top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Ölümünle

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

"Ekmeğin ucu bana, ortası sana. Dışarda kuş sesi, içerde ölümüne sessizlik."


Rüya Akkuş

“Günaydın” diyorum ölümüne.

“Buradayız işte, yeniden. Günlerden 11’i Ağustos’un. Sıcak hava. Gerçi dün hafif çiseledi biraz ama serinletmedi yangınlarımızı. Olur öyle. Örtüveriyorum öyle gecelerde üstümü. Gece demişken, Sevda aramış üç kez. Bir de mesaj atmış, beni sormuş. İyi miymişim acaba, ne yapmışım eşyalarını ayıklamayı. Verecek miymişim onun kapıcısına. Zahmet etmeyeymişim, Ahmet’e alo desem gelir alırmış, hem onca yol taşınır mıymış öyle elde torba torba, kimbilir ne ağırmış onlar. Kimbilir sahi, ne ağırdır bunlar bana? Az evvel okudum işte ben de. “Ölümüne giydirdim hepsini” diyemedim, ben de gittim çay koydum ocağa. Hamdi Efendi de az sonra çalar kapıyı “ablam al, en tazesinden ekmeyin ile gasteni getirdim sana” der. Üç beş bir şey sıkıştırırım avcuna, “Eksik olma Hamdi beyciğim” derim. Okumam elbet, kapıyı kapattığım gibi atarım gazeteyi diğerlerinin arasına. 11’i Ağustos’un çünkü, gerek yok başkaca havadise.


İki bardak çay yetiyor bize. Benimki açık, ölümününki demli. Beş zeytin bana, yedisi sana. Ben yumurtamı tam haşlanmış seviyorum, seninki illa kayısı olacak kaynar sudan ilk seninkini çıkarıyorum, tam üçüncü dakikasında… Ekmeğin ucu bana, ortası sana. Dışarda kuş sesi, içerde ölümüne sessizlik. Lokmalarımı duyuyorum ağzımda. Büyüyorlar, döne döne. Yutkunuyorum. Göz göze geliyoruz ölümünle. “Yavaş ye hanım” diyorsun bana. Karışma işime dercesine bakıyorum. Aramızda tatlı bir gerginlik “aman aman tamam sustum” diyorsun, oysa demene gerek yok, sustuğunu zaten biliyorum. Cümlesiz konuşuyorum yokluğunla. Boş sandalyene bakıyorum, ıslanmamış diş fırçana, bardakta soğuyan çayına, burnumu çekiyorum, esiyor ölümün soğukluğu aramızda.

Geçen gün diyorum, söze başlarken.

Fotoğraflara baktım. Geçmişten o güne, o günden bugüne… Yanak yanağa vermişiz bazısında, birinde elin bacağımda, sonra yanağımı tutmuşsun yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, gözlerimde bir mahcupluk. Diğerinde hafif eğmişim başımı yana, gözlerin uçuşan birkaç tel saçımda. Bir elin havada, hizaya sokacaksın tüm dağınıklığımı sanki. Yanaklarımda temasın heyecanı. Öyle durmuşuz tarihin bir anında, zamanın en genç saniyesinde. Ben belki on dokuz sen de herhalde yirmi iki. Sanki sonsuza dek yaşayacağız, çoğalacağız, gitsek bile geride bizden biri kalacak hep, yirmi yıl sonra doğacak bir kız çocuğu ve saçları benzeyecek bana ninesine benzedi diyecekler arkamızdan, oğlanların hayta gülüşü senden miras kalacak, dedesi de diyecekler ne canlar yaktı bir vakitler.

Ne vakitler…

Bulursam göstereceğim sana da tüm o deli cesaretlerimizi. Evden kaçıp Ağva’da konakladığımız geceyi, sabahına abimin sizinkilerin kapısına dayanmasını. Herkes küsecek bir gecede bize. Aşk toyluğumuza yakışacak, bilmeyecekler. Gözlerin gözlerime fısıldayacak “hallederiz” diye. Hallolmayacak. Gün gelecek bir omuz silkeceğiz kapısını örtüp sırtını dönenlere. Ben seni, sen beni bileceksin aile diye. İki kişiden, bir senden bir benden oluşan. Sen bana bakacaksın, ben sana. Hiçbir zaman tam olmayacağız ama eksik de hissetmeyeceğiz. Didişeceğiz, bazen birkaç tabak kırılacak, kapıları vuracağız, odalara kapanıp ağlayacağız, “sabahına bitti bu iş“ diye uyuyup kahve kokusuna uyanacağız. Tatile gideceğiz. Akyaka’ya mesela. Sonra Datça’ya. Üşüyeceğim. Bir çırpıda dalıp gelip beni bulacaksın buz gibi suda. Çadır kuracağız seninle vadiye. Gece cırcır böcekleri öterken ince bir şal bırakacaksın omuzlarıma, yıldızlara dalıp gideceğiz, zühreyi arayacak gözlerimiz, dilekler dileyeceğiz. Kimi olacak, kimine vakit yetmeyecek. Önce bir kedi gelecek eve, sonra bir kedi daha. Ben reçel yapacağım yazları, domates kaynatıp kaldıracağım kış için… Çorapların kalacak kırlentin arkasında, bamya yemeyeceksin, dolmayı çok seveceksin. Söyleneceğim perdeleri asmadın da bana bıraktın diye, konu komşudan çekineceksin. Geciken faturalarımız olacak, kirayı zor denkleştireceğiz gün gelecek, ev sahibi çıkın diyecek bize, rica minnet anlaşmaya çalışacağız. Bayram sabahları olacak, elini uzatacaksın bana. Öpmeyeceğim. Kabul etmeyişime takılacaksın. Ne ben vazgeçeceğim inadımdan ne de sen, iki çatallı iki tabaklı sofralara oturup kalkacağız, uzaklardan havadisi gelecek bizimkilerin, başka odalara çekilip üzüleceğiz. Ama bir gün. Tek bir gün pişman olmayacağız.

