top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Tetiğe denk gelen kovanın içinde kurşun yok

Aynur Kulak, Reinhard Kaiser – Muhlecker’in sekizinci romanı, Kaçak Avcı üzerine yazdı: "Yolunda gidiyormuş gibi gözüken her şey, taşrada herhangi bir sürprize yer bırakmayacak rutinler ve sakinlik bastırılmış bir şiddet potansiyeli taşıması adına romanın en önemli katmanını oluşturuyor."


ree

Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Kaçak Avcı Reinhard Kaiser – Muhlecker’in sekizinci romanı. Yazar henüz 42 yaşında. Kendisiyle ilgili biyografisini okuduğumuzda en önemli bilgiler bunlar değil; Siegfried Lenz, Kaiser-Mühlecker’in çalışmaları için “Yazma biçimi harika” demiş, Peter Handke ise onu “Stifter ve Hamsun ile aynı seviyede” görmüş. Siegfried Lenz, Alman Edebiyatı’nın büyük ismi ve Almanca Dersi’nin yazarı, Peter Handke ise halihazırda yaşayan Alman Edebiyatı’nın en önemli yazarı ve Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Meyve Hırsızı, onun kaleme aldığı son romanları arasında ustalık eseri. Böylesine iki büyük yazar tarafından metinlerine dikkat çekilmiş olan Reinhard Kaiser – Muhlecker’in ismini ileride daha çok duyacak gibiyiz.

Zira, Reinhard Kaiser – Muhlecker, Kaçak Avcı’da daha ilk paragrafıyla avlıyor bizleri. İlk göze çarpan atmosfer yaratımı oluyor, anlatılan kişinin bilincindeki (İlk paragraf itibariyle henüz kim olduğunu bilmiyoruz.) dalgalanmalar sıkıntılı ve bir şey olacağının işaretlerini sezdiriyor bizlere, oluyor da, tetik çekiliyor ve Kaiser – Muhlecker Kaçak Avcı romanında ilgimizi cezbeden, atmosferi güçlü, baş karakterini karanlık yanları katmanlı bir hikaye anlatmaya başlıyor. Bu arada paragrafı alıntılamayı unutmadım elbet, önce üzerine yazmak istedim, okumadan önce hikayeyi tüm adımlarıyla kavrayabilmek için. Buyurun, ilk paragraf…


“Gün ağarıyordu; saat dörtten geç olamazdı. Yine de bir anlığına daha geç olduğunu düşündü; bulanık, puslu bir gündü; oysa hava raporu haftalardır süren yüksek basınç sisteminde bir değişiklik öngörmüyordu. Odasına hâkim olan loş ışıkta bir titreşme vardı, anlaşılamayan bir kıpırtı, ıhlamur ağacının pencereye kadar ulaşan yapraklarının kıpırtısı. Hafiften bir rüzgâr geçti, acaba bu gerçekten böyle erken saatte de olsa kendini belli eden ani bir hava değişimi miydi? Bu algılar aklından hayal gibi itiş kakış içinde öylesine geçiyorlardı, sanki uzaklardan gelmiş, onunla hiç ilgileri yokmuşçasına. Komodin çekmecesini açıp elini daldırması da kendisinden bağımsız bir hareket gibiydi. Başını çevirmedi, içine bakmadı bile. Yalnızca, metal biraz soğuk gelmişti. Hoş, rahatlatıcı hissettiriyordu; şakağına bastırdığında da öyleydi. Soluğunu tuttu, parmağı gerildi ve tetiği çekti.” 

Jakob ile sancılı bir atmosferde, eğer silah patlarsa genç yaşta bitecek hayatının sınırında tanışıyoruz. Fakat silah patlamıyor. Tetiğe denk gelen kovanın içinde kurşun yok. Kendi kendine oynadığı Rus ruleti sonuç vermiyor. Dolayısıyla onu güncel hayatının, rutinlerinin içinde tanımaya başlıyoruz. Kaçak Avcı, taşra hayatının yüzeydeki dingin görüntüsünün altında biriken öfke, yalnızlık ve aidiyet krizi etrafında şekilleniyor. Romanın merkez karakteri Jakob ailesine, emeğine ve toplumun beklentilerine sıkışmış genç bir çiftçi. Hikâye, Jakob’un iç dünyasına, kırılgan ilişkilerine ve giderek büyüyen şiddet eğilimlerine kayıtsız, yoğun bir iç perspektiften bakıyor. Aşk, kıskançlık, evlilik, miras meseleleri ve yerel toplumsal normların baskısı anlatıyı ilerletiyor ve görüyoruz ki bu her biri yaşama dair olan ilerlemeler temelde hissettiği öfke, yalnızlık ve aidiyet meselelerine iyi gelmiyor. 

Jakob’un ne olursa olsun kaçamadığı, ait olmak zorunda olduğu kasaba içine doğru düşüncelerin yoğunlaştığı bir tür yabancılaşmayı beraberinde getiriyor. Dedesinden, babasına, babasından kendisine kalan çiftliğin tek başına idare edilemez boyutları Jakob’u çok zorluyor. Evleniyor, kendi ailesini kuruyor, eşi Katja ve devlet çiftçilik yapmasında onu destekliyorlar, yolunda gidiyormuş gibi gözüken her şey, taşrada herhangi bir sürprize yer bırakmayacak rutinler ve sakinlik bastırılmış bir şiddet potansiyeli taşıması adına romanın en önemli katmanını oluşturuyor. Jakob’un yaşadığı sıkışmışlık, modernite ile gelen değişimin yarattığı gerilimle örtüşür. Çiftlik işlerini eskisi gibi halletmek, aileyi çekip çevirmek eski yöntemlerle mümkün değil artık.


