top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

"Korkacak bir şey yok"

Şule Tüzül, Georgi Gospodinov'un Bahçıvan ve Ölüm adlı romanı üzerine yazdı: "Gospodinov'un tüm romanları otobiyografik özellikler taşıyor ancak Bahçıvan ve Ölüm baştan sona yazarın yaşamından bir kesiti, yaşamının en zor süreçlerinden birini, kanser teşhisi konan babasını, tedavi ve ölümü sonrası süreçteki ilişkilerini anlatıyor. Ama ne anlatma."


ree

İnsanı duygusal olarak çok zorlayan, boğazımı düğüm düğüm eden, yaşamın bakmaya cesaret edemediğim yerlerine baktıran, düşünmekten kaçtıklarımı düşündüren çok kitap okudum. Ama hiçbirinde, Bulgar yazar Georgi Gospodinov'un Bahçıvan ve Ölüm adlı romanındaki kadar zorlandığımı sanmıyorum. Gospodinov'un diğer kitapları gibi muhteşem bir eserle karşı karşıyayız ama çevreme bu kitabı tavsiye ederken tereddüt ediyorum. Çünkü kitapta geçen baba oğul hikâyesine yakın bir süreç yaşayanlara bu kitabın nasıl geleceğinden emin değilim. 


Roman şu cümleyle başlıyor: “Babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe.” Edebiyat tarihine, unutulmayacak açılış cümlelerinden biri olarak geçeceğini düşünüyorum. Son derece sade ve basit bir cümle. Kitaba dair hemen ipuçları veriyor. Ancak romanı okudukça bu cümle genişledikçe genişliyor, yaşama ve ölüme dair aklınıza gelen gelmeyen her şeyi kapsayan bir derinliğe ve zenginliğe ulaşıyor. Roman bittiğinde, cümlede geçen bahçe, neredeyse dünyanın bütün hikâyelerini kapsamayı başarıyor. 


Gospodinov'un Doğal Roman, Zaman Sığınağı ve Hüznün Fiziği adlı romanlarını okumuştum. Bu okumalardan sonra, en sevdiğim yazarlar listemde en üst sıralara yerleşti elbette. Artık ne yazsa okurum dediğim bir yazar Gospodinov. Doğal Roman, 1999 yılında yayınlanmış. Doğal Roman'da yapmaya çalıştığı anlatım ve üslup, sonraki romanlarında hızla gelişip Gospodinov'u doruğa taşımış diyebilirim. Bu üç romanda hayran olduğum üslup ve yazım tercihleri Bahçıvan ve Ölüm'de de var. Gospodinov'un tüm romanları otobiyografik özellikler taşıyor ancak Bahçıvan ve Ölüm baştan sona yazarın yaşamından bir kesiti, yaşamının en zor süreçlerinden birini, kanser teşhisi konan babasını, tedavi ve ölümü sonrası süreçteki ilişkilerini anlatıyor. Ama ne anlatma. Bu romanda yazarın ta yüreğinin en derininden kopup gelen cümleler var. Her ne kadar kişisel bir hikâye dinliyor olsak da bunun çok ötesine geçiyoruz. Babasının ve kendisinin kişisel tarihleri aynı zamanda toplumsal ve siyasi tarihin, insanın karanlığının, çelişkilerinin, çıkmazlarının, zaman gibi Gospodinov yazınının temel kavramlarının anlatımını da içeriyor. 


Hüznün Fiziği için yazdığım yazıda Gospodinov''un üslup ve anlatımından bahsetmiştim. Burada da kısaca değinmem gerek. Gospodinov romanları birbirinden bağımsız gibi görünen bölümler halinde ilerliyor. Bazen bir bilgi veriyor, bazen bir hikâye anlatıyor, ki öykülerle dolu bir kitap okuyoruz aynı zamanda, bazen bir şiir giriyor araya, bazen de bilimsel belgelerden bölümler okuyoruz. Bahçıvan ve Ölüm'de babasının tahlil sonuçlarını doğrudan tıbbi raporlardan alıntılayarak paylaşıyor bizimle. Romanlarında ilerledikçe birbirinden bağımsız gibi görünen tüm bu anlatıların romanın ana meselesine hizmet ettiğini fark etmeye başlıyoruz. Ve diyoruz ki yaşam da böyle değil mi, her telden çalıyor ama her birimiz kişisel hikâyelerimizin baş kahramanı olarak tıpkı bu romanlardaki gibi belirlediğimiz hedeflere doğru yürüyoruz. Her romanında yer alan ortak kavramlar ve isimler var. Mesela Gaustin karakteri. Bazen yazarın kendisi oluyor, bazen bir dost, bazen romandaki ana ya da sıradan kahramanlardan biri bazen de kitaba epigrafı ile giren bir kişi. Bahçıvan ve Ölüm'ün başında bir epigrafı ile yer alıyor. 


