top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Tanrı-anlatıcıyı susturan hikâye anlatıcısı

Sakarmeke, 2011 yılında yayımlanan ‘Hayat Apartımanı’ adlı öykü kitabıyla 2012 Naim Tirali Öykü Ödülü’nü, 2016 yılında yayımlanan ‘Akılsız Sokrates’ öykü kitabıyla 2017 Türkan Saylan Sanat Ödülü ve 2017 Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü alan Mehmet Fırat Pürselim’in altıncı kitabı. Çeşitli dijital mecralarla, farklı gazete ve dergilerdeki edebiyat yazıları ve kitap incelemeleriyle de tanıdığımız yazarın yayımlanmış çocuk ve gençlik kitapları da bulunuyor.


İlk öykü kitabının yayımlanmasından bu yana tam on yıl geçmiş, Pürselim’in hikâyeye bakışında, kurgu ve dilinde radikal değişiklikler olmuş. Önceki metinlerinden farklı olarak ironi ve -onun tanımlamasıyla- alaysamadan yana metinlerin ağırlığı ciddi şekilde artmış görünüyor.

Sakarmeke’yi oluşturan on bir öykünün farklı tematik bütünlükleri bulunuyor; göç, bağlılık, aidiyet, umut, mültecilik, arayış, yuva, yurtsuzluk aile gibi temalar baskın. Mizaha yaslanan gerçeküstü metinler de var büyülü gerçekçi metinler de; hatta distopyalar da…


Sakarmeke’deki politik katmanları yoğun, sosyopolitik mesajlarla örülü, kara mizaha göz kırpan öyküler sayfalar arasında sıklıkla gözümüze ışık tutuyor. Öykülerinin ana izleğinde gerçeküstü atmosferler hâkim, derdini distopik bir evrende anlatmaya yeğleyen öykülerse Ledli Zaman Hikâyesi, Atatürk Yalnızlığı ve Erektus Kalesi öyküleri.


Ledli Zaman Hikâyesi’ndeki, “Makbul Vatandaşlar İnisiyatifi” ve “PERDELERİM AÇIK, DEVLETİMDEN GİZLİM SAKLIM YOK,” cümleleri, sloganlara hapsolmuş totalitarizmi öylesine güzel veriyor ki… Zaten faşizmin de totaliter yönetimlerin de bir hayali yok, onlar kâbus içinde yaşayıp herkesi bu kâbusa ikna etmeye çabalıyorlar.


Atatürk Yalnızlığı’nda tek kitap dışında başka hiçbir kitaba ihtiyaç duymayan arta kalan kitapları da düşman gibi gören insanların bulunduğu bir coğrafyada geçiyor. Fahrenheit 451, Körlük, Mülksüzler, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Swastika Geceleri, Cesur Yeni Dünya, Dönüşüm, Damızlık Kızın Öyküsü, Dune, Demir Ökçe her paragraf başında yolumuzu kesiyor. Sakarmeke bu kadar distopyanın içinde günümüzün klişe ifadesiyle “Tam da bu günleri anlatan bir kitap.”


Erektus Kalesi’ndeki kutsal kitap ağzıyla yapılan radikal eleştiriler tüylerimizi diken diken ediyor. Eril dil, erkek egemen dünya tersine okumalarla yerle bir ediliyor. Acı olansa yaşadığımız zaman diliminde de aynı arkaik değer yargılarının hâlâ politik iklimi belirliyor olması. Sistematik hale gelmiş olan şiddet ve kadın cinayetleri, üzerinde yürümeye devam ettiğimiz şu karanlık günlerde artarak devam ediyor maalesef. “O düşman ki, dünya üzerindeki en işvebaz, hilebaz, kumarbaz, madrabaz, uslanmaz yaratıktır.” Erektus Kalesi rahatsız edici, hırpalayıcı cümlelerle dolu bir öykü, gitmeyi tercih ettiği yolun bilinçli bir seçim olduğu aşikâr ve bunda da fazlasıyla başarılı olmuş.

