Öykü: Kasım Yağmurunda Sele Kapılıp Gidenler
"Çünkü dolgumdan geri kalan boşluğa çiğnenmesi yasak olan sakızı saklıyordum."
Nergiz Eren Pehlivan Çayıroğlu
Çünkü “En günahız kimse ilk taşı o atsın” dediğim sırada; hademe elektrikli testereyi çalıştırmak için müdürden izin istemeye geldi. Çünkü İngilizceci odanın camındaki yansımasından sarkan gıdığını kontrol ederken; dinci, dudağının üzerinde geniş bir ben gibi duran bıyığıyla meşguldü. Çünkü müdür, İngiliz mezarlığına bakan loş odasının manzarasını kapatan osuruk ağacını kesmeye gelen hademeye eliyle “sonra gel” derken önündeki raporu okuyordu.
Çünkü sen bana gülmüştün. Nazara inanıyorum diye. Çok saçma demiştin.
Çünkü bana nasıl bakıyordu sen görmedin. Pis pis bakıyordu. Senin arkan dönüktü.
Çünkü hiç durmadan yağmur yağıyordu ve gökkuşağı çıkmıyordu. Çünkü ağzımın tadı yoktu. Dişlerim zangırdamaktan yamulmuştu.
Çünkü o gün, orta sıradaki kız elime bir kâğıt sıkıştırmıştı. Çünkü kağıtın üzerinde sadece senin ismin yazıyordu. Çünkü bana hediye ettiğin kırmızı kalemi ısırırken dolgum kırılmıştı. Dolguları sınıftaki çöpün içine tükürürken görmüştü beni. Ağzımın içine yayılan civa kokusundan gözümden yaş gelmişti. Ağladığımı sanmıştı çünkü o bir kaltaktı.
Çünkü karla karışık yağmur yağıyordu, öğlenden sonra doluya döndü. Çünkü dolu camdan sekip arabaların tavanında parçalanıyordu. Müdürün arabası kapalı garajdaydı. Hademeler, okulun bahçesine park etmelerine izin verilen öğretmenlerin arabalarının üzerine evden getirdikleri halıları seriyordu. Çünkü dolgumdan geri kalan boşluğa çiğnenmesi yasak olan sakızı saklıyordum.
Çünkü bağrıma bastığım taşlara benziyorlar mı diye cama vuran doluya bakmak için ayağa kalkmıştım. Çünkü bana pis pis bakmıştı, senin arkan dönüktü. Ayağım sıranın kenarına takılmış onun önüne düşmüştüm.
Çünkü geldiği günden beri gözü üzerimizdeydi. Arkası dönükken bile bize bakıyordu. Mavi gözlerini üzerimize mühürledi. Çünkü kızlar tuvaletinde, ben ağzımdaki civa kokusundan kurtulmaya çalışırken, aynadan sana göz kırpmıştı. Çünkü sana verdiğim kasetin içindeki notu okumadan çantana atmıştın.
Çünkü biz en iyi arkadaştık. Beraber çok eğleniyorduk. En sevdiğimiz grup Guns&Roses'dı. Şehre geldiklerinde, babam bizi konserlerine götürmüştü. En öne kadar gitmiştik. Axel Rose’un sahneden attığı pizza parçası benim önüme düşmüştü ama sen çok seviyorsun diye senin almana ses çıkarmamıştım. Ana okulundan beri her yağmur yağdığında lastik çizmelerimizi giyip bulduğumuz tüm su birikintilerinde zıplar sonra bize gidip sıcacık çay içerdik. Bazen bize kalmaya gelirdin. Pijamalarını unuttuğun zaman benim en sevdiğim çizgili pijamalarımı giymek isterdin; seviyorsun diye ses etmezdim. Annem bizi paten kaymaya götürürdü. Sahilde paten kayardık hava kararana kadar. İkimiz de üç tarafı mezarlıklarla çevrili bu okulda okumak istemiyorduk. Dünyamızın pencerelerini hayata açmak istiyorduk. Pergelle her bulduğumuz yere dünya çiziyorduk. Kusursuz; alttan üstten basık olmayan. Gitmek istediğimiz ülkeleri yerleştiriyorduk içine.
Çünkü İngilizceci öğretmenler odasında camdaki yansımasında göbeğine bakıyordu. Din hocası nöbetçiydi. Müdür ve hademeler, İngiliz mezarlığında köklenen osuruk ağaçlarını izinsiz keserlerse ne olacağını konuşuyorlardı. Çünkü canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Çünkü dişim ağrıyordu.
