Şiddetin, umudun ve hafızanın izinde bir öykü yolculuğu
- Litera

 - 27 Tem
 - 3 dakikada okunur
 
Çemen Tozbey, Ali Çağlar Kale’nin ilk öykü kitabı Bu Dünyadır üzerine yazdı: "Yazar, iyilik ve kötülük kavramlarının doğurduğu ahlakî ikilikte, fiziksel ve psikolojik yönleriyle şiddeti masaya yatırıyor."

Ali Çağlar Kale, 2013 yılında Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi’nden Türkçe öğretmeni olarak mezun oldu. Hâlen Bursa’da Türkçe öğretmeni olarak görev yapan yazar, Mart 2025’te Parma Kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı Bu Dünyadır ile okur karşısına çıktı.
Yazar, öykülerinin temel çatışkısını şiddete maruz kalmış canlılar üzerinden kuruyor. Modernite öncesi aleni yaşanan fiziksel şiddet, şimdilerde psikolojik şiddet olarak da ortaya çıkmaya başladı. Ali Çağlar, bu durumdan yola çıkıyor; iyilik ve kötülük kavramlarının doğurduğu ahlakî ikilikte, fiziksel ve psikolojik yönleriyle şiddeti masaya yatırıyor. Öykülerden oluşan geniş dünyasını böyle yaratıyor.
“Kırıklarımız” adlı kısa öyküde, çıt diye kırılan bedenler, köpekler çıkıyor karşımıza. Bir kez kırılınca yeniden bir bütün olamayan insanlar ve başka canlıların parçaları düşüyor önümüze.
“Yere düşüyor kadın. Adamın elindeki tabanca patlıyor. Puf. Kadın kırılıp dağılıyor. Kırılan bu bedenlerin bir zamanlar nasıl bir aşkla bir araya gelip yapıştıklarını düşünüyorum.” (Kırıklarımız, sayfa 12.)
“Ekmek Uğruna” adlı öyküde Ali Çağlar Kale, efendi ve uşak açısından şiddetin iktidarla ilişkisini kaleme alıyor. Öyküyü bu denli yürek yakıcı kılan, ekmek uğruna memleketinden kente gelmek zorunda kalan inşaat işçilerinin maruz kaldığı şiddet ekonomisidir. Sermayeyi elinde tutan para ve iktidar, her dönemde Kazım ve Faruk gibi kurbanlar yaratırken, gücü elinde tutan insan da yırtıcı bir hayvanın öldürme potansiyeline sahiptir. Derin psikolojik düzlemde, ölüme karşı bir çaredir belki de para. Ölüm korkusu değil midir kapitalist birikimi de yaratan? Hayatta kalma mücadelesi verirken ezilen insanların tek sermayesi hayal gücüdür. Hayal kurmak, Kazım ve Faruk gibiler için hayatı daha katlanılır kılar.
Yazar, kitaba adını veren “Bu Dünyadır” öyküsünde, sömürenle sömürülenin arasındaki farkın artık ortadan kalktığı, kurbanın aynı zamanda sistemin işbirlikçisi olduğu, aynılaşan bir dünyayı ustalıkla temellendiriyor. Hepimizin geçtiği insanlık sınavında esas mekânın “bu dünya” olduğunu hatırlatıyor Ali Çağlar Kale.
“Çocuk, kendisine uçsuz bucaksız gibi gelen çocukluk ülkesinden bu anılarla iltica edecek gençlik ülkesine.
… Daha iyi traktörlerin peşi sıra sürüklenen, daha iyi römorkları sabahın çınayazında titreyerek bekleyen karaltıları görecek. Bir tek onlar değişmemiş olacak. İç geçirerek, “Bu, dünyadır” diyecek. “Bu dünyadır…”
