top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Rüya

‘Dünya onlar için de bu kadar korkunç muydu, insanların hepsi mi zalimdi, yaşamak için mutlaka daha güçlü olanların insafına muhtaç mıydılar?’

Başak Yıldırım


“Mutlu aileler birbirlerine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”

TOLSTOY


Kapının açılmasıyla irkildi. İçeriye dolan gürültü onu düşüncelerinin arasından çekip çıkardı. Günaydınlaşma merasimi… Kafasını kaldırıp ‘Günaydın’ dedi her seferinde. Elindeki simitleri masaya koyanlar, üzerindekileri çıkarıp asıyor ve çayını alıp masaya oturuyordu. Artık gerçek hayattaydı. Odaya dağılan gevrek kokusu ve koridordan gelen öğrenci sesleri, üzerindeki bulutları dağıtıyordu. Çayını yudumlarken ağzına gelen toz tadını sıyırıp atmak istercesine dilini ağzının içinde oynatıp duruyordu, bu garip hali artık kanıksanmıştı. Bir öğretmen;

“Yeni olayı duydunuz mu?”diye sordu. Diğeri ise “Duymaz mıyız? Dün çarşıya indik Tuna, Reyhan ve ben girdiğimiz dükkanlarda bizi görenler ya fısıldaşıyor ya da kafalarını çeviriyordu. Derdiniz nedir anlamadık dediğimizde döküldüler.”

“Bizimle ne alakası var canım, arkalarında mı dolaşacağız sürekli?” dedi.

Odanın içindeki konuşmaları duymazdan gelerek kokuşmuşluğun da bir tadı var mıdır acaba, dışımızdaki sesleri kısabileceğimiz bir düğme olsa keşke, dışarının sesi kesilse içimizdeki ile baş başa kalsak, toplumun söyledikleri yapışmasa oramıza buramıza diye geçirdi içinden. Yeniden daldı, odadaki konuşmadan kaçmak istercesine. Olanlar… Aklından hiç çıkmıyordu. Söylenenler bir bıçak gibi saplanıyordu aklına, o ise sıyırıp kendini gerçekleri değiştirmek isterdi. Zil sesi… Bu garip müzik için kimi tebrik etmeli diye geçirdi içinden. Konuşmalar devam ederken o koridora çıktı. Koridordakiler sınıflarına doğru gidiyorlardı. Onlardan kaçmak için ters yöne döndüğüde O ve Selin kalmıştı koridorda. Göz göze geldikleri o kısa an Selin’i sınıfa sokmaya çalışan arkadaşını görmemişti bile.

-Selin, haydi sınıfa…

-Girmeyeceğim, bakıp duracaklar. Okula girdiğim andan beri göz hapsindeyim. Kafamı önüme eğsem bile hissediyorum, ensemde gözleri.

-Olur mu hiç? Lütfen Selin, beraber girelim.

-Neden ordaymışım? Neden yalnızmışım? Neden…

-Suna öğretmenin dersi var bir şey söyleyemezler, hadi Selin.

-Haklısın, ne demişti Suna Öğretmen; ‘Ben her zaman yanındayım, sakın korkma!’

-Geliyorum. Ayakları geriye, bedeni sınıfa doğru hareket etti. Kararını oracıkta vermeli ve bunun sonuçlarına katlanmalıydı. Kabuğundan kafasını uzatan bir kaplumbağa gibiydi sınıfa girerken. Diğerleri ise korkulan koca dünya… Kaplumbağaları düşündü; ‘Dünya onlar için de bu kadar korkunç muydu, insanların hepsi mi zalimdi, yaşamak için mutlaka daha güçlü olanların insafına muhtaç mıydılar?’

İkinci zil…

Suna irkildi birden, koridordaydı, duvarlar üzerine geliyordu. Sınıfa doğru, duvarların arasına sıkışıp kalacakmış gibi koşarak gitti. Bir el boğazına yapışmış oracıkta canını alacak gibi hissetti. Kapının kolunu tuttuğunda yer ayağının altından kaymış da bir adımla uçurumun kenarından kendini güç bela kurtarmış gibiydi. Durdu ve derin bir nefes alıp sınıfa girdi.

‘Sekiz Mart’ yazılıydı tahtada.

