize’nin gölgesinde kalacağı romanın henüz başında okura hissettirilmek istenircesine belirgin bir görünüm arz eder. Nitekim Azize, onun annesi, kardeşi, Hasan ve Zeyno sandallarla Göksu nehrine açıldıkları bir gün, Zeyno ile Hasan arasında tatlı bir atışma vuku bulur; bu olayın neticesinde dostça rekabete kapılarak kürek yarışı yaparlar. Zeyno, Azize’nin kardeşiyle aynı sandala binerken Azize, annesi ve Hasan da diğer sandalla açılmışlardır. Hasan ve Zeyno’nun girdikleri iddiaya göre kaybeden kişi kırda çayı demleyecektir ancak yarış berabere sonuçlanır. Küçüksu Çayırı’nda çay içmelerinin ardından yeni bir rekabetin iştahıyla koşu yarışı yaparlar ve bu müsabaka da beraberlikle tamamlanır. Söz konusu beraberlik sonuçları, çiftin arasında yaşanacakları adetâ tayin etmektedir; Hasan mutlak surette bir tarafın mağlup olması gerektiğini belirtirken Zeyno ise ona “Her zaman berabere kalsak nasıl olur?” (s. 27) sorusunu iletir. Sandalla Boğaziçi’ne dönerlerken Zeyno, Hasan ve Azize’nin olduğu sandala biner. Yaptıkları yarışmalar yüzünden terleyen Zeyno ve Hasan kalın giyecekleri de olmadığından beraber kürek çekerler; bu noktada ikilinin gerçekleştirdiği diyaloglar oldukça önemli, derinlikli bir yapıya kavuşmaktadır. Zeyno Hasan’a sandallarında bulunan Azize’yi kastederek “Kurşunî gözlü güzeli çekiyoruz, Hasan Bey” dedikten sonra Hasan yüzünde acı bir ifadeyle “Daima kurşunî gözlü güzeli çekeceğiz.” karşılığını verir. (s. 31) Bu çerçeveden bakıldığında Zeyno ve Hasan’ın aşkla sürüklenecekleri günlerde aralarında her daim Azize olacağı, Hasan tarafından önceden fark edilmiş ve dile getirilmiştir.


Zabel Yaseyan’ın Meliha Nuri Hanım’ı da Birinci Dünya Savaşı’nın olanca şiddetiyle devam ettiği 1915 tarihinde, Çanakkale Gelibolu sınırlarında bir hastanede hemşirelik yapan ve iki erkek arasında duygusal gelgitler yaşayan, bocalayan bir kadını hikâye eder. Meliha Nuri Hanım’ın duygularını günce üslubuna yakın bir içtenlikle yansıttığı hissiyat âlemi sınırlarında, çalıştığı hastanenin doktorlarından biri olan Remzi ve geçmişinde, hatıralarında sıkı sıkıya hapsolduğu Celaleddin Bey arasında sıkışmışlıkla kalır. Bir taraftan hastanede her gün görüşme ve diyalog hâlinde olduğu Remzi’den etkilenirken öbür taraftan Dahiliye Nazırı ile birlikte Çanakkale Cephesi’ni teftiş etme maksadıyla yola çıkmış Celaleddin Bey’in dönüşte Gelibolu Hastanesi’ni ziyaretini bekler. Meliha Nuri Hanım, her ne kadar tavrından, düşüncelerinden ötürü tesiri altında girdiği Doktor Remzi’ye karşı sıcak ve sevi yüklü duygulara zaman zaman kapılsa da ona karşı bilincinde aşamadığı bir duvar; üst perdeden bir bakışı söz konusudur. Çünkü Remzi, Meliha Nuri’nin babasının evinde büyümüş bir işçi çocuğudur; Remzi’nin babası Meliha Nuri’nin aile evinde bahçıvanlık yapmıştır.


