top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Annelik, sessiz bir direniş

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 6 dakika önce
  • 4 dakikada okunur

Demet İnan, Jaqueline Rose’un Anneler romanı ile Mike Mills’in 2021 yapımı C’mon C’mon filmi üzerine yazdı: "Rose’un bu kitabının en büyüleyici taraflarından biri, mitolojik hikayelerden başlayıp İncil anlatılarına, Freud’un psikanalizine, oradan da Sheakspeare’in Hamlet’teki Gertrude’una ve Macbeth’deki Lady Macbeth’e uzanan geniş bir yelpazede annelere yaklaşıma bakışı."


ree

“Anneler dolu dolu yaşanmış bir hayatın en zor yönleriyle temas halinde olmaktan kaçamaz. Öyleyse neden her şeyi parlak, masum ve güvenli gösterme görevi onlara düşsün?”

Bu cümle Jaqueline Rose’un Anneler: Sevgi ve Zülüm Üzerine Bir Deneme adlı kitabında geçiyor. Kitapla tanışmam Mike Mills’in 2021 yapımı C’mon C’mon filmi sayesinde oldu.

Filmi izlediğim esnada bu cümleyi alt yazıda görür görmez sahneyi durdurup tekrar okudum. Annelik ile ilgili okuduğum en keskin ve doğru cümlelerden biri.

Filmin ana karakteri Johnny, kırklı yaşlarında filmler için ses kayıtları toplayan bir ses uzmanı. Zor bir dönemden geçen kız kardeşi Viv’in dokuz yaşındaki oğluna yani yeğeni Jesse’e bir süre bakmak zorunda kalır. Bu süreçte kız kardeşinin durumu üzerinden Batı kültüründe kadın üzerine düşündürücü pek çok gelişme yaşanır.

Johnny, kız kardeşinin yokluğunda onun okuduğu kitapları incelerken Jaqueline Rose’un Anneler: Sevgi ve Zülüm Üzerine Bir Deneme adlı kitabı ile karşılaşır. Tıpkı benim bu filmi izlerken kitapla karşılaşmam gibi.

Filmde rastladığım satırlar en çok da anneliğin idealize edilmesine karşı çıkan güçlü bir felsefi ses olarak etkiledi beni. Viv’in altını çizdiği cümle, anneliğin yüceltilmiş değil gerçek ve kırılgan yönlerini yansıtıyor. Film boyunca kafamda insan olmak, annelik, büyümek ve büyütülmek üzerine düşünceler gezindi. Filmin sonunda ekran kararsa da içimde bir yankı devam etti ve şu soru aklımda dönüp durdu:

“Neden her şeyin parlak, masum ve güvenli görünmesi hep annelerin görevi olsun?” 
ree

Bu soruyu aklıma Jacqueline Rose getirdiyse cevapları da onunla bulmalıyım diyerek kitabı hemen aldım. Rose’un toplumun anneden beklentileri, anneye yükledikleri ve sorumlu tutulduğu tüm sorunlarla anneleri çaresizce nasıl baş başa bıraktığını, annelere yüklenen bu ağır yükü taşımanın imkansızlığını anlatmasını oldukça aydınlanarak okudum.

Rose’un tezleri anneliğin “kutsal” addedilen ama aslında yalnızlaştırıcı tarafını açığa çıkarıyor. Toplumun anneye yüklediği “her şeyin parlak ve güvenli görünmesini sağlama” görevinin adaletsizliğini çok derin bir dille işliyor. Hepimiz kim bilir kaç kere duyduk bir annenin “Bu çocuğun böyle olması senin suçun,” diye suçlandığını. Peki bu cümle gerçekte neyi saklıyor? Cümlenin suçlu olarak gösterdiği anne, tek başına suçlu olabilir mi? Rose’u okuduktan sonra benim cevabım çok net:

Annelerin sessizce taşıdığı yük aslında tüm toplumun sustuğu yerdir!


Rose; göçlerde, depremlerde, savaşlarda, askeri rejimlerde kaybolan ya da ölen çocuklardan ve annelerinden bahsederek şöyle diyor:

“Kayıp askerlerin ve çocukların annelerine ne sıklıkta ses verilir? Ya da bir annenin yasının  zaruri pathosun çerçevesi dışına taşmasına? Neden bir anneyi dinlemek, anlatmaya mecbur olduğu hikayeyi anlatma onurunu vermek çok zordur?”


Bir çocuğun ölümünün ya da kaybının ardındaki siyasi ve toplumsal sorunları anlatarak talihsizliğin esasen adaletsizlik olduğunu ifşa eden anneler seslerini duyurmada zorlanır, bir anne çile çeker, ağlar, herkesin samimi bir empati kuracağı bir özne olur ancak çok kurcalamamalı ve çok konuşmamalıdır.

