top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Süt, bizi temizle

Nur Öztürk, Ralf Rothmann'ın kaleme aldığı Süt ve Kömür üzerine yazdı: "Yazarın kitaplarını özel kılan şey ise dili. Anlatıcı romanda müdahil olmuyor yalnızca olanları kamera gibi aktarıyor."


Nur Öztürk


Vurucu bir cümleyle başlıyor roman: “Takım elbise siyah değildi.” Annesinin cenazesine katılan Simon yaygın olanın aksine bilinçli olarak siyah takım elbise giymeyi tercih etmeyerek, onun yerine antrasit rengi takım elbise giyerek siyah ve siyah rengin çağrıştırdığı kömürden, geçmişten, hatıralardan uzak durmak ve annesinin siyah rengi sevmemesine saygı göstermek istiyor. Antrasit de bir kömür çeşidi olduğundan, ironik olarak kömürün hayatlarına olan etkisinden, kendi geçmişinden kaçamıyor. Yazının merkezinde duran nesne olarak kömür okuyucunun zihninde endüstrileşme, köyden şehre göç etme, tarım alanlarının yutulması, bitmek bilmeyen ihtiyaçlar, fakirlik, paranın ay sonuna yetmemesi, veresiye defterine yazılan alışverişler, aile içinde kopan ilişkiler, bireyleşmenin getirdiği yalnızlık, hastalıklar, aldatma ve aldatılma, hayatta umduğunu bulamama sembolü oluyor. Roman 1960’larda Almanya’nın kömür madenleriyle ünlü geniş bir havzası olan Ruhr bölgesinde geçiyor. Ailenin ve yaşadıkları şehirdeki diğer işçi ailelerinin hayatları aynılaşarak silikleşiyor. Simon madenden çıkan işçilerin yüzlerine tek tek bakarak tanıdıklarını bulmak ister: “Ne kadar çabalasam da hiçbirini tanıyamıyordum. Oysaki hepsi de komşularımızdı.”



Aile sütçülükle geçimini sağlarken daha iyi bir hayat, daha çok para kazanmak için şehre göç ediyor. Siyah kömür üretiminin, artan sanayileşmenin, değişen sosyal hayatın, kirliliğin, kokunun, bozulmanın sembolü oluyor romanda. Köy hayatının sadeliği, duruluğu, kendi kendine yeten üretimi, daha basit olan toplumsal ilişkileri süt ile sembolize ediliyor. Yazar bunu büyük bir farkındalıkla kurguluyor. Süt ve kömür, siyah ve beyaz, karanlık ve aydınlık, yerin altı ve üstü, şehir ve köy, sanayi toplumu ve tarım toplumu, evlilik ve aşk, kadın ve erkek, toplum ve birey tüm bu kavramlar sık sık sorgulanıyor. Romanda karakterler evde sıklıkla süt içiyorlar. Bilindiği üzere madenciler içlerinde ciğerlerinde biriken tozu temizlemek için süt içiyorlar. Ailenin eski köy hayatındaki alışkanlıklarından dolayı evde sürekli süt bulunuyor, bulunmuyorsa da mutlaka alınıyor. Köydeki hayatın masumiyetini, sadeliğini süt içerek zihinlerinde canlı tutmaya çalışıyorlar. Vücutlarını ve ruhlarını kirleten, kopma ve çatışmalarına neden olan kömürün pisliğini sütle temizliyorlar.


Simon ergen olmasına rağmen romandaki en olgun karakter olarak öne çıkıyor. Erken olgunlaşmak ve ebeveynlerinin yükünü taşımak zorunda bırakılmış, ilk gençlik maceralarını anne babasının evlilik sorunlarının gölgesinde yaşamak zorunda kalmış bir genç. Annesi evi terk etme ve boşanma konusundaki kararsızlığını onunla paylaşıyor, babası eşi evi terk ettiğinde ilk ondan yardım istiyor. Anne ve babasına üzülüyor ama onları olduğu gibi kabul etmeye çalışıyor. “Dünyayı değiştirmekten umudunu kesen, dünyayı gözlemler.” demiş Milan Kundera. Rothmann, Simon karakteri üzerinden hayata ve aileye ait tüm gözlemleri ağır ağır akıtıyor. Kardeşi Traska (Thomas) nörolojik bir hastalığı olan ve sık sık hareketlerini kontrol edemediği tehlikeli nöbetler geçiren, evdeki sorunlardan daha çok etkilenen yazarın iç dünyasını çok daha az yansıttığı, lafını esirgemeyen, sadece babasından çekinen hırçın bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Simon ve annesi romanda öne çıkan iki zıt karakter olarak sık tartışıyorlar. Annesi gezmeye, eğlenceye ve erkeklerin ilgisini çekmeye düşkün, ailenin başına sorun olabilecek bu özellikleri metinde mesele olarak ön plana çıkartılıyorken, konunun üzerine farklı bir gerilim inşa ediliyor. Annesi köyden şehre göç etmek istemesinin nedenini yaşamını “inek ve domuz boku yerine kömür tozunu tercih ettim” olarak açıklıyor. Tercihlerinin sonucunda elde ettiği “imkânlar” haftada bir şehirde dansa gidebilmek. Her hafta dans için Burda dergilerinden kendine özel yeni bir elbise dikiyor. Diktiği her elbisede evliliğinin hüznünü perdeliyor, başka erkeklerin dikkatini çekmeye çalışarak evliliğindeki sorunlardan kaçıyor. Maden işçisi olan babası yeraltında saatlerce çalışan, eve çok yorgun gelen, hayatlarında az yer alan bir karakter olduğundan iç dünyasına dair detaylar verilmiyor. Aile yerin üzerinde farklı bir mücadele veriyorken, baba yeraltında yalıtılmış, toza bulanmış, karanlık bir çukurda çalışıyor. Yeraltından çıktığında yabancılaşma yaşıyor, uyum sağlayamıyor. Yorgunluktan kaynaklanan ilgisizliği, hayalet veya ölü gibi görünür olmayışı, anne ve baba arasındaki iletişimin uzun zaman önce kopmasına, birbirini anlamayan, ihtiyaçlarını göremeyen iki ayrı birey olarak aynı çatı altında yaşamalarına neden oluyor. Rothmann ilerde yaşanması muhtemel olan yasak aşkın sinyalini ilişkideki kırılmalar üzerinden yavaşça oluşturuyor.