“Geçer elbet. Hani yükselirler sonra süzülmeye başlarlar ya… İşte o zaman bil ki ferahlamışlardır.” Çoğu kez bu ferahfeza öykülerin arasına ayracımı yerleştirip gülümserken yakaladım kendimi. Kunduz gibi gülen, bir türlü ölemeyen, seksenine merdiven dayamış babalık ile ilk teslimat işini yüzüne gözüne bulaştıran Murat’ın yer yer acıklı ama çoğunca da gevrek kahkahalara neden olan Ufak Bi’ Teslimat ironinin zirve yaptığı, küfrün bini bir para olduğu ama okurken de çok eğlendiğim bir öykü oldu. “Etrafımda konuşacak kimse kalmadığından beri kendimle konuşmaya başlamıştım. Ah canım, yazık sana. Hiç kıyamam, beceriksiz, şerefsiz, yüzsüz Murat’ıma.” Ufak Bi’ Teslimat‘ta neredeyse ayrı eve çıkmaya çalışan çok baskın, alaycı bir iç ses var hem de Tanrı anlatıcıyı bile susturacak kadar gür bir iç ses bu. Banu Özyürek’in Poz’undaki gibi susmak bilmeyen bir iç ses -laf aramızda çok eleştirsem de seviyorum bu iç sesi, zaten bu cümleyi de o yazdırdı-


Gelelim kitabın en uzun öyküsü Serçe’ye, otuz sayfalık novelleya göz kırpan bir öykü bu. Divan Pastanesi’nin sıcacık böreklerini Paşabahçe saklama kabında saklamayı hayal ederken Dost yoğurt kabındaki ev yapımı börekleri iştahla götürmeye razı olan, eski Türk filmi dublajlı, “Bu da mı sınıfsal değil be abi?” dedirten öykümüz; arabesk bir pusula ile defolarından arınmaya çalışarak, sınıf atlama telaşına Hakan Taşıyan, Müslüm Gürses, Yıldız Tilbe’yi de buyur ediyor. Öyküde anlatım tekniği olarak iç monologlar, bilinç akışı ve rüyalardan yararlanılmış.


Turna’da “Kış soğuğu yemiş dudaklara benzeyen çatlak duvarların arasında, küfreder gibi tıslayan beyaz floresanların altında, tozları anne şefkatiyle bağrına basan halıfleksin üzerinde kafese tıkılmış bir saka gibi çalıştı.” Keyifli betimlemelerin yanı sıra posta güvercinlerinin ayaklarına takılı mesajlar gibi, karşımıza her yerde farklı kuş türleri çıkıyor; yelkovan kuşlarının peşi sıra serçe, martı, turna hatta telli turna, sakarmeke… Kitaba adını veren sakarmeke de göçmeyi unutmuş ve Boğaz’ın tuzlu sularını mesken edinmiş, gövdesi siyah, gagası ve alnı beyaz bir tatlı su kuşu zaten.


Kitle öyküsünde, “Hah işte! Gene başlama anne! Bak, o çalı süpürgesi bile yeniden buldu, evlendi. Ben o kızı ilk gördüğüm gün demiştim sana. Bunun gözleri velfecri okuyor diye. Ama anneyi dinleyen kim?” diyaloglar çok sahici, sokaktaki hayat ve dil iyi gözlemlenmiş, karakterler dil bilgisi kurallarını pek iplemiyorlar, küfür ediyorlar, kitabi konuşmalarla zaman kaybetmiyorlar hatta Ufak Bi’ Teslimat öyküsünde olduğu gibi bildiğin ağzı bozuklar.


Kendi adıma yazarın bir önceki öykü kitabındaki klasik öykü dokusuna daha uygun olan Akılsız Sokrates, Okaliptüsün Ruhu, Bir Kara Leke öykülerini çok sevmiştim, Sakarmeke’deki farklı dil ve kurgu ilk başlarda bocalamama neden olduysa da kısa sürede uyum sağlamayı başardığımı söyleyebilirim. Pürselim, Sakarmeke’de anlatıcıların dilini bulmak için de ciddi çaba göstermiş, bazen Tanrı anlatıcıyı susturup birinci tekille, bazen de onu susturup ikinci tekille yola devam etmiş. Karakterleri de kendilerine yakışır şekilde söz almışlar. Karşımıza ağzı bozuk bir yeni yetme de çıkıyor, gençliğinde sevdiği müezzini unutmayan, namaz vakitleri zikirmatikle sayılabilecek, dini bütün bir babaanne de…


Başka bir maniniz yoksa bakır cezvede kısık ateşte sade kahve yapın kendinize, diyabet kapınızı çalmamışsa şayet Hacı Bekir’den de badem ezmesi koyun tabağınızın kenarına ve bırakın kendinizi Sakarmeke’deki kuşların süzülüşüne, iyi okumalar.


bottom of page