Zeyno karakteri, düştüğü ikilemden; Saffet ve Hasan arasında bir tercih yapmanın zaruretinden doğan etkin trajediden ve açmazdan ötürü kendini, yaşam enerjisini tüketecek kadar kuvvetli azap duyarak mânen arafta kalır, akabinde bedensel olarak da yorgun düşerek hastalanır. Zeyno’nun Saffet’e beslediği sevgi ve Hasan’a duyduğu aşk çatışmasında ezilmesi ve öte yandan Hasan’la birlikte olmalarının Azize’den dolayı imkansızlığı onun çileli arafını meydana getirir. Yemek yemeyi, uyumayı; dünyevi ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamayı göz ardı ettirecek bir gücü bulunan bu manevi yük, bitap vaziyete gelmesine sebebiyet verir. (KA, s. 53) Onun ‘kalp ağrısı’ndan mülhem araf sancısı, hayattan elini/eteğini çekmesine yol açıp ona intiharı düşündürtecek denli ileri gitmiş baskın bir ağırlık yapar üzerinde. (KA, s. 58)


Benzer şekilde Meliha Nuri de tıpkı Zeyno gibi hummalı bir hastalık sürecinden geçer. Novellanın başında Meliha Nuri’nin neden hastalandığı Kalp Ağrısı’ndaki kadar net bir görüntüyle sergilenmemekle birlikte rahatsızlığının Celaleddin’in Dahiliye Nazırı’yla beraber Çanakkale Cephesi’ni teftiş için şehre geleceğini ve ziyaretlerinin dönüşünde Meliha Nuri’nin Gelibolu’da çalıştığı hastaneye uğrayacaklarını gazete haberinden öğrenmesiyle cereyan etmesi tesadüf değildir; bu sayede karakterin psikolojisi fazlasıyla gerçekçi bir çizgiden akseder. Çünkü Meliha Nuri, Celaleddin’den hem nefret etmekte ve unutmak istemekte hem de ona çılgıncasına âşıktır. Aynı zamanda hastanede çalışan Doktor Remzi’ye günbegün giderek artan bir sevgiyle, iyimserlikle bakar. Bu bağlamda Meliha Nuri’nin Zeyno gibi içerisinde debelendiği araf kuyusu yüzünden bedensel ve manevi bir eziyet çekmesi mevzubahistir. Yorgunluğunu ve hastalığını memleketin geçirdiği zor zamanlara atfeden Meliha Nuri, gece boyunca rahatsızlık ve uykusuzluk çekmesinin asıl nedenini kendine dahi itiraf edemezken Celaleddin’i hatırına getirdiğinde şiddetlenen ağrıları, çilesinin müsebbibini ele vermektedir; Meliha Nuri’nin Celaleddin’i düşünürken gerçekleştirdiği “Şeytan görsün yüzünü! Ah, işte yine fareler koşuşturmaya başladı beynimin içinde.” (MNH, s. 18) monoloğu, bu durumu açık eder. Meliha Nuri’nin oldukça halsiz ve bitkin olduğunu fark eden Doktor Remzi ona “Hep böyle yorgun musunuz?” (MNH, s. 20) diye sorduğunda Meliha Nuri şu cevabı verir: “Remzi Bey, bu dehşetli günlerde hangimiz yorgun değil ki? Yorgunluğun lafını etmek bile ayıp. Dün aniden bir titreme geldi, ehemmiyet vermedim. Gene de geç yattım, meşguldüm, ayakta... ah işte, ameliyat odasında sizle beraberdim. Mesele o ki, sebebini bilmeden geceyi rahatsız geçirdim, hiç uyuyamadım. Sabah her zamanki saatte kalkmak istedim ama mümkün değildi; başım dönüyordu ve feci bir halsizlik...” (MNH, s. 20)


İki kadın da gerek düştükleri aşk çıkmazı gerekse kendi kararsızlıkları hasebiyle sancılı bir geçiş sürecine maruz kalmışlar; hastalıklarla boğuşmuşlardır. Zeyno’nun Saffet’e duyduğu mutlak güven ve onunla olan sarsılmaz dostluğu tercih yapmasını zorlaştırır; Hasan’a ihritasla bağlanırken Saffet’i sevmekten de alıkoyamaz yüreğini. Öyle ki Saffet’le muhtemel bir ayrılığı düşündüğünde sanki babasının yarısını kaybedecekmiş izlenimiyle içi acır: “(...) Kalbimde çok garip bir temenni vardı. Fakat bu temenni yanında yine garip bir sızı, izah edemeyeceğim, gözüme yaş getiren bir yalnızlık endişesi duydum. Hayatımda Saffet eksilse hemen hemen babamın yarısı gitmiş gibi olacağım!” (KA, s. 82-83) Çünkü Saffet onu kollayan, gözeten, yol gösterendir ve Zeyno’nun her zaman gelişimine yardımcı olan, yalnızca iyiliğini arzulayan destekleyici bir duruşla endam etmektedir gölgesini üzerine. Bu sebeple Zeyno Hasan’a duyduğu aşkı inkar ettikçe kendisini Saffet’i seçmenin doğruluğuna iknaya çalışır.