Romandaki örtük gerilim: kuşu asmak ve evde düzenlenen yemek

Çocukluk kimileri için hapishane. Evdeki sorunların altında ezilen, annesine olan hıncını geçirdiği nöbetler ve merhametsizce yaptığı eylemlerin sonucunda dışarı vuran Traska için de öyle görünüyor. Simon arkadaşı Pavel ile gittikleri eğlenceden sonra eve döndüğünde kardeşi ile konuşuyorlarken kuş Traska’nın tırnağına zarar veriyor. Bunun üzerine kuşa sinirlenen Traska intikam almak istiyor. Kuşun boynuna ip geçiriyor ve bir müddet onunla oynuyor. En sonunda ipi sıkarak, kuşun merhametsizce ölmesine neden oluyor. Traska’nın iç dünyasına ait tek bir cümle kurmadan yazar merhamet yoksunu, öfke dolu eylem üzerinden karakterin tekinsizliğini ve psikolojik durumunu oldukça başarılı bir gerilimle okuyucuya iletiyor.


Metinlerde günlük yaşamın akışından sıyrılıp iş, okul gibi zorunluluklardan geriye kalan zamanlarda masa veya sofra etrafında yemek için toplanan çoğunlukla aile, bazen arkadaş, tanıdık veya akrabalardan oluşan bireyler tansiyonu diyaloglarla yükseltir, ardından çatışmalar başlatır, eteklerde zamanla biriken taşların ortaya kontrolsüzce dökülmesiyle de artık nihayet son bulur. Sık kullanılan, bilindik olan bu yöntem romanda da aynı amaçla kullanılıyor. Simon’un babası kaldıkları bekâr evinde yemek pişiremedikleri için iş arkadaşlarını hafta sonu evlerine davet eder. Aile, komşuları ve madenden iş arkadaşları yemeğe davet edilmiştir. Babasının iş arkadaşı İtalyan Gino lezzetli İtalyan yemeklerini yaparken ilk defa o zaman annesi hayranlıkla onu izlemektedir. Annesinin duygularını ve bulunduğu durumu yorumlamakta güçlük çekmeyen Simon: “Annem gülmedi, sadece baktı ona; ama bakışında o denli yabancı, şenlikli bir şey vardı ki ben doğmadan önceki bir dünyaya ait bir bakışmış gibi geldi bana. Gino çakmağını çaktı, bir an içip ortamda açıklanamaz ve bir alevin ağırlığı kadar kavranamaz bir değişiklik sezdim.”


Simon yıllar sonra tekrar eve döndüğünde babasının ölümünden bir yıl sonra annesi de ölüm döşeğindedir artık. Vakit azalırken yaşanan, yaşanmayan her şey birer birer kapıya dikiliyor, hesaplaşma başlıyor. Annesi kocasını aldatmış olmanın ağırlığını ölüm döşeğinde bir nebze olsun hafifletmek istediğinden Simon’a sorar: “Onun hemen ardından öleceğime göre ihtiyarı sevmiş olmalıyım. Öyle değil mi?” Simon buna yanıt vermek istemez ancak ölüm döşeğinde olan annesinin kendisinden cevap beklemesine kayıtsız kalamayarak başını sallar.

Nitelikli bir metin, metni okuyan kişiye yarattığı boşluklarla içine girme imkânı sağlıyor. Nitelikli yazar ve nitelikli okurlar bu boşlukları iş birliği içinde dolduruyorlar. Yazarın kitaplarını özel kılan şey ise dili. Anlatıcı romanda müdahil olmuyor yalnızca olanları kamera gibi aktarıyor. Rothmann karakterlere çok şey söyletmiyor, yaşananları okuyucuların gözünde daha yakın bir yere getiriyor. Böylece yakın plandan her birinin hayatlarına bakabiliyoruz. Sıradan insanların, sıradan hayatlarından kesitler sunuyor.



SÜT VE KÖMÜR

Ralf Rothmann

Yapı Kredi Yayınları, 2021

Çeviren: Serap Gülerçin Karluk

128 s.

Comments


bottom of page