Çünkü sınıfa geldiği günden beri gözü üstümüzdeydi. Biz kızlarla konuşurken yanımızdan geçip hiç pas vermemişti. Sanki sınıf oydu biz de misafir öğrenciler. Üçümüzün de baklavalı Burlington çorapları vardı. Ayaklarımız sıcaktı.
Çünkü İngilizce dersinde, üzerinde Axel Rose’un resmini yapıştırdığın, en sevdiğin defterini ona hediye etmek için cam kenarındaki sıranın üzerine koyarken çıkan ses kulaklarımı tırmaladı. Çünkü dişimin ağrısı kulağıma vuruyordu. Çünkü o bir kaltaktı.
Çünkü yağmur dinmek bilmiyordu. Ardından gökkuşağı çıkmıyordu. Seni ders çalışmak için anneanneme çağırdım. Akşama kadar bekledim. Çünkü sen gelmedin. Çünkü annem ve babam ayrılmıştı.
Çünkü yarı yıl tatilinden sonra okula tek başıma gittiğim gün, kızların fısıldaşmalarını duydum. Pis pis sırıtarak baktılar. Çünkü sen gelmemiştin. Çünkü senin nerede olduğunu bilmiyordum. Çünkü senin günde kaç bardak su içtiğini bilirdim.
Çünkü o gün kendimi iyi hissediyordum. Akşam annemde kalmıştım. Beraber Çin yemeği yemiştik. Kendi yatağımda yatmıştım. Yüzüme renk gelmişti. Kulağımda walkman, elimde Guns&Roses kaseti vardı. Çünkü dişim ağrımıyordu. Çünkü bana göz kırpmıştı. Nazar değdirecek diye gözlerimi kaçırdım. Çünkü o bir kaltaktı.
Çünkü İngiliz mezarlığına bakan sınıfımızdan; o sabah yine bir faninin toprağa verilişine şahit olduk. Baba, oğul ve kutsal ruh adına.
Çünkü ben ölünün ardından üç Kulhu bir Elham okurken; o, orta sırada oturan kızla beraber kapağında Guns&Roses olan dergiyi karıştırıp kıkırdıyordu. Çünkü yağmur dinmek bilmiyordu. Ardından gökkuşağı çıkmıyordu. Çünkü baban ateşe olduğu için, birlikte gitme hayali kurduğumuz Birleşik Krallığa taşınmıştınız ve giderken bana bir not bile yazmamıştın.
Çünkü caddede karşılaştığımızda bana pis pis bakıp sırıtmıştı, senin bana hediye ettiğin çorapları giyiyorum diye. Üzerinde “November Rain” yazan çorapları. Çünkü başka temiz çorabım kalmamıştı. Çünkü o akşam babamda kalmıştım.
Çünkü son sınavların hepsinden düşük notlar aldım. Tüm hocalar ben sınıfa girer girmez yüzlerini ekşitiyorlardı. Çünkü İngilizce sınavlarında hep sana kopya verirdim. Çünkü ben İngilizce sınıfının birincisiydim.
Çünkü günden güne eriyordum, rengim solmuştu. Çünkü gökyüzünün dinmek bilmeyen gözyaşıyla ıslanan toprak bile yumuşuyordu. Ama ben kaskatıydım. Çünkü o sınıfa geldiği günden beri dişim ağrıyordu. Ağzımın içi zehir. Çünkü bana pis pis bakıyordu.
Çünkü öğle tatilinde herkes yemekteydi. Hava buz gibi ve griydi. Camlara çarpan dolunun şiddeti yere düştüğü zaman bile devam ediyordu. Elimde pergel, son sağ kalan dişimdeki dolguyu çıkarmaya çalışıyordum. Kan ağzımın kenarından içeri sızıyordu. İçim ısınıyordu.
Cam kırıkları can kırıklarımla çarpışıyordu. Sınıfta bir tek ben vardım. Birleşik Krallık bayrağının dalgalandığı, mezarlık manzaralı sıranın altında duran defteri gördüm. Ayağa kalktım. Eteğimin belini düzeltip, baklavalı Burlington çoraplarımı dizime çektim. Camdan dışarı baktım. Müdür okulun bahçesine sarkan osuruk ağcının dalını tutuyor, hademe testere ile kesiyordu. Gittim pergeli defterin kapağına sapladım. Axel Rose’un ağzını burnunu dağıttım. Arka kapağa bir not bıraktım. Çünkü kaltaklar bedel öder.
· Joye Carol Oats “ Hafifletici Nedenler”a ithafen
Comentários