“(...) Ben bu azabı niçin çekiyordum? Hasan Bey’i sevdiğim için mi? Hayır, Hasan Bey’i tam ve mutlak manâsıyla sevmiyordum. Çünkü hayatta bana elzem olan başka birisi de vardı. Daha gündelik manâ ile, fakat her gün muhtaç olduğum; heyecan ve ihtiras köşelerimin haricinde bana sahip olan aziz ve sevgili Saffet vardı. Hayatımda ilk defa ondan uzak olduğum dakikalar, onu tamamıyla unuttuğum kısa anlar oluyordu. Fakat bu kısa zamanların aylara, senelere faik bir şiddetle beni kavradığını hissediyordum. Acaba vücudumda doğan seyyiat dakikalarının kahramanı Hasan Bey mi, yoksa hayatımın ve her günün arkadaşı Saffet mi bu mücadelede galebe çalacaktı?” (KA, s. 56)


Saffet, Zeyno nazarında onun her koşulda sığınabileceği bir liman mevcudiyetinde; sakin ve emniyetli bir yaşam vaadi sunmaktadır. “Saffet’le evlenirsek işte hayatım tıpkı böyle olacak. Akşam trenine onu almaya gideceğim, yan yana konuşarak geleceğiz, yemek yiyeceğiz. Heyecansız ve samimî, biraz sıkıntılı akşamlar geçecek. (...)” (KA, s. 62) Hasan’a karşı sezgisiyse düşmeyeceği bir günah çukurunu, yenilgiye uğramaması gereken bir zaaf mefhumunu işaret ettiğinden ona direnir ve karşı koyar. Zeyno, Hasan’ın Azize’yle yakınlaşmasının ardından özellikle kendini geri çeker ve Hasan’a onunla evlenmeyeceğini bildirir. “(...) İşte görüyorsunuz, tasavvur ettiğiniz zaaftan hiçbir şey yok. Sizin, bana vücudunuzla doğan seyyiatı kuvvetle hatırlattığınız doğru, fakat buna mağlup olmayacağım da doğru. Evlenmenin sinir siteminin bir galebesi, bir hastalığı olduğuna inanmayacağım, her şeye rağmen Saffet’le evleneceğim.” (KA, s. 87) Zeyno’nun yaşadığı içsel çatışma bununla da sınırlı kalmaz; Hasan’la en yakın arkadaşı Zeyno arasında bir ilişki olduğunu düşünerek kıskançlık nöbetlerine kapılan Azize, fazlasıyla derin bir acı duyarak bir akşam kendisini Boğaziçi’nin sularına bırakmak suretiyle intihar ettiğinde Zeyno büyük bir suçluluk ve pişmanlık duyar. Azize’yi Hasan’la arasında hiçbir şey olmadığına inandırıp Hasan’ın yalnızca onun olduğuna dair yemin etse de içindeki savaş devam eder. “(...) Allahım, irademe nasıl sahip olacağım? Allahım, zavallı bir kıza verdiğim sözü nasıl tutacağım?” (KA, s. 137)


Meliha Nuri’nin Remzi’ye karşı birtakım anlık yoğun hisler duymasının mukabilinde Celaleddin’e de hâlâ âşık olduğunu kabullenememesi Zeyno ile sezilerinin eş değerliliğine örnektir. Nitekim novellanın ilk sayfalarında bir yandan “Öldürmeliyim... Celaleddin’i öldürmeliyim zihnimde... Onun hatırasından, bu aşağılık esaretten kendimi azat etmeliyim.” (MNH, s. 27) diyerek Celaleddin’i yok hükmüne indirgemenin hesaplarını yapan Meliha Nuri öbür yandan onun hastaneye kendisini görme amacıyla gelişinin ümidiyle yanıp tutuşur:

“Celaleddin... Sevgilim... Öyle olsun... Esirinim ben senin, azat ettiğin cariyen... Celaleddin... Keşke burada olduğumu bildiğine ve Gelibolu hastanesini beni görmek ümidiyle ziyaret edeceğine emin olsaydım! Böylelikle bu kara günüm neşeyle dolacak ve bu cehennem benim için bir saadet bahçesine dönecek...” (MNH, s. 41)


Meliha Nuri Hanım, Celaleddin’e karşı büyüttüğü kinin borcunu Remzi’yle kapamaya çalışırcasına onu sevme gayreti içerisindedir. Meliha Nuri’nin yaşadığı duygu dalgalanmalarının birbirleriyle tezatlık barındırması, onun arafını ve ikilemini akseder.