Dört romanda da birbirine göndermeler var. Bahçıvan ve Ölüm'de karşımıza çıkan hikâyelerin bazılarının Hüznün Fiziği'ndeki hikâyelerle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Hüznün Fiziği'nde, babaannesi Gospodinov çocukken kötü rüyaların gerçekleşmemesi için onları anlatma diyor. Ama anlatmayınca da bu rüyalar her gece görülen kabuslara dönüşüyor. Gospodinov da bu rüyaları yazmaya karar veriyor. Yazınca bir daha o kâbusu görmüyor, ama bedeli o rüyayı hiç unutamamak oluyor... Aynı hikâyeyi Bahçıvan ve Ölüm'de de görüyoruz.


Gospodinov, romanlarında okuruyla sık sık diyaloğa giren bir yazar. Hayatımızdan eksik olmayan şiddeti anlattığı bir bölümde doğrudan soruyor: İlk tokadı ne zaman yediniz? Siz birine tokat attınız mı? Şiddetin, ne kadar karşı olursak olalım yaşamımızın bir parçasına dönüştüğünü anlatan ve bununla okurunu yüzleştiren metinler her romanında karşımıza çıkıyor.


Gospodinov romanlarının bir başka özelliği de, hem çok sıradan konuları hem de kimsenin dokunmadığı ve dokunmak istemediği, rahatsız olduğu meseleleri inatla deşmesi. Babasından öğrendiği önemli bir şey var: "Yücelik her yerdedir." Doğal Roman'da tuvaletleri masaya yatırıyor. Zaman Sığınağı'nda alzheimer hastalarının yaşadıklarıyla, kapitalizmin bu durumu nasıl fırsata çevirdiğinden bahsediyor. Hüznün Fiziği'nde bir yerde manda bokunun ne kadar önemli olduğunu anlatırken (Bahçıvan ve Ölüm'de de bu hikâye var), bir başka bölümde hayvansal gıda endüstrisinin dolayısıyla biz insanların hayvanlara nasıl korkunç şeyler yaptığımızla yüzleştiriyor. Bahçıvan ve Ölüm'de ise tüm çıplaklığı, en doğrudan haliyle ölümle yüzleşiyoruz.


"Neden hiç kimse başkalarının ölümüyle ne yapmamız gerektiğini öğretmez? Neden kimse bize nasıl ölündüğünü, nasıl ölmemiz gerektiğini öğretmez?"


Gospodinov, edebiyatın ne kadar özgür, ne kadar uçsuz bucaksız, ne kadar sonsuz olduğunu hatırlatan yazarlardan benim için. İyi bir yazar kitabında her şeyi yapabilir ve okurunu yarattığı dünyanın, o hikâyenin içine doğallıkla çekebilir. Gospodinov da her romanında bunu yapıyor. Dünyayı, yaşamı ve insanı anlamak ve anlamlandırmak için kelimelerle dans ediyor adeta. Bu yazıyı tamamladığım günlerde Türkiye'deydi ve kelimenin tam anlamıyla Gospodinov fırtınası esti ülkemizde. İstanbul ve Bursa'da onu görme şansı olan herkesi kıskandım diyebilirim. Eylül Görmüş şahane bir röportaj yapmış kendisiyle. Orada şöyle diyor Gospodinov:


"Edebiyatın sadece edebiyat olmadığını düşünüyorum. Kurmaca, dünya üzerine bir düşünme yöntemidir aslında. Ben de dünyadaki pek çok şeyi anlamadığım için, olup biteni anlama niyetiyle yazmaya oturuyorum. Ve bence yazdığımız kitaplar onları yazanlardan çok daha akıllı oluyor!"**


Gospodinov'un, diğer romanlarında ana meselelerden biri olan zaman bu romanda da baş köşede. "Geçmişte zaman tek yönlü akmaz," diyor kitabın bir yerinde. Zamana anlamını biz veriyoruz, Bahçıvan ve Ölüm'de zamanı yeniden anlamlandırıyor Gospodinov. Romanlarının ortak meselelerinden olan "hüzün" de roman boyunca hikâyelere eşlik ediyor.


Gospodinov kendini edebi türlerin ve kuralların içine hapseden bir yazar değil, aksine tüm bunların ötesine geçmeyi amaçlayan bir yazar. "Roman saf bir tür değildir," diyordu Hüznün Fiziği'nde. Türün, romanın ötesine geçmeyi ise çok doğal biçimde yapıyor; okurken yazarın teknik tercihleri aklımıza bile gelmiyor, cümlelerin içinden süzülüyoruz. Yarattığı ve kurguladığı dil ile okuru büyülü bir dünyanın içine çekiyor. Kurguladığı diyorum çünkü gerçekten kelime ve cümleleri büyük bir ustalıkla değiştirip dönüştürüyor,  Bahçıvan ve Ölüm'de yer alan keder devriyesi, tokat fabrikası bunlardan bazıları. Gospodinov kelimelerden büyülenen ve kelimelerle büyüleyen bir yazar. Babasının kelimelerini paylaşıyor ara sıra. "Tihnalık" bunlardan biri. Tükçe'deki tenhalık kelimesine karşılık geliyor. Babası, "Gel buraya, bir süre tihnalık içinde otur," dermiş. Bahçıvan ve Ölüm bir günce gibi bölüm bölüm ilerliyor ancak kronolojik bir sıra yok. Çünkü Gospodinov için zaman böyle bir şey değil. Bu yönüyle, alıştığımız anlamda bir romandan çok anı kitabı gibi. Diğer yandan tam anlamıyla bir roman; milyonlarca insanın ortak hikâyesi.