Karşısında duran öğrencilere baktı, onların gözlerinde saklı cennetleri gördü. Cehennem ile tanışmamaları için bütün bildiklerini anlatmak, hepsine tek tek dokunmak istedi. Bir çift gözün ardında bir yaşam vardı ve o yaşamda da; aile, akrabalar, arkadaşların izleri. Son olaylardan sonra onlara, hem olayları yaşayanları yargılamamalarını hem de başlarına böyle bir şey geldiğinde ne yapmaları gerektiğini anlatmaya karar vermişti. Geçen hafta Selin’in başına gelen olay yüzünden okul ve ilçe çalkalanıyordu. Herkes hem yargılıyor hem de mağduru oynuyordu. Bir yanda Selin’in iddialarına göre onu taciz etmiş öğretmeni ve diğer yanda da Selin’in yalan söylediğini iddia eden iş arkadaşı vardı. Öğrencisinin psikolojisini korumakla görevli bir öğretmen olmanın sorumluluğunun yanı sıra aynı tozlu havayı soluduğu, yeri geldiğinde gevreğini paylaştığı arkadaşına da haksızlık etmek istemedi. Öğretmen arkadaşını düşündü. 'İnsan bedeninde kaç kişi gizleyebilir? Gördüklerimiz ile olanlar arasındaki farklar bize gerçekliği verebilir mi? Kim haklıydı? Kim doğru söylüyordu? Kalbim kanadı, bir el benim inancımın kolundan tuttu sarstı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Beyaz bir kâğıda değen kurşun kalem izi, tuvale değen ilk fırça darbesi gibi…' Bu düşünceler arasında gezinirken ‘öğretmenim’ diye seslenen öğrenci sesiyle, daldığını fark etti.

‘Evet, nerede kalmıştık?’

‘Kişisel sınırlar…’ diyordunuz hocam. Söze yeniden başlayacaktı ki zil sesi böldü. Ne kadar çabuk geçti zaman, dedi kendi kendine. ‘Bir sonraki ders devam ederiz.’ dedi. Zil sesini duyanlar hemen ayaklanmıştı. Çıkabilirsiniz der demez sınıfın çoğu boşaldı. Sınıfta yalnız kalan Selin’e seslendi, bir kez daha konuşmak istiyordu. Selin yanına geldi.

-Efendim, hocam.

-Biraz dolaşalım mı?

-Tabi ki öğretmenim.

Koridordan geçtiler… Merdivenlerden indiler… Gittikleri yol uzadı Suna’ya. Herkesin onlara bakan gözlerinin arasından sıyrıldılar ve bahçeye vardılar. Bu sırada Suna;

-Bana güvenebilirsin.

-Güveniyorum hocam.

Bahçede çakıl taşlı bir yol vardı, oradan geçerek bahçenin en ücra köşesine doğru Selin önde Suna arkasında yürüdüler, ağaçların arasından geçtiler. Suna bu tarafa hiç gelmediğini fark etti. İçinde bu sıcak günde bir poyraz esti sanki. Selin’in gözleri dolmuştu ve durdukları anda gözyaşları boşalmaya başladı.

-Burası neresi Selin?

-Bilmiyor musunuz, gerçekten?

-Hayır. Şaşkınlığını gizleyemeden yürüdü. Okulun bahçesinde saklı bir köşe, bahçenin bu kısmına neden geçmemişti acaba şimdi sorun bu mu diye geçirdi. Her şehirde arka sokaklar vardır, her olayın da karanlık bir tarafı; aydınlanmak için can çekişirler sanki. Bahçenin bu tarafı biraz karanlık, her yerde izmaritler, çöpler… Okulun bir parçası değil de sanki şehrin izbe bir sokağı. Ağaçlı yolda yürürken dalların arasından gelen güneş ışığı gözünü kamaştırdı, elini gözüne götürüp ovaladı ve o ovaladıkça kesik bir şeyler… Zihninde bir film canlandı gibi. Film değil de, uzak kalmak istediği bir anı. Bilinçaltından sıyrılmaya çalışan bir ağaç kökü, bıçak darbeleri düşüncelerinin arasından kesip atmak istercesine geçmişini ve birden durdu. Soluk alıp veriş ritmi bozuldu, tedirginlik ile korku arası bir his geldi yerleşti içine. Ekşi bir koku havada…