“Celaleddin, sen hayatımın celladı oldun ve yüreğimin en derininden nefret ediyorum senden. Ateşler içinde ve severek nefret ediyorum, severek ve nefret ederek ıstırap çekiyorum. Boyunduruğundan kurtulmak istiyorum, fakat kalbim bir yaprak gibi seni görmek ümidiyle titriyor. Gitgide bana yaklaşan adımlarının sesine kulak kabartıyorum ve o ses bekleme saatlerimin sessiz sabırsızlığı içinde adeta bir patlamaya dönüşüyor.” (MNH, s. 47)

Meliha Nuri’nin Celaleddin’i unutmak isteyip Remzi’yi sevme çabasının arka planında ondan gördüğü güven hissi sahneye çıkmaktadır. Tıpkı Kalp Ağrısı’ndaki Zeyno’nun doktor nişanlısı Saffet’le ilişkisinin, ona bağlılığının merkez unsuru olan güven, Meliha Nuri Hanım novellasında da bu kez Doktor Remzi’ye duyulmasıyla başka bir kesişim noktası teşekkül eder.


“Gitgide hataları dahi bana sevimli gelmeye başlıyor; hiç mübalağasız çirkin sayılabilecek yüz hatları mana kazanıyor... İncesini aramaya ne lüzum var? Kederli bir anında onu gördüğünde yüreğine bir kuvvet gelir ve kendini her şeye hazır hissedersin. Sade mevcudiyeti güven veriyor; elini tutunca sessizce ölmek dahi mümkün.” (MNH, s. 31)


İmparatorluğun oldukça zor, sıkıntılı zamanlarla boğuştuğu ve türlü karışıklıklarla çalkalandığı; savaşın, çöküşün vahim soluğunun her daim hissedildiği gündelik sohbetlerde/tartışmalarda Doktor Remzi’nin Meliha Nuri ile görüş ayrılıkları bulunmaktadır; o, Meliha Nuri gibi milliyetçi fikirlere sahip değildir. Yaşananlara çok daha geniş bir perspektiften bakan Remzi, Meliha Nuri’nin düşünceleriyle koşutluk gösteren bir örüntü paylaşmaz; savaşın Osmanlı İmparatorluğu’nun lehine sonuçlanmayacağının ve küçük zaferlerin yaklaşmakta olan esas nihayeti ihtiva etmeyeceğinin bilincindedir. Meliha Nuri ise Doktor Remzi’nin nasıl olup da zafere sevinmediğine şaşırarak onun kendisi gibi vatansever olmadığı izlenimine kapılır.


“ – Remzi, bizim aramızda tuzun ekmeğin hakkı var. Bizim evimizde yaşadın, babamın kanatları altında büyüdün. Neden yüreğini bana kapatıyorsun? Görüyorum ki bizimle değilsin, sebebi ne bunun? Remzi, Almanlar Varşova’yı işgal etti ve yakında bu lanetli harp son buluyor. Nasıl olur da muvaffakiyetlerimize kayıtsız kalırsın?” (MNH, s. 55)


