top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

"Ölüm kaçınılmazdır fakat ona verilen anlam insanın elindedir"

Lina Yalınçay, Murat Özsan’ın Yenişehir’de Bir Kavak Ağacı kitabında yer alan “Timur Şimşek’in Beklenmedik Ölümü” öyküsü üzerine yazdı: "Bir insan kendi ölümü üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilir mi? Bu tasarruf başkalarının hayatını, yasını, adalet duygusunu nasıl etkiler? Özsan’ın metni bu sorulara doğrudan yanıt vermez; tersine, okuru cevapsızlıkla baş başa bırakır."


ree

Murat Özsan’ın Yenişehir’de Bir Kavak Ağacı kitabında yer alan “Timur Şimşek’in Beklenmedik Ölümü” öyküsü, ilk bakışta polisiye türünün alışılagelmiş kalıplarını çağrıştırır: Gizemli bir ölüm, soruşturmayı yürüten bir komiser, ipuçları ve geriye kalan sırlar. Ancak anlatı ilerledikçe okur, bu ölümün ne sıradan bir cinayete ne de rastlantısal bir soyguna benzediğini fark eder. Olay, aslında bizzat maktulün kendi senaryosunu yazması ve ölümü bir edebi metne dönüştürmesiyle açıklık kazanır. Bu noktada öykü, polisiye estetiğin sınırlarını aşarak felsefi ve varoluşsal bir sorgulamanın alanına yerleşir.


Öykünün merkezindeki figür, kanser hastası Timur Şimşek’tir. Tıbbi açıdan bakıldığında ölümün kapıda olduğu bellidir; metastazlar yayılmış, hastalık tedaviyi anlamsız hale getirmiştir. Ancak Timur, pasif biçimde ölümü beklemek yerine onu kurgusal bir projeye dönüştürür. Burada Camus’nün absürd düşüncesiyle Sartre’ın özgürlük anlayışı çarpıcı biçimde kesişir: Ölüm kaçınılmazdır fakat ona verilen anlam insanın elindedir. Timur’un tercihi, ölümü edilgen bir son olmaktan çıkarıp, kendi yazdığı bir “oyuna” dönüştürmektir. Böylece yaşamının son ânında bile özne kalır, varoluşunu kendi iradesiyle sonlandırır.


Öykü boyunca sıkça vurgulanan “oyun” ve “bulmaca” temaları bu varoluşsal tercihin simgesel uzantılarıdır. Timur ve dostu Naci’nin yıllar boyunca oynadıkları bulmacalar, kurguladıkları senaryolar, nihai olarak ölümün sahnelenmesine zemin hazırlar. Timur, kendi ölümünü bir oyun kuralı gibi tasarlar: Şifreler, saklanmış notlar, çözülmesi gereken bilmeceler… Böylelikle ölüm, yalnızca biyolojik bir son değil, edebi bir performans, bir kurmaca eylemi haline gelir. Dostu Naci ise bu oyunun zorunlu bir ortağıdır; bulmacaları çözmek, notları takip etmek ve geriye kalan anlamı bir araya getirmek ona düşer. Bu süreçte Naci yalnızca bir tanık değil, aynı zamanda okurun da vekilidir; onun şaşkınlığı, karışıklığı ve arayışı okurun deneyimiyle bütünleşir.


Öykünün en güçlü yanlarından biri, edebiyatın ölüm karşısındaki işlevini sorgulamasıdır. Timur’un geride bıraktığı mektuplar, ölümünü sıradan bir intihar ya da hastalık sonucu olmaktan çıkarıp, sonsuz bir metin döngüsüne dönüştürür. Timur, polis dosyasının asla kapanmayacağını, her yeni cinayette adının yeniden gündeme geleceğini söyler. Bu, onun için “ölümden sonra var olma” biçimidir: Beden yok olsa da, metin ve belirsizlik yaşamaya devam edecektir. Böylece edebiyat, yok oluşun karşısında bir tür süreklilik sağlar.


Metnin metinlerarası göndermeleri de bu felsefi boyutu derinleştirir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı öyküde doğrudan bir nesne olarak yer alır; Timur’un notunu sakladığı kitap, yalnızca bir saklama mekânı değil, aynı zamanda suç, ceza, vicdan ve seçim üzerine düşüncelerin de bağlandığı bir semboldür. Yine Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde göndermesi, Timur’un kendi içinde yarattığı katil ve kurban ikiliğini açığa çıkarır. Bu metinlerarası bağlar, Özsan’ın öyküsünü bireysel bir trajedi olmaktan çıkarıp dünya edebiyatının varoluşçu sorgulamalarıyla diyaloga sokar.


Ancak öykü yalnızca bireysel felsefi arayışlara değil, etik sorulara da kapı aralar. Timur’un ölümünü bu şekilde kurgulaması, yakın dostunu –Naci’yi– bir oyunun parçası haline getirmesi, hatta polisi ve devleti yanıltmayı seçmesi etik açıdan problematiktir. Bir insan kendi ölümü üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilir mi? Bu tasarruf başkalarının hayatını, yasını, adalet duygusunu nasıl etkiler? Özsan’ın metni bu sorulara doğrudan yanıt vermez; tersine, okuru cevapsızlıkla baş başa bırakır. Fakat tam da bu belirsizlik, edebiyatın gücüdür: Yanıt vermek değil, yeni sorular yaratmak.


Sonuç olarak “Timur Şimşek’in Beklenmedik Ölümü”, bir polisiye öykü olmanın çok ötesinde, ölümün edebiyat aracılığıyla nasıl yeniden yazılabileceğini gösterir. Timur’un ölümü sıradan bir son değil, kendi kendisinin katibi olduğu bir başlangıçtır. Murat Özsan, bu öyküyle polisiye türünün sınırlarını genişletirken, aynı zamanda edebiyatın temel meselelerinden birini –ölüm karşısında insanın konumunu– yeniden gündeme getirir. Okur, metni bitirdiğinde yalnızca bir cinayetin ya da intiharın değil, yazının ve varoluşun derin ilişkisini de düşünmeye davet edilir.


Yorumlar


bottom of page