-Siz de bilirsiniz, okulda birçok şey yasak. Sizin gençliğinizde de olmuştur, yasaklar cazip gelmiştir. Onları okulda yapmak için en iyi yer burası. İşte bazılarımız yasak olan şeyleri burada yapabiliyoruz. O gün de… Durdu Selin, yutkundu. Sait Öğretmen de burayı duymuş benim yanıma geldi. ‘Sen kurallara uyan akıllı bir kızsın bana orayı gösterebilirsin,’ dedi. Neresi, desem de bana inanmadı. ‘Yalan da yakışmıyor senin gibi güzel ve akıllı bir kıza’ dedi. Zil çalıp herkes son derse girdiğinde ona burayı göstermemi söyledi. Öyle de oldu, zil çalıp herkes derse girdiğinde onu buraya getirdim. Kimseler yoktu. Öğretmen zili çaldı çalacaktı, derse geç kalmamak için dönmek istedim, birden kolumdan tuttu. ‘Nereye’ dedi. ‘Derse’ dedim. ‘Olmaz’ dedi. ‘Derse gitmediğim anlaşılırsa burayı benim gösterdiğimi anlarlar, bırakın hocam’ dedim. ‘O kadar çok mu korkuyorsun, biraz daha kalmazsan asıl o zaman öğrenirler’ dedi. Sonra… Biliyorsunuz, diyecekti ki Suna Öğretmenin hareketsiz öylece durduğunu fark etti. Suna Öğretmen taş kesilmişti, Selin’in sesini duymuyordu. Selin korktu ve öğretmenini sarstı. Bir an kendine gelir gibi olsa da Selin’e ‘sen git’ diye bağırdı. Selin koşarak okula doğru gitti. Suna saplandı toprağa ve zaman durdu. Zihni yanardağ misali patlamış ve anılar yüzeye doğru sızıyorlardı. Körpe yüreğinin telaşla attığını hatırladığı bir gün geldi aklına, ağaçlı yolu ve çam ağacının gölgesinin kendinden büyük olduğunu… Henüz yedi yaşında; o yaşta bir kız çocuğunun yüreği evrende küçük bir yer kaplardı. Zihninde, geçmişe giden trene bindi. Sokağını hatırlamıştı; saklambaç oynadıkları, saklandıkları köşeleri, yeterince saklanamadığını o an anlamıştı. O zamanlar bezden bir bebekti hayat, köşedeki bakkal amcaydı karpuzlu sakız kokusuyla gelen. Titremeye başladı, Suna artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti, kendinden de kaçamazdı, yaşadıklarından da…

Biraz önce aldığı ekşi kokuyu hatırlamıştı, o gün burnuna önce bir ter kokusu gelmişti, sonra da çimlerin arasında sırılsıklam kaldığını hatırlamıştı, kapana sıkışmış bir fare gibi hissetmiş, ciyaklamalarını sadece kendi duymuştu. Sürüklenmişti toprağın üzerinde bir yılan gibi ama nafile tutunacak bir yer bulamamıştı, kalkmak istemiş ama üstündeki ağırlıkla her defasında nakavt olmuştu. Üzerine akan salyaların arasından gözlerini açmaya çalışıp bir balık misali çırpınmıştı, tenine değen her şey farklı bir anlam taşıdı şimdiki zamanda, o zaman anlayamadığını şu an başkasının hayatında izliyordu. Hatırladıkça öfkelendi, koşar gibi nefes aldı ve sanki güneş ışığı yerini gri bir gökyüzüne bıraktı. Fırtına koptu kopacak… O yağmur yağmadan önceki son saniyeler vardır ya… Karardı bir anda her yer. Dünya ayaklarının altından kaydı, tersine dönmeye başladı. Yere düştüğünü ve toprağın onu içine çeker gibi hareket ettiğini hissetti.

-Yapma, kalk üzerimden Sait, diyemedi.

Yavaşça gözleri kapandı. Karanlık bulutlar ve ağaçlar kayboldu. Göz kapağının arasında kalan saniyelerdir, hayat. Her açıp kapadığımızda dakikalara doğru yola koyulur. Saatler… Günler kaybolur. Göze batan bir kıymık gibi hayatın içinden gelen biri, ikiye böler her şeyi.

-Suna! Suna! İyi misin, diyerek sarstı öğretmen arkadaşı.

-İyiyim, ne oldu ki?

-Bilmem, Tolstoy’un aileler ile ilgili bir cümlesi var, dedin sonra sende film koptu.

-Konu neydi?

-Oooo, hani şu babası ile abisinin istismar ettiği kız var ya; birinci sınıfta, onu konuşuyorduk ama etkilendin galiba, git bir elini yüzünü yıka istersen.

Kalkıp kapıya doğru yürüdü, hala kalbi çarpıyordu ve soğuk soğuk terliyordu. Yaşadıklarının rüya olmasını o kadar isterdi ki oysa kâbusları ile yaşamaya alışmıştı. Kapıyı açıp koridora çıktı, derin bir nefes aldı. Tuvalete gitti, elini yüzünü yıkadı. Ellerini kuruladı ve aynaya bakarken telefonu çaldı. Cebindeki telefona uzandı, ekrana baktı. Arayan Sait’ti.

-Efendim!

-Akşama annemlere gideceğiz Suna.

Durakladı.

-Nasıl istersen, gideriz.

Sen nasıl istersen…

bottom of page