Duyguların notalarla döküldüğü öyküler: Mozart’ın Nasırlı Elleri
- Litera
- 2 gün önce
- 3 dakikada okunur
Neslihan Karahan, Ayşe Hicret Aydoğan’ın Mozart’ın Nasırlı Elleri adlı öykü kitabı üzerine yazdı: "Öykülerin merkezinde, karşılaştığı talihsizliklere boyun eğmeyen kadın karakterler yer alır. Ataerkil baskıya karşı durmaya çalışan, yalnızlığıyla sınanan bu kadınlar yadırgansa da mücadeleden vazgeçmez; her yıkımda yeniden ayağa kalkarlar."

İnsan yaşamda neyi nasıl yaşarsa, sonraki hayat basamaklarını da öyle tırmanır. Yaşadıkları, kişiliğine siner ve benliğini şekillendirir. Eşya, karşılaşılan olgulara dönüşür; somuttan soyuta, oradan da hisse evrilir.
Ayşe Hicret Aydoğan’ın 2023 yılında kaleme aldığı Mozart’ın Nasırlı Elleri adlı öykü kitabı da bu yaşamsal döngüler üzerinden ilerler. Her bir öykü, insanın içsel burukluklarını menfi ve müspet duygularla harmanlayarak okura sunar. Öykülerin merkezinde ise, karşılaştığı talihsizliklere boyun eğmeyen kadın karakterler yer alır. Ataerkil baskıya karşı durmaya çalışan, yalnızlığıyla sınanan bu kadınlar yadırgansa da mücadeleden vazgeçmez; her yıkımda yeniden ayağa kalkarlar. Daha ilk öyküde bu temaya tanık oluruz.
Ormandaki ağaçların sıralanışını insan ilişkilerine metaforla bağlayan bir karakter çıkar karşımıza. Bu karakter, dayanışmanın eksikliğini yaşadığı ilişkide hisseder; her şey tek taraflı ve biçimsizdir:
“Ormanı izliyorum. Ağaçlar, dallarını birbirlerine gererek devrilmemek için gayret ediyor. Sevgi böylesi günler için gerek işte.” (s.11)
"İpek Şal" adlı ilk öyküde, tutkuların eşiğinde hüzne dönüşen bir birlikteliğe tanıklık ederiz. Hayatın tekdüzeliğinden sıkılan bir çift, orman tatiline çıkar. Ancak insan, nereye giderse gitsin, kendini de beraberinde götürür. Bu yüzden yaşanan tatsızlıklar mekân değişse de sürer. Kadın karakter hayata anlam katmaya çalışan, duyarlı bir tipleme iken; erkek karakter tutkularının ve kaba davranışlarının esiridir. Küfürler, fiziksel sarsmalar, çekiştirmelerle ilerleyen ilişki, sonunda kopma noktasına gelir. Bardağı taşıran son damla belki küçük bir krizdir, ama ardındaki birikimin sınırıdır asıl belirleyici olan. Tıpkı günümüz ilişkilerinde olduğu gibi.
“Dinlenmeye gelmiştik, belki filizlenmeye…” (s.12)
Kadın sabredemez, tek başına evine döner. Ertesi sabah kuaföre gider ve saçlarını kestirir. Saçlarının kısalmasıyla birlikte önceki gece yaşadığı tatsızlığın yükünden arınacağını düşünür ve öyle de hisseder. Saç kesimi bir tür arınmadır onun için:
“Makas değdikçe hikâyem ulu orta yere saçılıyor. Saçlarım döküldükçe içim esmiyor. Boşluklarıma doluyor saçlar, ağzımda tadını hissediyorum.” (s.14)
İnsanoğlu, yeryüzü oluşumundan bu yana seslerin tanıklığında var olmuştur. Mevsimlerin uğultusu, taşların tıkırtısı, yağmurun sesi, karın sessiz süzülüşü; tümü, hem bir görsellik hem bir diriliş hissi taşır. İnsan bu doğa seslerinden ilhamla ilk tınılarını yaratmıştır. Böyle doğdu müzik: Duvarlara, taşlara yansıyan işitsel ve görsel izlerle. Zamanla sırdaş, yoldaş, bir kimlik haline geldi. Müzik ruhun dili, insanın kendini tanıma aracıdır artık.
Notalar kulaktan beyne, oradan da ruha ulaşır. Her insanın bu melodik dilde bulduğu bir anlam, bir his, bir çağrışım vardır. Kimi içinse müzik bir tutkuya dönüşür; varoluşun ta kendisi hâline gelir.
"Mozart’ın Nasırlı Elleri" adlı öyküde bu temaya rastlarız. Müziğe tutkun, ruhunu notalarla onaran bir çocuk yer alır öykünün merkezinde. Hayatın monotonluğunu babasının sıkça tekrarladığı şu cümle özetler:
“Çiçek, çay koy kızım.” (s.20)
Anne ile baba arasında sıkışıp kalmış bir çocuk bu. Genç yaşta evlenmiş bir annenin, kendi yaşamını bile anlayamadan çocuk büyütmeye çalışması… Manevi yetersizlik… Ve tüm bu boşluklara tutunmaya çalışan bir çocuk. Zamanla piyano çalmaya yönelir. Nasır tutan elleriyle içindeki acıyı tuşlara döker. Fakat apartmana yeni taşınan bir komşunun, en ufak sesten rahatsız olmasıyla bu motivasyon kaynağı da sekteye uğrar. Piyanoya dair tüm alışkanlıkları takıntıya dönüşmeye başlar. Neredeyse halüsinasyon düzeyinde zihinsel görüntüler canlanır. Oysa kendi dünyasını bu seslerle örmüştür.
“Terlemiştim. Yüksek sesten oldum olası nefret ederdim. Annemle babamın kavgalarına döndüm yine. Duvar dibine çöktüm o günlerdeki gibi. Nasırlarım soyuldukça Mozart'ın Requiem bestesi çalmaya başlıyordu zihnimde… Zihnim oda oda bölünüyordu.” (s.21)
Diğer öykülerde de benzer temalarla karşılaşırız. Bu yüzden bu iki öyküyü tahlil etmekle yetindim. Aydoğan’ın dili yer yer şiirseldir ve çözümlemeye olanak tanır. Sade, akıcı anlatımı metni rahat okunur kılar. Sayfaların arasında müzikal bir ahenk dolaşır.
Kalemim yettiğince izlenimlerimi aktarmaya çalıştım sevgili okuyucu. Mozart’ın Nasırlı Elleri ve yazar Ayşe Hicret Aydoğan’a edebi serüveninde daimî bir yolculuk diliyorum.
MOZART'IN NASIRLI ELLERİ
Ayşe Hicret Aydoğan
Hece Yayınları, 2023
Tür: Öykü
Comments