Rose’un bu kitabının en büyüleyici taraflarından biri, mitolojik hikayelerden başlayıp İncil anlatılarına, Freud’un psikanalizine, oradan da Sheakspeare’in Hamlet’teki Gertrude’una ve Macbeth’deki Lady Macbeth’e uzanan geniş bir yelpazede annelere yaklaşıma bakışı. Yaptığı şey sadece ‘’anneliği anlatmak’’ değil; anneliğe yüklenen tarihsel, kültürel ve edebi anlam katmanlarını ortaya çıkarmak. Mitolojik hikayelerde anneler ya koruyucu tanrıçalar ya da yıkıcı figürler olarak karşımıza çıkıyor. Medea, Demeter, Niobe ile anneliğe biçilen rollerin imkansızlığını anlatır Rose. Medea’nın öfkesinde, Niobe’nin taş kesilen bedeninde, Demeter’in kaybolan kızı Persophone için yeraltını sarsışında hep aynı şey vardır: Bir annenin sevgisi sınırı aştığında dünyayı yerinden oynatır. Sheakspeare’in anneleri suçun gölgesinde kalan ya da erkek kahramanın psikolojik açmazında sıkışan karakterlerdir. Gertrude, oyunun içinde sesi hep başkalarınca tanımlanan kadındır, Rose’a göre erkeklerin vicdanlarını aklayan bir sessizliktir onunki. Freud da ise anne, ya çatışmanın kaynağıdır ya da yoktur. Filmde de Viv karakteri tam da bu “idealize edilmiş anne” ile “gerçek, kırılgan, kafası karışık, yorgun kadın” arasında sıkışmış durumda. Rose’un çizdiği tarihsel ve edebi tablo, Viv’in yaşadığı güncel deneyimin aslında binlerce yıllık kültürel mirasın devamı olduğunun açık kanıtı gibi görünüyor.

Rose, anneliğin yalnızca biyolojik ya da duygusal olgu olmadığını toplumun ahlaki düzenini de ayakta tutmak için yüklenen bir görev haline getirildiğini söyler. Anne dünyadaki tüm kırıkların onarıcısı gibi görünür. Savaşlar, yoksulluklar, toplumsal çöküşler bile iyi yetiştirilmemiş nesiller, doğal olarak “yeterince iyi anneler”in olmayışı ile açıklanır. Rose’un sözleriyle, “Kadınlara, toplumun bütün yaralarını iyileştirme görevi verilir; sonra bu yaralar onları hasta eder.” Filmde Viv, hem çalışan bir kadın hem bir anne hem yatalak annesine bakmamanın duygusal yükünü taşıyan bir figürdür. Film boyunca ondan hep dayanıklı olması beklenir; oğluna, hastalanan eşine, kardeşine hatta dünyanın geri kalan gürültüsüne karşı dayanıklı olması. Rose’un tespitiyle bu, çağdaş toplumun annelere biçtiği görünmez emektir: Bakım emeği, sevgiyle karışmış bir toplumsal görev.

Rose anneliğin bu şekilde “politikleştirilişine” dikkat çeker. Ona göre modern toplum annelik üzerinden kadın bedenini kontrol eder; ne kadar seveceğini, nasıl doğuracağını, nasıl susacağını tarif eder. Kadının öfkesi, yorgunluğu ya da arzusu “kötü annelik” olarak damgalanır. “Annelik, bir ahlak aygıtına dönüşür; kadınların varoluşu çocuklarının huzuru üzerinden ölçülür.” Viv’in yorgun yüzü, bu ahlak aygıtına karşı sessiz bir isyandır. O, oğlunu severken kendini de korumaya çalışır; bazen uzaklaşarak, bazen yalnız kalarak. Film, Rose’un “anneliğin bir başkaldırı alanı olduğu” fikrini doğrular: Kadının kendi sınırlarını koruması, çocuğuna duyduğu sevgiyi azaltmaz; tersine, onu daha insani kılar.

Bu yüzden Rose’un annelik tanımı, toplumsal beklentilere karşı bir direniş biçimidir. Annelik kutsal bir yük değil, yaşanabilir bir insanlık halidir. “Bir anne, kusurlu olma hakkını savunduğunda, dünyayı daha adil bir yer yapar.”

Yaşamana Bak’ta bir çocukla bir yetişkinin birlikte yollara düşmesi, aslında “anne” kavramının nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulayan bir yolculuk gibidir. Johnny Viv’in yokluğunda yeğenine bakar. Bu geçici bakım, toplumun anneliği nasıl ‘’sahipliğe’’ indirgediğini gösterir.: Anne yoksa, düzen de yoktur. Fakat filmed bakımın sıcaklığı, anneyle sınırlı değildir. Rose’un dediği gibi, “anneliğin sınırlarını çizmek toplumun kendi korkularını çerçevelemektir.” Bu yüzden Johnny her soruda, her cevapta, her gece hikaye anlatışında, annelik toplumun elinden kurtulur. Çünkü bir toplum, annelikle kurduğu ilişki biçiminde kendi vicdanını açığa vurur. “Kadınlardan hem dünyayı yeniden üretmeleri hem de bunu yaparken hiç hata yapmamaları.” beklenir diyor Rose. Bu beklenti anneliği sevgiyle değil suçlulukla çevreler. Annelik böylece toplumsal bir çelişkiye dönüşür: kutsanır ama yalnız bırakılır; idealize edilir ama hiçbir zaman yeterli bulunmaz. 

Toplum annelikten korkar çünkü annenin sevgisi, sınır tanımaz; çünkü anne düzeni değil şefkati temsil eder. Rose tam bu noktada korkudan değil şefkatten başlamayı ima ediyor. Yaşamana Bak’ın sonundaki sessizlikte, Jesse’nin annesine döneceğine bilmenin huzurunda şu düşünce kalır:

Birini büyütmek, onu dünyaya hazırlamak değil; onunla birlikte dünyayı yeniden duymayı öğrenmektir!



ANNELER - SEVGİ VE ZULÜM ÜZERİNE BİR DENEME

Jaqueline Rose

Alfa Yayınları, 2022

Çeviri: Ilgın Yıldız

Tür: Deneme

208 s.

bottom of page