Yazarın “Döngü”sü, kişinin yazgı karşısındaki duruşunu sunar okura. Dünya, iyilik ve kötülük arasında gidip gelen sonsuz bir döngü değil midir? İktidarın erki altında ezilen “Döngü" öyküsünün trajik kahramanları Havva ve Musa; insanın öfke, vicdan, akıl ve merhamet arasında gidip gelen yolculuğunu anlatır okura. Acıya yazgılı anne ve çocuğun serüveni de birlikte yaşanır. Talihsizliğin, yürüdükleri yolun üzerine karanlığını düşüreceğini bilseler de söğüt ağaçlarının arasındaki peri padişahının sarayına kavuşmaya can atarlar. Öyküdeki “Peri padişahının sarayı”nı, insanın doğmadan önce geldiği yer olarak varsayarsak, dünya oraya ulaşmak için geçtiğimiz bir yoldan başka bir şey değildir sanki.
“Kertenkeleler” öyküsünde, yazarın kalemi sesine ses bulamayan kurbanların sesi olur. Cahil bir dilin şiddeti, en az fiziksel şiddet kadar tehlikelidir; dünyayı olumsuzluk üzerine inşa eder, yaşamı aydınlıktan yoksun bırakır ve kurbanlarını yaralar. İftira eder, yıkıcılığa yönlendirir, aşağılar ve öldürür. Güneş, sembollerin dilinde erili temsil eder; yazar öykünün son cümlesinde bize adeta bunu işaret eder: “Kalabalıktan çıt çıkmıyordu, güneş gökyüzünün tek hâkimiydi ve havada bulut yoktu.” (Sayfa 91, Kertenkeleler.)
“Hafıza” öyküsünde yazmanın, anlatmak ve kayıt tutmak olduğunu görüyoruz. Zaman kavramının nasıl bir şey olduğunu, nasıl ilerlediğini hissediyor; hafızamızın sınırlarında geziyoruz. Anımsamaya çalışırken dilimizle, burnumuzla, kulağımız, aklımız ve sezgilerimizle geçmişe meydan okuyoruz. Edebiyatın geniş anlam aralığında ölenin beden olduğunu, düşüncenin ölmediğini anlıyoruz. Acıyı, travmayı, aşkı, işkenceyi, kaybedişi, yitirişi okurken, insanlar ölse de insanlığın ölmediği umuduyla adeta yeniden diriliyoruz.
Ali Çağlar Kale, hikâyelerini sabırla ararken kendi bilincini ve bu bilincin doğduğu dünyayı anlamaya adanmış bir kalem. Doğmuş olmanın sakıncalarını gösteren ve bir iç gözlemden dışa açılan bir kapı gibidir kitaptaki her öykü. Çevresini kuşatan sayısız tuzağa, karanlığa, iktidara, maskeye rağmen bir şekilde yazmayı ve yazdıklarını okura sunmayı başarır. İnsanın etik davranışını anlama ve kategorize etme arzusu var satır aralarında.
Yazarın bu kitaptaki öyküleri kurgu olarak boşluksuz, açık metinler olsa da alt metindeki felsefi sorgulama, okurlar tarafından deşifre edilmeyi bekliyor. Kullanılan dil, temizliği ve samimiyetiyle okuru çarpıyor. Tecrübeli bir Türkçe öğretmeni oluşunun Ali Çağlar Kale’nin yazarlığına katkısı büyük. Türkçenin söz varlığını iyi kullanıyor. Sayfalarca anlatılacak durumları zengin deyim, benzetmeler ve mecazlarla kısaca betimliyor. Yazarın kırsalda geçen öyküleri, halkın söz söyleme geleneğinin örneklerini taşıyor. Yazar, öykülerin atmosferini, diyaloglarını, ritmini iyi bildiği dille ustaca kuruyor.
E. M. Ciaron, “Acısını saklamayı seven, hangi meslekte olursa olsun, başarılı olmaya adaydır -yazarlık hariç-” der. Yazı ve söylem kabul edildiği üzere diyalojik bir araçsa yazarın fikirleri de yarattığı öykülerin dilinin sınırlarında yaşamaktadır. Acısını ve duyarlılığını içtenlikle, sakınmadan, saklanmadan öykülerine taşıyan yazarın Türk edebiyatına güçlü bir giriş yaptığını düşünüyorum.
BU DÜNYADIR Ali Çağlar Kale
Parma Kitap, 2025
Tür: Öykü













































Yorumlar