top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıAynur Kulak

“Söylenmeyenlerin kendine ait bir sesi olduğunu düşünüyorum.”

Aynur Kulak, Miray Aydın ile ilk öykü kitabı Ben Burada Yapamam odağında konuştu. “Gözlemlemek işimi kolaylaştırıyor, yolumu açıyor. Aslında okuru da gözlem yapmaya davet ediyorum. Sakinliğe önem veriyorum. Yaşamı bu sakinlikle gözleyerek anlayabileceğimi düşünüyorum. Sanırım bu tutumum yazma sürecimi de etkiliyor.”



Genç nesil sanat yönetmenlerimizdensiniz desem yanlış bir tanım yapmış olmam sanırım. Bu noktadan başlayarak hayatla sanat üzerinden kurduğunuz bu bağ edebiyat bağına nasıl dönüştü, bu noktadan  sohbetimizi başlarsak nasıl tanımlarsınız bu bağları?

Evet, sorunuzun benim için anlamlı bir karşılığı var. 

Sanata olan ilgim lise yıllarına dayanır. Yolculuğum tiyatro sanatıyla tanıştığım gün başladı. Bir ekibe dahil olmamla… Sahnelenecek bir eserinin üretim evrelerine tanık olmuş üstüne yaratım sürecine ortaklık etme fırsatı yakalamıştım. Her açıdan heyecan verici, tutkuluydu benim için. Artık kapılmış, büyülenmiştim. Süreç içerisinde durumlar değişti. Beni büyüleyen kısmın kaynağını fark ettim zamanla. Yakaladım. Esas gücün kelimelerden, metnin içinden doğduğunu keşfettim. 

İzleyicisi olduğum oyunlarda seyir zevkini bir kenara koyup gözlerimi kapayıp yalnızca diyaloglara, kelimelere odaklandığımı hatırlıyorum… Oyun akışı, dekor, oyuncular sahnedeki diğer tüm detaylar bir yana… Cümlelerin üzerimdeki etkisi daha bir ağır basıyordu. Ezcümle, edebiyata olan merakımın müsebbibi tiyatro sanatıdır demem hiç de yanlış olmayacaktır. O yıllarda ki uğraşım meslek seçimi etkiledi. Ve beraberinde beni edebiyata yakınlaştırdı. 


Öyküleriniz hem matbu hem de internet üzerinden yayın yapan kültür sanat platformlarında yayınlanıyor ve siz yazmaya doğru güzergahlar üzerinden ısınıyorsunuz. Tabii ki bir gün kitabınızın da olmasını hayal etmişsinizdir, benim burada sormak istediğim yolculuğun nasıl gerçekleştiği, süreç içerisinde yaşadıklarınız, ilk kitabınız için yayınevleriyle kurduğunuz bağlantılar, ilk haberi aldığınızdaki heyecanınız? 

Açıkçası bir kitap hayaliyle çıkmadım bu yola. Yazma eyleminin sancısı peşi sıra gelen şüphecilik pek de izin vermiyor plan yapmaya. Bir gün yazdıklarıma baktım, ne yapacağımı bilemez halde, “Ee dedim, ne olacak şimdi…” Böylelikle bir kitap dosyası hazırlamaya karar verdim. Yazarlar, yayıncılar bir şey yayımlatmanın zorluğundan söz eder sıklıkla, bilirsiniz…Şanslıyım ki benim öyle olmadı. Dosyamı yayınevime ilettim. Sonrasında bekleyiş… Yaklaşık altı ay sonra olumlu yanıtı aldım. Karşılık bulmak müthiş hissettiriyor elbette… Fakat bu duygu uzunca bir süre kalmadı bende. Rehavete kapılmamalı diye düşündüm. İçimi, henüz yeni tanıştığım, başkaca bir sorumluluk duygusu kapladı.


Ben Burada  Yapamam on üç öykülük bir koleksiyon olarak buluştu okurla. Kitapta yer alan öykülerin hepsi daha önce çeşitli platformlarda yayınlanmış öykülerden mi oluşuyor, yoksa bu seçkide daha önce yayınlanmamış öyküleriniz de var mı?

Bazı öykülerim çeşitli mecralarda okurla buluştu, evet. Ancak daha önce herhangi bir yerde yayınlanmamış öykülerim de kitapta yer almakta. 


Çok sade, sadeliğinden de ziyade son derece naif, kırılgan öyküler okuyoruz. Son derece çiğ bir tecrübesizlik çok bilmişliği vardır ya hani, Ben Burada Yapamam öykülerinde bunun tam tersi bir durum var. Daha çok gözlem kısmında kalan ve yazarak öğrenileceğini, adım adım gidileceğini muştalayan bir mütevazilik söz konusu tüm öykülerde. 

Böyle hissetmenize sevindim. Gözlemlemek işimi kolaylaştırıyor, yolumu açıyor. Aslında okuru da gözlem yapmaya davet ediyorum. Sakinliğe önem veriyorum. Yaşamı bu sakinlikle gözleyerek anlayabileceğimi düşünüyorum. Sanırım bu tutumum yazma sürecimi de etkiliyor. Muhakkak bir şeyler anlatır hikayeler, belki de en çok anlatılmayanlarla ilgilidir. Söylenmeyenlerin kendine ait bir sesi olduğunu düşünüyorum. Sessizliği önemsiyorum. Okurun düş gücüne inanmalı, bazı şeyler sezilmeli. Acabaların peşinden koşmak, olanakları düşünmek tüm yaptığım. Haliyle apaçık konuşmaktan, büyük laflar etmekten hele ki öğüt vermekten kaçınıyorum. Sanırım sözünü ettiğiniz mütevazilik buradan geliyor. Aksi taktirde bir kurmacadan söz edemezdik diye düşünmekteyim. 