"Bu kitabın kolay bir türü yok, onu kendisi icat etmeli. Tıpkı ölümün bir türü olmadığı gibi. Hayatın türü olmadığı gibi. Peki ya bahçe? Belki o başlı başına bir türdür ya da tüm diğer türleri içine alır. Bir ağıt-roman, anı-roman ya da bahçe-roman."


Gospodinov zamana olduğu gibi ölüme de başka bir anlam veriyor, genel kabul görmüş anlamların ötesinde bir anlam. Romanın en başında "Bu kitap ölüm hakkında değil, sona eren bir hayat için duyulan hüzün hakkında," diyor ama elbette ölüm hakkında. Başka bir bölümde de şunu söylüyor: "Ölümden söz ederken aslında neden söz ederiz? Hayattan, tabii ki, onun o büyülü geçiciliğinden." Gospodinov için ölüm bir bitiş, bir olumsuzluk, sadece bir acı ve keder değil, bir dönüşüm, başka türlü bir doğuş, bir zenginlik, başka türlü bir yaşam. Ölüm artık bir bahçe. Tekrar yeşeriyor, büyüyor, çoğalıyor, dönüşüyor sürekli. O bahçe bize bir şeyler söylemeye ve dinlemeye, anlamaya ve anlatmaya devam ediyor. Ölümün bahçeyle, yani doğayla dönüşüp yaşamaya, var olmaya devam etmesi ise romanın doğa ile ilişki kurması açısından çok önemli. Babam bahçıvandı, şimdi bir ev, bir araba, bir tekne değil! Ağaçların, ormanların katledilip yerine çok katlı binalardan, köprülerden oluşan bir yer değil! Babam bahçıvandı, şimdi bir bahçe! 


Gospodinov'a dair yazarken çevirmen Hasine Şen Karadeniz'e dair hayranlığımı her defasında iletmeleyim. Bu muhteşem romanları dilimize titizlikle aktarıyor. Onun bir röportajında okuduğuma göre Gospodinov kitaplarını dilimize kazandırırken editör Özde Duygu Gürkan'ın emeği de çok büyük. Ve Gospodinov'u ülkemize tanıtan Metis Yayınları. Hepsine okur olarak çok teşekkürler. 


Kitabın kapak ve iç sayfa tasarımını çok beğendiğimi de belirtmeliyim. Sebze, meyve, yaprak ve çiçek çizimlerinden oluşan şahane görsellerle dolu kitap. 


ree

Romanın ilk cümlesi nasıl hafızalardan silinmeyecekse, babasının şu cümlesi de Gospodinov'la birlikte anılacak her zaman: "Korkacak bir şey yok." Romandaki hikâyelerden birinde, Gospodinov benzer bir deyişi hayranı olduğu Borges'in mezar taşında görüyor: Korkma! (Don't be afraid!) Ne muazzam karşılaşma değil mi? Ve babası için ne muazzam bir şey yapıyor: babası için bir roman yazıp onu bu romanda Borges'le buluşturuyor. 


Gospodinov romanlarının ülkemizde sevilmesinin bir nedeninin de birbirine yakın kültür ve toplum alışkanlıklarına dair hikâyeler okuyor olmamız diye düşünüyorum. Bahçıvan ve Ölüm'de bir sahne var, Gospodinov'un babasına akciğer biyopsisi yapılması için verdiği çaba ve mücadele. Ülkemizde de hemen herkesin yaşadığı ama hiçbir edebiyat eserinde bu kadar doğrudan anlatılmayan bir gerçek. Sağlık sisteminin insanı nasıl çaresiz bıraktığının eleştirisi. Gospodinov'un o süreçte yaşadığı acı, çaresizlik ve öfke, doğrudan yüreğimize akıyor. 


Gospodinov'un beni en etkileyen yönlerinden biri, belki en önemlisi, romanlarında hayvanlara çok özel bir yer vermesi. Onları yücelten değil, güzelleme yapan değil, onlarla içten bir empati kurma çabası beni derinden etkiliyor. Bahçıvan ve Ölüm'de de babasının köpeği Cako ile ilgili bölümler en etkilendiğim yerler oldu. Bir kayıpta biz ne kadar acı çekersek çekelim onlarınkiyle kıyaslanamaz muhtemelen. Yokluğun onlar için hiçbir anlamı yok, sadece acı veriyor, yokluk acı vermekten başka bir şey değil onlar için. 


Bahçıvan ve Ölüm'e temelde yokluğun romanı da diyebiliriz bence. Cako, sahip olduğu tek varlığın yokluğunda ne hissediyorsa Bahçıvan ve Ölüm o hissi anlatıyor diyebilirim. Gospodinov'u işte bu nedenle çok seviyorum.



BAHÇIVAN VE ÖLÜM

Georgi Gospodinov

Metis Kitap, 2025

Çeviri: Hasine Şen Karadeniz

208 s.

Yorumlar


bottom of page