top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Baba ve kız

"Hep yürüsek böyle keşke. Hiç bitmese yol. Buraya hep gelelim n’olur baba."


Zeynep Kotan


Bahar yağmurlarıyla yeşermiş çimenlere bastıkça su sıçrıyor küçük kızın ayaklarına. Damlacıklar değdikçe gıdıklanıp kıkırdıyor. Arada bir babasının elini bırakıp kendi etrafında dönüyor, mavi elbisesinin eteği rüzgârıyla dalgalanıyor. Sonra hızla koşup babasına sarılıyor. El ele yürümeye başlıyorlar.

Adamın başı önde, sırtında kamburu asılı. Adımları yorgun. Bakışlarının feri kaçmış. Yine de bir süreliğine de olsa parlamaktan geri duramıyorlar kızı fır fır dönerken. Coşkusu bulaşıcı. Kızı sarıldığında bir anlığına sımsıcak oluyor bedeni. Kalbi yeniden atabiliyor sanki.

“Ne güzel bir gün değil mi baba?”

“Öyle mi?”

“Evet, harika. Hep yürüsek böyle keşke. Hiç bitmese yol. Buraya hep gelelim n’olur baba.”

Gülümsemekle yetiniyor adam.

“Baba çok ama çok merak ediyorum nasıl olduğunu.”

“Neyin?”

“Değirmenin. Ne kadar yüksek kim bilir? Bakmıştık ya beraber fotoğrafına. Şu bulutlara kadar uzanıyor mu? Oraya çıkınca zıplasam tutabilir miyim bulutları?”

Zıp zıp zıplıyor elleri havada. Adam kaçırıyor gözlerini. Baktıkça harlanıyor çünkü yangın. Nasıl da benziyor annesine. Saçları, elleri, sol kaşının üzerindeki ben… en çok da neşesi, cıvıltısı.

“Tutabilirsin belki.”

O an bir güç geliyor, kucağına alıyor kızını. Döndürüyor, döndürüyor. Rüzgarda uçuşan ipek saçları bal kokuyor. Şaşkınlıktan ve mutluluktan çığlıklar atıyor minik kız. Hep uçsa böyle babasının kollarında.

Birden onu görüyor. Duruyor. Hayal ettiğinden daha da yüksek. Dört kollu bir dev. Kollarını açmış gülümseyerek onu çağırıyor. Çığlıklar atarak koşuyor.

“Yanına geliyorum! Bekle beni, geliyorum!”

Duruyor adam. Donuyor. Yıllar öncesindeki gibi karşısında bembeyaz elbisesiyle. Saçlarında sarı çiçeklerden bir taç. Gülümsüyor. Kollarını açmış, onu bekliyor. Koşuyor, koşuyor, yetişiyor kızına. Nefes nefese ikisi de şimdi.

“Çok susadım.” diyor küçük kız.

Çantasından su şişesini çıkarıp kızına veriyor. Kana kana içiyor kız. Susuzluğu geçince kayalıkların dibine, adamın yanına oturuyor. Dizine yatıyor. Nasıl da yumuşak saçları. Tutuşuyor yine adamın içindeki harabe. Çekiyor ellerini kızının saçlarından. Kalkıyor minik kız.

“Hadi, çıkalım artık.”

Basamak şeklinde yontulmuş kayalardan çıkmaya başlıyorlar. Rüzgarın serinliği yatıştırıyor güneşin yakışını. Arada bir soluklanıp birbirlerine bakıyorlar. Gözleri “hadi” diyince tekrar başlıyor tırmanış. Tepedeler. Küçük kız sessiz. Uzun uzun bakıyor değirmenin kollarına. Kendi kollarının upuzun olduğunu hayal ediyor. Artık sarılabilir bu dört kollu deve. Değirmenin kanadının üzerine oturuyor ve neşeyle cıvıldıyor kanatla beraber dönerken.

“Zamanı geldi.”

“Neyin baba? Neyin zamanı?”

Adam çantasından bakırdan yapılmış kapaklı bir kutu çıkarıyor. Kutunun kapağındaki camın altındaki fotoğraftaki kadının gülümseyişi çerçeveden taşıyor. Küçük kızın eline veriyor kutuyu. Kapağını açıyor. Kucağına alıp kaldırabileceği en yükseğe kaldırıyor kızı. Rüzgar önce kızın saçlarını okşuyor sonra kutunun içindeki külleri havalandırıyor. Bulutlara karışıyor küller. Adam yavaşça indirip sımsıkı sarılıyor kızına. Gömleğinin hemen altında bir kıpırtı. Bu sefer yemin edebilir kalbinin attığına. Saçlarını öpüyor kızının. Bal kokusunu çekiyor ciğerlerine.

“Hep gelelim” diyor. “Seninle hep buraya gelelim, var mısın?”

Comments


bottom of page