Ebeveyn ve çocukları ilişkisinin daha ağır bastığı öyküler diyebiliriz Ben Burada Yapamam içindeki öyküler için fakat sanki anneler ve çocukları öyküleri daha fazla. Ki kitabın ilk öyküsü de geç bir anne hamileliğini anlatıyor. Yanı sıra diğer öykülerin bazılarında anneyle tartışma, anne ölümü, pişmanlıklar, yaslar söz konusu. Tesadüf mü oldu bu durum yoksa anneler ve çocukları ilişkilerine dair ayrıca odaklanma mı söz konusu? 

Açıkçası anlatacaklarımı planlamıyorum. Nelere değinmeli diye düşünmüyorum. Bilerek ve aslında bilmeden yaptığım bir şey bu. Sanırım bir refleks… Kadınların güçlü, üzgün, hep çaba sarf ettiği;  erkeklerin pek de ortalarda görülmediği; çocuklarınsa çeşitli yoksunluklarla büyütüldüğü hikayeler… Bu hikayeler benim kişisel meselem haline dönüşebilir. Hatta takıntı haline getirebilirim. Zira içimi cız ettiriyor. Her seferinde ağıma takılıyor. Belki birilerine de iyi gelir diyorum. Kimilerine zaman kazandırır belki. Muhakeme yeteneğini artırır. En olmadı içe su serper…


Kitaba ismini veren Ben Burada Yapamam öykünüzü konuşmak istiyorum. Öncelikle niye bu öykünüzü seçtiniz kitaba ismini vermek için? Ki diğer öykülerinizden tematik özellikleriyle ayrılan da bir öykü bu öykünüz, ne dersiniz? 

Kitabın ismine editörümle birlikte karar verdik. Ben Burada Yapmam adlı öykünün meselesi ilk etapta başka görünüyor, evet. Diğerlerinden ayrışıyor. Ancak tüm öyküleri sarıp sarmalayan temel bir duygu hâkim. Öğretilen-öğrenilmiş sessizlikler, zamanında ifade edilemeyenler, karşılık bulamamış öfke, halı altı etme durumu…Artık ne kadar duygu varsa hafızaya yer etmiş, uyandırılmayı bekliyor. Böylece bulunduğu durumdan, mekândan, andan hoşnut olmayan bireyler karşımıza çıkıyor. Muzdarip insanlar… Haliyle bulundukları yerde yapamayanlar. 


Genelde şimdiki zamanda geçen öyküler mevzu bahis. Hemen hemen her öyküde geçmişe doğru geniş alanlar yaratmanıza rağmen çok da  şimdiki zamanın dışına çıkmak istemiyormuşsunuz gibi geldi bana. Edebiyat söz konusu olduğunda zaman kavramıyla kurduğunuz ilişki nasıl bir dönüşüme uğruyor?

Öykü türünün olmazsa olmazları var elbet. Dil, bütünlük, yalınlık, zaman… Bunlar cepte. Lakin bir hisle çıkıyorum yola. Çoğu zaman bir güzergâh belirlemiyorum. Bazen o his çoktan ele geçirmiş oluyor. Başlıyor anlatmaya. Metnin bir iç aklı oluşuveriyor. O akla güvenmeyi seçiyorum. Zaman unsuru da çoğunlukla kendiliğinden beliriyor. Anlatıcı karar veriyor. Fakat keyif aldığım ve önemsediğim bir konu var ki o da hikâyeyi dar alanda işlemek. Öyle olunca da şimdinin dönüştürücü gücü bir adım öne çıkmak durumunda kalıyor. Kitaptaki öykülerin zamanla ilişkisini şöyle tanımlamak isterim: Öyküler geçmişin, yaşanmışlıkların tadını taşıyor ve anın anlamını barındırıyor, yansıtıyor. Geçmişe gerektiği kadar imkân tanıyorum, göz kırpıyorum. Fakat geçmişin durallığı içerisinde sıkışıp kalmaktan yana değilim.  


Metinlerine çok özenerek öykü yazma konusunda sizi tetikleyen yazarlar hangileri? 

1950 kuşağı benim için pek kıymetlidir. Zaman aşımına uğramıyor, eskimiyor, oradan çok şey öğreniyorum. 

Ferit Edgü’nün adını özellikle anmalıyım. Bana kalırsa yaratıcı yazının olanaklarını en iyi kullanan yazarlardan. Yalınlığıyla benzersiz. Bir yol açıcı. Sık sık okurum, usanmadan. 

Raymond Carver, Hemingway, Cortazar, James Joyce meraklısıyım. Son zamanlarda Agota Kristof ile içli dışlıyım. 


Öykü yazmaya devam ederek genç nesil öykücüler arasında yolculuğunuza devam edecek misiniz? 

Şimdilik bildiğim bir şey varsa o da şu: içimde konuşan, biriken, yolunu arayan hikayeler olduğudur.

Comments


bottom of page