Aslında Meliha Nuri, Osmanlı’nın son dönem aktif siyasetinde etkin bir rol oynamış İttihatçıları temsil edercesine yer yer sığ ve faşizan bir milliyetçilik güder; bu durum onun köklü ve aristokrat bir aileden gelmesiyle pekişir. Nitekim Meliha Nuri’nin eski sevgilisi, hâlâ âşık olduğu Celaleddin de Doktor Remzi’nin söylemiyle “Hamid’in hizmetkârı, cani Rıza Paşa’nın oğlu Celaleddin”dir. (MNH, s. 56) Meliha Nuri’nin Celaleddin’i, onun bir sözünü düşünerek hâlsizce ve dalgınlıkla gezindiği, mütemadiyen dışarıdan sağır edici top gümbürtülerinin işitildiği vakitlerden birinde, hastanede yaralı bir askeri ameliyat ettikleri sırada Ermeni nöbetçi tabiple arasında küçük bir münakaşa geçer. Nöbetçi doktor dirseklerine kadar kollarını sıvamış, kan revan içinde ter dökerek çalışırken Meliha Nuri’den aniden penseleri ister fakat çekmecenin önünde tereddütle durarak meselenin ne olduğunu idrak etmekte zorlanan, kendi düşüncelerinin, Celaleddin’in bir sözünün peşine takılmış hemşireye “Çabuk, çabuk! Hanımefendi, Allah’ını seversen!” ricasında bulunduğunda tepkisiz kalan Meliha Nuri’yi kenara iter çekmeceyi açıp aletleri alır fakat eşyalar kana bulanır. Meliha Nuri ise Ermeni doktora dişlerini sıkarak “Kaba mahluk” der. (MNH, s. 28) Daha sonra Remzi’nin ona bu hadiseyi sorması üzerine Meliha Nuri “Bu hainin dili çok uzamasın. Koğuşların yaralılarla dolu olmasının suçu kimin? Düşmana memleket içinde kılavuzluk edenler onun gibiler değil mi?” (MNH, s. 28) sözlerini söyler. Sonrasında “Nefret ediyorum bu devlet düşmanlarından.” diye ekler ve istihza ile “Ah” karşılığını veren Remzi’ye “Yoksa siz Ermenilerden nefret etmiyor musunuz?” diye sorar. (MNH, s. 28) Doktor Remzi’yse ona Ermenilerden nefret etmediğini ve bu meselelerin hal yolunun nefret olmadığını ifade eder. Örneklerden anlaşılacağı üzere Meliha Nuri ile Remzi ikilisinde aleni biçimde görülen ayrılıklar ve bundan mütevellit beliren keskin kontrast, ilişkilerinin olumsuz bir düzeyde seyir almasına sebep olmuştur: “İkimiz de kederli bir şekilde birbirimize yaklaşmak istiyoruz, fakat amansız bir şey bizi ayırıyor.” (MNH, s. 46) Ayrıca Meliha Nuri’nin Ermeni düşmanlığı, hastanedeki Ermeni doktorun Kayseri’deki ailesini kaybettiğinde dahi merhamet duymaması, onun eserde gizil bir incelikle işlenmiş İttihatçı yanıyla örtüşmektedir.

Halide Edip Kalp Ağrısı romanında hatırat, günlük, mektup gibi muhtelif anlatı formlarını kullanırken Zabel Yaseyan’ın novellası, Meliha Nuri karakterinin günlüğü suretinde okunmaya oldukça müsaittir; bu eksende iki metin yazınsallığın tezahürü hususunda da birbirlerine yakınlık gösterirler.


Güçlü Kadın Figürleri

Kalp Ağrısı’ndaki Zeyno ve Meliha Nuri Hanım’daki Meliha Nuri, karakterleri itibarıyla eril baskıya/zorbalığa boyun eğmeyen, ataerkil düzene başkaldıran, toplumun kadına biçtiği pasif rolü kabul etmeyen ve toplumsal normların dışına çıkmaya meyilli birer güçlü kadın figürü çizerler; hem Zeyno hem de Meliha Nuri, yaşadıkları dönem dahilinde sosyal ve gündelik hayattaki kadın algısına tezatlık teşkil edecek boyutta aktif rol üstlenme niyetindedir. Nitekim Kalp Ağrısı romanının henüz başında, Hasan’ın Zeyno ile ilk kez karşılaştığı; ikilinin birbirlerine karşı alaycı, iğneleyici bir tavır takınarak sohbet ettiği sahnede Hasan’ın sırtı kendisine dönük vaziyette koltuğa oturmuş Zeyno’yu diyaloglarının başlangıcında bir erkek, oğlan çocuğu sanması bahsedilen durumu kanıtlar niteliktedir.


Zeyno, Hasan’ın vasıtasıyla, ona duyduğu aşk yüzünden girdiği içsel çatışmaların neticesinde asla yenilen, bozguna uğrayan tarafta olmayı tahayyül etmez; bu durumun tersine Hasan’ı mağlup, kendisine yenilmiş konumda görmekten hususi bir keyif alır. (KA, s. 77)