Her akşam eve dönüşünü bekleyeceğim tekli koltukta. Saate bakacağım, yediye yaklaşırken kalkıp saçımı tarayacağım. Boş omuzlarıma düşecek saçlarımın dalgası, en sevdiğin çiçekli kokumdan iki fıs sıkacağım boynuma.. Belki bir ruj. Zili çalmanı bekleyeceğim. Gecikmeyeceksin. Genelde hep aynı saatte geleceksin. Önce 116 numaralı otobüs geçecek duraktan. Sonra Nezahat hanım çöp çıkaracak elektrik direğinin altına, bakkal eli cebinde kaldırımda bir sigara yakacak kendine, mahallenin bıçkın delikanlıları kavgaya koşacak, pencerenin altında bir kadın, ince bluzu kısa eteği ile birini bekleyecek ya da birilerini ne bileyim belki de hepsini. Bileceğim, göreceğim, ses etmeyeceğim tüm bu çirkinlikler seni bana getirecek, bileceğim. Sonra köşeden görüneceksin, elinde ekmek, kolunun altında incelmiş bir gazeteyle. Gözün yerde yürüdüğün yolu izleyeceksin. Elin zile dokunmak için kalkacak, çalmasını bile beklemeyeceğim.

Hoş geleceksin. Her gün, her gece, bir yolunu bulup sen bana geleceksin.

11’i olan Ağustoslar hariç.

Anlayamayacağız, sokağın köşesinde elinle tuttuğunda kalbini.

Nezahat teyze çöpünü çıkaracak yine, bakkal geldiğin yöne doğru bir nefes çekecek sigarasından, ben saçımı omzumdan dökeceğim, bıçkın delikanlılar başkasının anasına söve söve geçecek pencere altından, o kız çekiştirecek eteğini sen tam o esnada bir elini dayayacaksın elektrik direğine. Sonra dizin vuracak yere. Çöpün yanına kapanacaksın. İki büklüm. “Ayy” diye bağıracak koca kadın, bakkal atıverecek sigarasını yere, burucak ayağıyla izmariti. Koşuverecek yanına. Tam başkasının bacısına öyleli böyleli konuşurken delikanlılar “ambulans” diye bağıracak o kız. Ben pencerede bakacağım. Sana, pencereden düşen kendi yansımama… Aynı anda iki kişi ölecek. Birlikte.

Irsi diyecekler sonra. Kader ve mukadderat. Takdir-i ilahi ve olan ile ölmüşe olmayan çare… Arama motoruna yazılmışçasına telkin ve teskin edileceğim.

Sen öleceksin. Ben yaşayacağım. Kalanlarımla. Yıkayıp kuruttuğum çamaşırlarınla, taraktaki birkaç tel saçınla, son sabah doldurduğun kare bulmacanla.

Anlıyorsun değil mi?

Yokluğun gelip oturacak koltuğa, uyuyup kalacak ölümün, bir battaniye atacağım üzerine, parmaklarımın ucunda çıkacağım odadan televizyonun sesini kısıp, kışları kaloriferi daha çok yakacağım üşümesin diye. Yaz akşamları balkonda karpuz –peynir yiyeceğiz, magazin izleyeceğiz onunla… arayanlara “iyiyim” diyeceğim.

Tek bir gün hariç.

Bugün.


Çünkü bugün,

İnceden bir pike çekip üstüme giriyorum yatağa,

Yatağın sen tarafı boş,

Ölümün biz tarafı çoktan koydu başını yastığa..

Tam dönerken sağıma bir esinti hissediyorum ensemde. Çıplak omzumu yokluyorsun.

Uçuşuyor içimde hasretin hüznü.

İyi geceler diliyorum.

Sözleşiyoruz. Sessizce.

Ne zaman bilmem ama,

Bir vakit,

Kavuşmak üzere.

Comments


bottom of page