Miras, hafıza ve geçmişin ağırlığı meseleleri tematik inşayı güçlendirici şekilde karşılıklarını buluyor. Mesela aile çiftliği yalnızca ekonomik bir alan değil, ataların yükü ve bölgesel tarih ile ilişkilenen çok önemli bir kimlik mekânı. Reinhard Kaiser – Muhlecker bu noktalarda geçmişle ve ailenin görmezden gelinen sırlarıyla yüzleşmeye odaklanıyor. Arkaik ile modern çatışması tam da üstü örtülmüş karanlık tarafların ortaya çıkarılmasıyla belirginleştiriliyor. Jakob’un hikayesi sık sık “eski tarz” kırsal yaşam pratikleriyle çağdaş hayatın değerleri arasındaki sürtüşmeyi ortaya çıkarıyor; kent ile kırsal, gelenek ile değişim arasındaki eşikler ve bu eşiklerde meydana gelen olayların gerilimleri romanda merkezi bir işlev taşıyor.  


“Jakob yine de bunu yapmazdı. Önemli değildi. Bu konuda hiçbir şey bilmek istemiyordu. Onlar yetişkin insanlardı, onun yanında yapmadıkları sürece ne istiyorlarsa yapabilirlerdi. Evet, içinde bulunduğu koşullar ona zaman zaman tuhaf şeyler yaptırıyordu. Ancak kötü bir insan değildi o, hayır. Her zaman içinde bulunduğu koşullar yüzünden böyle oluyordu. Bir de burada daima insanı neredeyse çıldırtan bir gürültünün olduğu gerçeği vardı.”

Miraslarını devraldığı geçmişteki aile bireyleri, kendi kurduğu ailesi, eşi Katja, kasabadakiler, bir sanatçı, bir şehirli figürler yani hikaye içerisinde yerini alan veya girip çıkan tüm karakterler, Jakob’un izolasyonunu ve perspektifinin keskinleşmesinde önemli. Kaiser-Mühlecker karakterizasyon konusunda mütevazi bir rota çiziyor ama Jakob için onun etrafında yerini alan her bir karakter psikolojik derinlik yaratıyorlar. Jakob’un köpeği Axel ile bile kurduğu ilişkilenme hali, bu psikolojik derinliği görmemiz adına hikayede önemli sıçrama anları yaratıyor. Bu durum okurun motivasyonunu tam olarak kavrarken karakterleri birbirlerine mesafeli kalmaya zorluyor. Yaratılan gerilimin hissedilmesinin önemli nedenlerinden biri oluyor.

 

Kaiser-Mühlecker, abartısız bir anlatım dili kullanıyor çünkü diğer yandan romanda, yoğun ve katmanlı bir yapı var. Detaylı gözlemlerle karakterin iç hayatını birinci tekil veya yakın üçüncü şahıs iç bakışıyla anlatıp, okuru Jakob’un zihnine yakın tutuyor. Cümleler çoğunlukla sade ama atmosfer yaratmada usta bir yazar söz konusu. Ekilip biçilen topraktaki küçük detaylar, ağaçlar, mevsimlerin ritmi ve hayvan-bakım işlerinin monotonluğu anlatıda tekrar eden motifler oluşturması adına önemli bağlantı detayları. 


Kırsal yaşamın, kasaba kültürünün iç ayrıntılarını çok iyi bilen bir yazar dersek Reinhard Kaiser – Muhlecker için çok da yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız. Kaiser – Muhlecker’in “archaik” (ilkel/ilksel) duyarlılığı ve kırsal hayata karşı ön planda tuttuğu gerçekçiliği Jakob’un zor hikayesini anlaşılır ve okunur kılıyor.

 

Kaiser-Mühlecker, Avusturyalı kırsal yazar geleneğinin çağdaş bir temsilcisi olarak okunabilir; Thomas Bernhard veya bölgesel gerçekçilik geleneğiyle kıyaslanan, fakat kendi çiftçi-yazar deneyimini işleyen özgün bir ses olarak karşılaştırılabilir. Savaş sonrası kırsal yaşam deneyimlerini Ruhr Bölgesi odağında anlatarak bizlerle paylaşan Alman Edebiyatı’nın yaşayan önemli ismi Ralf Rothmann’ı da bu isimler arasında sayılabilir. Tüm bu örnekler göz önünde bulundurularak Kaçak Avcı, Avusturya’daki tarihsel/sosyal mirasla meşgul olan bütünlüklü bir yazın pratiğinin parçası olarak değerlendirilebilir.



KAÇAK AVCI

Reinhard Kaiser – Muhlecker

Ayrıntı Yayınları, 2025

Çeviri: Sevgi Feride Tunay, Tarık Kayakan

256 s.

Yorumlar


bottom of page