Erk egemen zihniyete, âşık oldukları erkeklere dahi teslim olmayan dik duruş; hem Zeyno’nun hem de Meliha Nuri’nin bir diğer ortak paydasıdır. Zeyno karşısındaki adamı “Dikkat ediniz, Hasan Bey, mağlup olursanız hiç merhamet etmem, yere yaralı, ölü, nasıl düşerseniz düşünüz, sizi çiğner geçerim.” (KA, s. 78) sözleriyle uyarırken Meliha Nuri görev yaptığı hastanede mesai arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği bir sohbetin merhamet lafzı ekseninde; savaşın mağlupları için merhametli olma gerekliliğini ifade eden Suriyeli doktora tabiatın merhameti bulunmadığından dem vurarak şu cümleleri sarf eder: “Âlemin kaidelerini koyan ben değilim. Tabiat bizi yaşamak için yiyip yutmaya mecbur tutuyorsa müsebbibi ben değilim. Ya parçalayacaksın, ya parçalanacaksın! İnsanlar arasında kuzular ve kurtlar var. Emin olun ki, ben kuzu değil, kurdum! Daha da iyisi, dişi bir kurdum ben!” (MNH, s. 40)


Zeyno, Hasan Bey ve Azize’yle geçirdiği bir akşam, Hasan’ın fazlasıyla katı, duygularını ‘demirler içinde zapteden’ hâlini düşünürken Hasan’la birlikte olmaları durumunda mutlak surette otoritesine biat edeceğini; sarsılmaz dengeli ve düzenli duruşundan ötürü insanın onun yanında yılmaz iradeli, çelik vücutlu bir süvarinin altındaki hayvan gibi isyan etme arzusunu yitireceğini aklından geçirir. Oysa Zeyno, Hasan gibi kararlı, sert bir erkeğe ve onun istibdatına boyun eğecek karaktere sahip değildir. Zeyno’nun aksine Azize; emre, iktidara ve erk anlayışa başkaldıracak bir hüviyet taşımaz. Bu noktada Zeyno kendisine yanıtlarını zaten bildiği sualler yöneltmekten geri durmaz: “Azize görünür olmaktan ziyade, içte olan bu tahakkümden mest olacak kadar lezzet alıyor. Ben Azize olsam ne hissedeceğim? Her zaman tahakküm eden, emreden ben, bu tahakküm ve emre isyan edecek miyim? Bilhassa kuvvetli süvarileri üzerinden atmak, kafalarını parçalamak isteyen huysuz, çılgın hayvanlar gibi onun başını taştan taşa çarpmak arzularını duyacak mıyım?” (KA, s. 151)


Hastanedeki memurlardan biri olan Safiye Hanım’ın Meliha Nuri’ye söylediği sözler Zeyno ve Meliha Nuri’nin güçlü kadın kimliği yönelik müthiş bir benzerliği daha örneklemektedir; Safiye Hanım’ın Meliha Nuri hakkında dile getirdiği her yargı, tıpkı Kalp Ağrısı’nın Zeyno’su için de dillendirilebilecek düzeyde eşsiz bir uyum tezahür eder: “Sen şirin ve latif bir kadın değilsin, dedi bana, başka türlü, azametli bir güzelsin. Bu çok kıymetli hususiyetin kadrini bilmek lazım. Asil erkekler senin gibi kadınlara karşı zayıftır. Seninle mücadeleye girerler ama icabında senin için canlarını verirler.” (MNH, s. 48)


Kalp Ağrısı romanındaki Hasan da Zeyno için “ihtirasla kudretten meydana gelmiş biraz zalim, fakat her zaman arkasından koşulan ve sevilen bir kadındı.” (KA, s. 173) fikrini taşımaktadır. Yaseyan’ın novellasında da Meliha Nuri’nin babasından onun askeri hastanede görev yapacağını duyan Celaleddin “Meliha Nuri Hanım her nevi yiğitliği göstermeye kadir bir kadındır. Hiç şaşırmadım.” (MNH, s. 18) yorumunu yapar.


Görüldüğü üzere gerek Zeyno gerekse Meliha Nuri âşık oldukları erkekler tarafından hayranlıkla bakılan, güçlü kadınlardır. Onlar erk egemen anlayışa/zihniyete; eril tahakkümün kısıtlayıcı, geleneksel takdirine hapsolmayan özgür ve cesur bir portre ortaya koymanın tüm gerekliliklerini, ödevlerini yerine getirmektedirler.


[1] Metin incelemelerinde eserin şu baskısından yararlanılmıştır: Halide Edip Adıvar, Kalp Ağrısı, Can Yayınları, 3. Basım, 2010 İstanbul. [2] Metin incelemelerinde eserin şu baskısından yararlanılmıştır: Zabel Yaseyan, Meliha Nuri Hanım, Aras Yayıncılık, 1. Basım, 2015 İstanbul.

bottom of page